Siret-i Enbiyâ derslerimizde bu hafta Hz. Mûsâ’nın denizden kurtulduktan sonraki hayatının ilk anlarını işledik. Muhammed Emin Yıldırım hocamız, “Hz. Mûsâ’nın En Büyük İmtihanı” serlevhasının altında önce Firavun’un denizdeki son haline, iman ikrarına, boğulmasına ve bir ibret olarak dikkat çekilen bedenine değindi. Sonrasında ise A’raf Sûresi’nin 136 ile 142. ayetleri arasında anlatılan çöl hayatının ilk safhasını çok önemli mesajlar ve vurgularla anlattı. Haftaya dönemin son dersini yapacak, böylece bu dönemi nihayet erdirmiş olacağız.
Dersten Cümleler
Hz. Mûsâ’nın bereketli hayatındaki yolculuğumuzu sürdürüyoruz. Dönemin sondan bir önceki dersindeyiz, inşallah haftaya yapacağımız ders ile bu dönemi bitirmiş olacağız.
İlk soru: “Firavun nasıl cesaret etti denize girmeye ve nasıl ikna etti ordusunu denize sokmaya?”
Firavun’un önünde 5 seçenek vardı. Neydi bu seçenekler?
1- Hz. Mûsâ ve Hz. Hârûn’un elçiliklerini kabul edip onlara iman etmesi
2- Mucizenin büyüklüğünü ikrar ederek acziyetini itiraf etmesi
3- Hiçbir şey söylemeden “haydi geri dönüyoruz” deyip askerlerini geri çevirmesi
4- Kendi tanrılarına dua edip buna benzer bir mucize veya yardım talep etmesi
5- Ortaya çıkan mucizeyi kendine mal edip denizin içerisine dalması
Firavun ilk dördünü yapsaydı kendi karizması yerle bir olacak, artık insanlar nezdindeki o itibarını koruyamayacaktı. Böyle olunca ne yaptı? Çaresizlik içerisinde en riskli olanını tercih etti ve atını yarılan denizin içine sürdü; “ben yaptım bu kanalı size! Bu yol benim yaptığım yol diyerek” ordusunu ikna yoluna gitti.
وَ جَاوَزْنَا بِبَن۪ٓي إِسْرَٓاء۪يلَ الْبَحْرَ فَاَتْبَعَهُمْ فِرْعَوْنُ وَجُنُودُهُ بَغْيًا وَعَدْوًاۜ حَتّٰٓى اِذَٓا اَدْرَكَهُ الْغَرَقُۙ قَالَ اٰمَنْتُ اَنَّهُ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا الَّذ۪ٓي اٰمَنَتْ بِه۪ بَنُٓوا اِسْرَٓاء۪يلَ وَاَنَا۬ مِنَ الْمُسْلِم۪ينَ
“Derken İsrâiloğulları’nı denizin öteki yakasına geçirdik. Firavun ve ordusu da haksız yere onlara saldırmak üzere peşlerine düşmüştü. Sonunda Firavun boğulmak üzereyken şöyle dedi: “Gerçekten inandım ki, İsrâiloğulları’nın iman ettiğinden başka ilah yokmuş! Ben de artık kendini O’na teslim edenlerden biriyim./ ‘Ben de Müslümanlardanım!’ dedi.” (Yûnus 10/90)
“Firavun sihirbazların dediği gibi “âlemlerin rabbine îmân ettim, Mûsâ ve Hârûn’un rabbine” dememiştir. Böylelikle isyandan dönmeyi değil, İsrâiloğullarının kurtulduğu gibi kurtulmayı ümit etmiştir.” (Âlûsî, Rûhu’l-meânî, XI, 181-190)
آٰلْـٰٔنَ وَقَدْ عَصَيْتَ قَبْلُ وَكُنْتَ مِنَ الْمُفْسِد۪ينَ
“Şimdi mi (iman ettin)! Hâlbuki daha önce isyan etmiş ve ifsad edenlerden/ bozgunculardan olmuştun.” (Yûnus 10/91)
Âyet bizim nazarlarımızda üç önemli hakikati veriyor:
1- Boğulmak üzereyken ve korku ile yapılan iman ikrarı geçerli değildir.
2- İsyanı bir ömür kendisine meslek edinmiş birinin iman ikrarı geçerli değildir.
3- Binlerce insanı ifsat eden, yeryüzünü kötülüğe boğan birinin iman ikrarı geçerli değildir.
1- Boğulmak üzereyken ve korku ile yapılan iman ikrarı geçerli değildir.
“Onlardan birine ölüm gelince der ki: ‘Rabbim! Beni geri çeviriniz. Belki terk ettiğim dünyada iyi bir iş yaparım. Hayır; bu onun söyleyip duracağı bir sözdür. Arkalarında yeniden dirilecekleri güne kadar bir engel (berzah) vardır.” (Mü’minûn 23/99-100)
2- İsyanı bir ömür kendisine meslek edinmiş birinin iman ikrarı geçerli değildir.
“Allah’ın kabul edeceği tevbe, cahilce kötülük işleyen, sonra vakit varken tevbe edenlerin tevbesidir. Allah işte bu gibilerin tevbesini kabul eder. Çünkü Allah her şeyi bilen ve hikmetle hüküm verendir.” (Nisâ 4/17)
3- Binlerce insanı ifsat eden, yeryüzünü kötülüğe boğan birinin iman ikrarı geçerli değildir.
“Kötülükleri işleyip dururken, ölüm kendisine geldiği zaman; “şimdi tevbe ettim” diyenler ile kâfir olarak ölenlerin tevbesi makbul değildir. İşte onlara elem verici azab hazırlamışızdır.” (Nisâ 4/18)
فَالْيَوْمَ نُنَجّ۪يكَ بِبَدَنِكَ لِتَكُونَ لِمَنْ خَلْفَكَ اٰيَةًۜ وَاِنَّ كَث۪يرًا مِنَ النَّاسِ عَنْ اٰيَاتِنَا لَغَافِلُونَ۟
“Biz de bugün bedenini, arkandan geleceklere ibret olman için kurtaracağız. Çünkü insanlardan birçoğu âyetlerimizden gerçekten habersizdir.” (Yûnus 10/92)
Genelde bu âyet hakkında söylenenleri biz dört başlık altında toplayabiliriz:
1- Denizde boğulan Firavun’un cesedini İsrâiloğulları görmüştü.
2- O Firavun 2. Ramses’tir; cesedi şu an İngiltere’de müzededir.
3- O Firavun, 2. Ramses’tir; cesedi şu an Kahire müzesindedir.
4- O Firavun, Menephtah’tır; cesedi şu an Kahire müzesindedir.
Hz. Mûsâ, Hz. Hârûn ve İsrâiloğulları için yepyeni bir hayat başlayacaktı. Bu hayat tam 40 yıl sürecekti.
Hz. Mûsâ’nın hayatının 3 önemli devresi vardı:
Gençlik devresi
Olgunluk devresi
Hayatının Son devresi
Biz bu üç devreyi şöyle de anlayabiliriz:
Sarayın içindeki devre
Sarayın dışındaki devre
Sarayın hastalıklarını defetmek için uğraştığı devre
Sizce en zor devre hangisi idi?
“Hz. Mûsâ’nın En Büyük İmtihanı” En büyük imtihanı nedir Hz. Mûsâ’nın? Eğer bu söylediklerimden hemen Benî İsrâil diye cevap verirseniz tam isabet etmezsiniz.
İnanıyormuş gibi davrananlar… Aslında inanmıyor, inanç, iman, tam olarak kalbine yerleşmemiş ama inanıyormuş gibi davranıyor…
İsrâiloğulları’nın 5 temel hastalıkları:
Güvensizlik
Dünyevileşme
Düşmanın tanrısına hayranlık
Merhametsizlik
Nankörlük
Hz. Mûsâ abisi Hz. Hârûn ile birlikte 40 yıl boyunca kavimlerine;
Güveni
Tevhidi
Hürriyeti
İnsaniyeti
Ahlâkı öğretmeye çalıştılar.
فَانْتَقَمْنَا مِنْهُمْ فَاَغْرَقْنَاهُمْ فِي الْيَمِّ بِاَنَّهُمْ كَذَّبُوا بِاٰيَاتِنَا وَكَانُوا عَنْهَا غَافِل۪ينَ
“Biz de âyetlerimizi yalanlamaları ve onlardan gafil kalmaları sebebiyle kendilerinden intikam aldık ve onları denizde boğduk.” (A’raf 7/136)
وَاَوْرَثْنَا الْقَوْمَ الَّذ۪ينَ كَانُوا يُسْتَضْعَفُونَ مَشَارِقَ الْاَرْضِ وَمَغَارِبَهَا الَّت۪ي بَارَكْنَا ف۪يهَاۜ وَتَمَّتْ كَلِمَتُ رَبِّكَ الْحُسْنٰى عَلٰى بَن۪ٓي اِسْرَٓاء۪يلَ بِمَا صَبَرُواۜ وَدَمَّرْنَا مَا كَانَ يَصْنَعُ فِرْعَوْنُ وَقَوْمُهُ وَمَا كَانُوا يَعْرِشُونَ
“Hor görülüp ezilmekte olan kavmi (İsrâiloğullarını), toprağına bolluk ve bereket verdiğimiz yerin doğu ve batı taraflarına mirasçı kıldık. Rabbinin İsrâiloğullarına verdiği güzel söz, onların sabretmeleri karşılığında gerçekleşti. Firavun ve kavminin yaptıklarını ve (özenle kurup) yükselttiklerini yerle bir ettik.” (A’raf 7/137)
وَجَاوَزْنَا بِبَن۪ٓي اِسْرَٓاء۪يلَ الْبَحْرَ فَاَتَوْا عَلٰى قَوْمٍ يَعْكُفُونَ عَلٰٓى اَصْنَامٍ لَهُمْۚ قَالُوا يَا مُوسَى اجْعَلْ لَنَٓا اِلٰهًا كَمَا لَهُمْ اٰلِهَةٌۜ قَالَ اِنَّكُمْ قَوْمٌ تَجْهَلُونَ
“İsrâiloğullarını denizden geçirdik, orada kendilerine mahsus birtakım putlara tapan bir kavme rastladılar. Bunun üzerine: ‘Ey Mûsâ! Onların ilahları olduğu gibi, sen de bizim için bir ilah yap!’ dediler. Mûsâ: ‘Gerçekten siz cahil bir toplumsunuz!’ dedi.” (A’raf 7/138)
Âyette geçen kavmin şunlar olduğu söylenmiştir:
– Hz. Mûsâ’nın savaşmakla emrolunduğu Kenânîler (Taberî, Tefsir IX, 45; Beydâvî, Envâr, II, 624; İbn Kesir, Tefsir, III, 464)
– Bölgenin bilinen ve güçlü bir kavmi olan Amalikalılar (Beydâvî, Envâr, II, 624)
– Lahm ve Cüzame kabileleri (Süyûtî, ed-Dürr, III, 1 14)
– Makfa’da yaşayan Mısırlılar (Mevdûdî, Tefhim, II, 88)
Neden böyle bir tavır sergilediler?
1- Düşmanın tanrısına hayranlıkları
2- Bedenleri özgür olmasına rağmen ruhlarının halen köle olması
3- Allah’a karşı güvensizliklerinden dolayı somut tanrı beklemeleri
4- Allah’ı uzak olarak tahayyül ettikleri için vesileler istemeleri
5- Yönetilecekleri bir tanrı değil yönetecekleri bir tanrı edinme arzusu
اِنَّ هٰٓؤُ۬لَٓاءِ مُتَبَّرٌ مَا هُمْ ف۪يهِ وَبَاطِلٌ مَا كَانُوا يَعْمَلُونَ
“Şüphesiz bunların (din diye) içinde bulundukları şey yok olmaya mahkûmdur. Yapmakta olduklarının hepsi batıldır.” (A’raf 7/139)
قَالَ اَغَيْرَ اللّٰهِ اَبْغ۪يكُمْ اِلٰهًا وَهُوَ فَضَّلَكُمْ عَلَى الْعَالَم۪ينَ
“Mûsâ dedi ki: Allah sizi âlemlere üstün kılmışken ben size Allah’tan başka bir tanrı mı arayayım?” (A’raf 7/140)
وَاِذْ اَنْجَيْنَاكُمْ مِنْ اٰلِ فِرْعَوْنَ يَسُومُونَكُمْ سُٓوءَ الْعَذَابِۚ يُقَتِّلُونَ اَبْنَٓاءَكُمْ وَيَسْتَحْيُونَ نِسَٓاءَكُمْۜ وَف۪ي ذٰلِكُمْ بَلَٓاءٌ مِنْ رَبِّكُمْ عَظ۪يمٌ۟
“Hatırlayın ki, size işkencenin en kötüsünü yapan Firavun’un adamlarından sizi kurtardık. Onlar oğullarınızı öldürüyorlar, kadınlarınızı sağ bırakıyorlardı. İşte bunda size Rabbiniz tarafından büyük bir imtihan vardır.” (A’raf 7/141)
İkinci soru: Firavun ve askerleri boğulduktan sonra neden Hz. Mûsâ Mısır’a dönmedi? İsrâiloğulları ondan bunu talep etmediler mi?
1- Hz. Mûsâ Mısır’ın toprağında değil yaşayanların yüreklerinde işinin olduğunu onlara kavratmak istedi.
2- Firavun ve adamları boğulmuş olsalar bile Mısır’da halen güçlü bir devlet vardı; Hz. Mûsâ onlarla karşı karşıya gelmek istemedi.
3- Allah’ın İsrâiloğulları’na vaad ettiği ve onlara hedef olarak gösterdiği başka sorumluluklar vardı.
4- Peygamberlerin hicreti Allah’ın izni ile olduğu için Allah’ın izni ve muradı da başka olduğu için bir daha dönme hesapları yapılmadı.
“Ya Resûlallah bizim için de bir Zat-ı Envat ağacı yapsan” dedik. Bunun üzerine Hz. Peygamber; “Allahü Ekber, nefsim elinde olan Allah’a yemin olsun ki siz, kavminin Mûsâ’ ya; ‘Bizim için, onların ilahları gibi bir ilah kıl!’ dediği gibi konuştunuz. Mûsâ (as) onlara ‘Siz cahillik yapan bir kavimsiniz’ demişti. Buna göre ‘Siz öncekilerin adetlerini karış karış takip ediyorsunuz.” diyerek cevaplamıştı. (Abdurrezzak b. Hemmam, el-Musannaf, XI, 369; Tirmizi, Fiten, 18; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, V, 218)
Haftaya dönemin son dersini yapacağız; özellikle Hz. Mûsâ’nın aldığı vahiylere ve İsrâiloğulları ile yaşadıklarına şahit olacağız. Onun için “A’raf Sûresi’nin 142. âyetinden 156. âyetine kadar 15 ayeti” dikkatle okuyalım.