Siret-i Enbiya derslerimiz devam ediyor. Bu haftaki konumuz Hz. Mûsâ’nın ilk vahyi alış anlarında Allah’tan ne gibi taleplerde bulunması idi. Muhammed Emin Yıldırım hocamız, “Hz. Mûsâ (as) Allah’tan (cc) Neler İstedi?” serlevhasının altında, Hz. Mûsâ’nın ilk beş isteğini ve bu isteklerinin nedenlerini, gerekçelerini ve Allah’ın bu isteklere nasıl karşılık verdiğini anlattı. Hocamız, özellikle o taleplerin tebliğin esas ve muhtevasına dair bize verdiği mesajlarına da değindi.
Dersten Cümleler
Zalimden merhamet dilenmez…
İsveç’te olan hadiselere karşı yapılması gereken muhasebe…
Allah (cc) bize, bize rağmen merhamet etsin.
Hz. Mûsâ’nın ilk vahiy alış sahnesinin geçtiği ayetler:
Kasas 28/29-35 | 7 ayet
Tâhâ 20/9-48 | 40 ayet
Meryem 19/51-53 | 3 ayet
Neml 27/7-12 | 6 ayet
Şuarâ 26/10-17 | 8 ayet
Nâziât 79/15-19 | 5 ayet
Toplam: 69 ayet
Bu 69 ayetten şimdiye kadar okuduğumuz bölümlerin en önemli mesajlarını bir hatırlayalım.
1. Hz. Mûsâ ailesi ile beraber Medyen’den yola çıkıyor ve kader onu Tuva Vadisi’ne sevk ediyor.
2. Hz. Mûsâ mukaddes vadi Tuva’da bir ağacın karşında ilk vahye muhatap oluyor.
3. Peygamber olarak seçildiği kendisine çok açık bir şekilde beyan ediliyor.
4. Rabbimiz ondan ayakkabılarını çıkarmasını istiyor.
5. Ona ilk vahyin içinde Tevhid, Kulluk ve Namaz mesajları veriliyor.
6. Kıyamet’in mutlaka geleceği ve bu konuda hiçbir menfi sözden etkilenmemesi kendisine iletiliyor.
7. Elindeki asâ, bir nübüvvet mucizesi olarak yılana dönüşüyor.
8. Eli yine bir mucize olarak bembeyaz (Yed-i Beydâ) bir el oluyor.
9. Hz. Mûsâ bütün bu olup bitenlerden korkuyor, Allah ona güven telkin ediyor.
10. Böylece Hz. Mûsâ’ya iki önemli görev veriliyor.
İlk buluşmada Hz. Mûsâ’ya iki önemli, zor, ağır, gerçekten çok ama çok zor olan iki görev veriyor. Biz bu 2 görevi, Şuarâ Sûresi’nin 16. ve 17. ayetlerinden ve Tâhâ Sûresi 47. ayetten net bir şekilde okuyoruz. Nedir bu iki görev?
1. Firavun’a hakikatin tebliğ edilmesi
2. Eğer hakikati kabul etmezse İsrâiloğulları’nın Mısır’dan çıkmalarına izin verilmesi
Öyle bir zulüm sistemi kurmuştu ki Firavun, Hz. Mûsâ’nın başka bir seçeneği kalmamıştı.
Tebliğ ve irşat örgütsel bir faaliyet değildir, kitlesel bir faaliyettir.
Neden Hz. Mûsâ ilk olarak Firavun’a gitti?
1. Firavun’un izni olmadan hiçbir şey yapılmayacağından dolayı
2. Hz. Mûsâ’nın üzerinde halen cinayet ithamı olmasından dolayı
3. Mısır’ın yeni bir dini dinleme ihtiyaçlarının olmamasından dolayı
4. İsrâiloğulları’nın Firavun’dan aşırı derecede korkmalarından dolayı
5. Mısırlıların Firavun’un izni olmadan asla onu dinleyemeyeceklerinden dolayı
وَاِذْ نَادٰى رَبُّكَ مُوسٰٓى اَنِ ائْتِ الْقَوْمَ الظَّالِم۪ينَۙ
“Hani Rabbin, Mûsâ’ya, git zalimler topluluğuna diye nida etmişti!” (Şuarâ 26/10)
قَوْمَ فِرْعَوْنَۜ اَلَا يَتَّقُونَ
“Firavun’un kavmine (git ve onlara deki) Hâlâ (başınıza gelecekler için) korkmuyor musunuz?” (Şuarâ 26/11)
قَالَ رَبِّ اِنّ۪ٓي اَخَافُ اَنْ يُكَذِّبُونِۜ
“Mûsâ, Rabbim demişti, gerçekten de onların beni yalanlamalarından korkuyorum.” (Şuarâ 26/11)
وَيَض۪يقُ صَدْر۪ي وَلَا يَنْطَلِقُ لِسَان۪ي فَاَرْسِلْ اِلٰى هٰرُونَ
“Göğsüm daralıyor, dilim dolanıyor; (onun için) Hârûn’u da gönder.” (Şuarâ 26/12)
وَلَهُمْ عَلَيَّ ذَنْبٌ فَاَخَافُ اَنْ يَقْتُلُونِۚ
“Onların bana isnat ettikleri bir suç da var. Bundan ötürü beni öldürmelerinden korkuyorum.” (Şuarâ 26/13)
Şuarâ Sûresi’nde ya içinden ya bu şekilde dile getirdiği bu talepleri, biz Tâhâ Sûresi’nden şöyle okuyoruz:
اِذْهَبْ اِلٰى فِرْعَوْنَ اِنَّهُ طَغٰى۟
“Firavun’a git! Şüphe yok ki o çok ama çok azdı.” (Tâhâ 20/24)
قَالَ رَبِّ اشْرَحْ ل۪ي صَدْر۪يۙ
“Rabbim ‘kalbime genişlik ver!’ dedi.” (Tâhâ 20/25)
وَيَسِّرْ ل۪ٓي اَمْر۪يۙ
“İşimi bana kolaylaştır.” (Tâhâ 20/26)
وَاحْلُلْ عُقْدَةً مِنْ لِسَان۪يۙ
“Dilimdeki düğümü çöz!” (Tâhâ 20/27)
يَفْقَهُوا قَوْل۪يۖ
“Ki (insanlar) söyleyeceklerimi iyice anlayıp kavrasınlar.” (Tâhâ 20/28)
وَاجْعَلْ ل۪ي وَز۪يرًا مِنْ اَهْل۪يۙ
“Ailemden de bana bir vezir/yardımcı kıl.” (Tâhâ 20/29)
هٰرُونَ اَخ۪يۚ
“Kardeşim Hârûn’u.” (Tâhâ 20/30)
اُشْدُدْ بِه۪ٓ اَزْر۪يۙ
“Onunla arkamı kuvvetlendirip (bana destek çık).” (Tâhâ 20/31)
وَاَشْرِكْهُ ف۪ٓي اَمْر۪يۙ
“Onu (peygamberlik) işimde (bana) ortak kıl!” (Tâhâ 20/32)
كَيْ نُسَبِّحَكَ كَث۪يرًاۙ
“Böylece Seni (birlikte) çokça tesbih edelim.” (Tâhâ 20/33)
وَنَذْكُرَكَ كَث۪يرًاۜ
“Ve Seni çokça zikredelim.” (Tâhâ 20/34)
اِنَّكَ كُنْتَ بِنَا بَص۪يرًا
“Şüphesiz Sen bizi (her an) görmektesin.” (Tâhâ 20/35)
Hz. Musa Allah’tan neleri niçin istedi?
1- Göğsü daraldığı için inşirah istedi.
2- Görevi ağırlaştığı için kolaylık istedi.
3- Dili dolaştığı için fesahat istedi.
4- Yükü fazlalaştığı için destekçi istedi.
5- Riski çoğaldığı için tesbih ve zikir istedi.
Bizim algılarımızın üzerinden baktığımızda Hz. Mûsâ şunları istemeliydi:
Allah’ım! Firavun’un göğsünü daralt!
İşlerini alt-üst et!
Benim sözlerimi anlayabilmelerini sağla!
Yanındaki destekçileri olan önce Hâmân’ı sonra tüm Mele takımını ondan uzaklaştır.
Ya ona hidayet nasip et ya da onu kahr-u perişan eyle…
Hz. Mûsâ, Hz. Şuayb’ın yanında çok şey öğrenmişti; öğrendiği en önemli meselelerden birisi de şuydu:
Eksiklerin giderilmesi ancak mazlumu bir kıvama eriştirir.
Mazlumun kıvamı ancak Allah’ın yardımını hak ettirir.
Allah’ın yardımı ancak zalimlerin sonunu getirir.
Göğsü daraldığı için inşirah istedi.
Neden Hz. Musa’nın göğsü daraldı? Çünkü zor bir iş? Risalet ve Nübüvvet vazifelerin en zoru, en ağırıdır. İster istemez Hz. Musa “acaba bu işin üstesinden gelebilir miyim?” diye bir endişe ile göğsü daralır.
Başka sebepler ise şunlardı:
– Hz. Musa birinin ölümüne sebebiyet vermesinin sıkıntısını yaşıyor.
– Hz. Musa 30 yılını Firavun’un sarayında geçirmesinin külfetini taşıyor.
– Hz. Musa 40 yıldır kendi kavminden uzak oluşunun zorluğunu biliyor.
– Hz. Musa tebliğ ve davetinin nasıl karşılık bulacağının ızdırabını duyuyor.
– Hz. Musa “ya benim kavmim de Medyen ahalisi gibi olursa” korkusunu iliklerine kadar hissediyor.
Görevi ağırlaştığı için kolaylık istedi.
Görevi ağır olduğu için hamaset ile bir şeyler demedi. Öyle haşa ucuz kahramanlıklar yok ortada, görev ağır; Allah’ım kolaylaştır, dedi ve bunu istedi.
Dili dolaştığı için fesahat istedi.
Müfessirlerimizin büyük bir kısmı Hz. Mûsâ’nın kekeme olduğu, rahat konuşamadığı, peltek yada bazı harfleri çıkaramadığı için bu dilindeki bağı gidermesini Allah’tan diledi diyorlar.
“Şimdi onun önüne yakuttan ziynetler ile ateş koru koyacağım; şâyet ateşi değil yakutları alırsa aklı eriyor demektir, o zaman onu öldür. Ama ateşi alırsa demek ki daha bebektir” dedi. Sonra Âsiye yakutlarını çıkarıp Mûsâ’nın önüne koydu, bir tepsi içinde de ateş koydu. Tam o sırada Cebrail gelip Mûsâ’nın eline bir ateş koru attı, Mûsâ da onu ağzına koydu ve dili yandı. İşte bu nedenledir ki, Allah onun “Dilimdeki düğümü çöz ki sözümü iyi anlasınlar” dediğini aktarmaktadır. Bu duası üzerine dilindeki düğüm zail olmuştur.” (Taberî, Câmiʻu’l-Beyân, 18/299; es-Suyûtî, ed-Dürrü’l-Mensûr 5/567)
Hz. Mûsâ’nın dilindeki bağın ne olduğunu anlamanız için bu ifadenin geçtiği 4 ayeti dikkatle okumalıyız. Bu ayetler hangileri?
Tâhâ Sûresi 20/27
Şuarâ Sûresi 26/13
Kasas Sûresi 28/34
Zuhruf Sûresi 43/52
Eğer bu 4 ayeti dikkatle okursak bir şeyi yakalayacağız: Hz. Mûsâ’nın “dilindeki düğüm” bir “konuşma güçlüğü” değil, yaşananlardan ve yaşanacaklardan dolayı ortaya çıkacak bir “meramını ifade etme sorunu” dur.
Hz. Mûsâ’nın dilindeki bağın nereden kaynaklandığını bir daha zihnimizde netleştirelim:
1. Çocukken yaşadığı olaydan olabilir.
2. Sarayda yaşadığı için net bir şekilde İbranice bilememekten olabilir.
3. Medyen’de 10 yıl kaldığı için hem Kıptice’yi hem İbranice’yi tam olarak koruyamadığından olabilir.
4. Firavun’un ve Mele’nin karşısında konuşmanın zorluğundan olabilir.
5. Üzerindeki suçlamanın onda oluşturduğu ruhsal durumdan olabilir.
Hz Mûsâ’nın peygamberliğe başladığında dilindeki bağın çözüldüğünü, dilinin düzeldiğini iki önemli delilden çıkarabiliriz. Nedir bu iki delil?
Birincisi: Tâhâ 36’dır.
قَالَ قَدْ اُو۫ت۪يتَ سُؤْلَكَ يَا مُوسٰى
“(Allah) Dedi ki: “Ey Mûsâ, istediğin sana verildi.” (Tâhâ 20/36)
İkincisi; Defaatle; Firavun’un karşısında, sihirbazların karşısında, İsrâiloğulları’nın karşısında ve yine Rabbimizin karşısında Hz. Mûsâ’nın konuşmalarını okuyacağız.
“Yefkahu”, yerine; “Yesmâû/İşitsinler” denilebilirdi; “Yefhemu/anlasınlar” da denilebilirdi; ama “Yefkahu” dendi; yani fıkh etsinler, içselleştirsinler, kavrasınlar dendir.
Sözüme iman etsinler değil, sözümü kavrasınlar…
Red eden kavrayarak red etsin, kabul eden kavrayarak kabul etsin…
Yükü fazlalaştığı için destekçi istedi.
Risalet davası çok zor bir davadır; inanın bu dava ne Mûsâsız, ne Hârûnsuz yürümüyor.
Riski çoğaldığı için tesbih ve zikir istedi.
Kaymamak ve kaydırmamak için iki ilacı veriyor: Tesbih ve Zikr
Tesbih: Allah’ın şanını yüceltmek
Zikir: Allah’ı her daim gündemde tutmak ve Allah ne der kaygısı ile yaşamak
Ödevimiz:
Şuarâ Sûresi’nin 15-37 ayetleri
“Allah dedi ki, “Hayır, korkma! Mucizelerimizle gidin. Çünkü biz sizinle beraberiz, (her şeyi) işitmekteyiz.” (Şuarâ 26/15)
Neden burada “görmekteyiz” demedi de Rabbimiz “işitmekteyiz” dedi?
Tebliğde Dikkat Edilmesi Gereken Hususlar
1. Tebliğci kesinlikle bu zorlu vazife için Allah’tan yardım dilemelidir.
2. İnsan ile uğraşmak gönlü daralttığı için inşirah dilemelidir.
Korkusu olan adam asla hakkıyla tebliğci ve davetçi olamaz.” Çünkü korku insanın dilinde bir bağ oluşturur. Öncelikle o bağlardan kurtulmak gerekir.
3. Allah’tan asla zorluk, imtihan, bela istenmemeli, afiyet ve selamet istenmelidir.
Kötüye methiye dizmek, Müslümanın yapacağı iş değildir.
4. Söylenecek sözü net anlaşılır, duru ve berrak şekilde söylemelidir.
5. Ensar olmak ve ensar kalmak bu zorlu yolun en önemli meselesidir.
Tebliğ yardımsız ve yardımcısız olmaz.
Tebliğ bazen ekip işidir; ekip olmazsa tam anlamı ile tesir ortaya çıkmaz.
Ümmet-i Muhamed’in Mûsâ’sı Hz. Ömer, Ümmet-i Muhammed’in Hârûn’u ise Hz. Ali’dir.
“Ey Ali, bana nispetle sen, Musa’ya nispetle Harun derecesinde olmağa razı olmaz mısın? Şu kadar ki, benden sonra Peygamber yoktur.”