Söz olsa da menba‘-ı kerâmet
Kur’ân’a nazîre olmaz elbet.
Kur’ân o Resûl’ü kıldı tavsif
Ahlâk-ı azîmin etti ta‘rîf
Yukarıdaki beyitler, XVIII. yüzyılın en önemli simalarından birisi olan ve divan şiirinin son büyük şairi olarak kabul edilen Şeyh Gâlib’in (ö. 1213/1799) Hüsn-ü Aşk isimli eserinin başında yer alan na‘t kısmındandır.[1] İslâmiyet’in ilk asırlarından itibaren Hz. Peygamber’e (sas) derûnundaki tertemiz sevgisinin tesiriyle en güzel beyitlerle teşekkür etmeye çalışan selefleri gibi Şeyh Gâlib de Resûlullah’ı olabilecek en güzel satırlarla tavsife gayret etmiştir. Bu meyanda inşâd ettiği yukarıdaki beyitler çok anlamlı ve tesirlidir. Şeyh Gâlib, bu beyitlerin ilhamını, Hz. Âişe ile sahâbîler arasında geçen şu konuşmadan almıştır: Resûlullâh’ın vefatının üzerinden bir süre geçtikten sonra Hz. Âişe’ye, onun ahlâkının nasıl olduğu sorulmuş; Hz. Âişe, bu suâle oldukça çarpıcı bir cevap vermişti: “Siz Kur’ân okumuyor musunuz? Onun ahlâkı Kur’ân’dı.” [2] Ayrıca yine bu suâl karşısında Kur’ân’ın şu âyetini bilmez misin? diyerek “Sen elbette yüce bir ahlâk üzeresin.” meâlindeki Kalem sûresi 4. âyeti hatırlattığı ifade edilmiştir. [3]
Hz. Peygamber’in (sas) hayatının Kur’ân’ın tefsiri olması, Hz. Peygamber döneminde anne olma mefhumunu anlamak için öncelikli olarak Kur’ân âyetlerine başvurmamızı gerektirmektedir. Hz. Peygamber’in nâzil olur olmaz tebliğ ettiği Kur’ân âyetleri içerisinde annelik ile ilgili olarak İsrâ sûresi 23-24. âyetlerde şöyle buyurulmaktadır. “Rabbin, kendisinden başkasına asla ibadet etmemenizi, anaya-babaya iyi davranmanızı kesin olarak emretti. Eğer onlardan biri ya da her ikisi senin yanında ihtiyarlık çağına ulaşırsa, sakın onlara “öf” bile deme; onları azarlama; onlara tatlı ve güzel söz söyle. Onlara merhamet ederek tevazu kanadını indir ve de ki: “Rabbim! Tıpkı beni küçükken koruyup yetiştirdikleri gibi sen de onlara acı.” Annelikle ilgili bir diğer âyet ise şu şekildedir: “Biz insana anne babasına iyi davranmayı emrettik. Annesi onu ne zahmetle karnında taşıdı ve ne zahmetle doğurdu! Onun (anne karnında) taşınması ve sütten kesilme süresi (toplam olarak) otuz aydır. Nihayet olgunluk çağına gelip, kırk yaşına varınca: ‘Bana ve anne babama verdiğin nimetlere şükretmemi, senin razı olacağın salih amel işlememi ilham et. Neslimi de salih kimseler yap. Şüphesiz ben sana döndüm. Muhakkak ki ben sana teslim olanlardanım.’ der.” [4]
Kur’ân âyetleri, öncelikli olarak bir annenin evlâdı için, sonrasında anneliğin İslâm toplumu için önemi ve değerini net bir şekilde belirlemiştir. Her ne kadar âyetlerde ana-baba bir arada zikredilmişse de Cenâb-ı-Hakk’ın evladı üzerindeki emeği ve çilesi nokta-i nazarından anneye verdiği fazla pâye, alıntıladığımız ikinci âyette net bir şekilde görülmektedir. Bilindiği üzere ebeveynden annenin yavrusu üzerindeki hak ve emeği hamileliğin ilk anlarından itibaren başlar. Babanın yavrusuyla tanışıp bağ kurması, emek çekmesi için ise 9 ay beklemesi gerekecektir. İşte öncelikli olarak bu dokuz aylık fark, sonrasında Allah’ın annelerin kalbine yerleştirdiği özel merhamet duygusunun evlad üzerindeki ömürlük izdüşümleri, evladı üzerindeki hak ve hukuku açısından anne-baba arasındaki önemli derece farkını belirlemektedir. Âyetlerin ihsas ettirdiği bu hususun Hz. Peygamber’in (sas) söz ve uygulamalarındaki izdüşümünü gösteren en etkili rivayet ise şu şekilde kayda geçmiştir: Bir sahâbî Hz. Peygamber’e gelerek: “Benim ilgimi, dostluğumu ve yakınlığımı (بحسن صحابتي) en çok hakeden kimdir?” diye sorar. Hz. Peygamber “Annendir” der. Sahâbî, “Sonra kimdir?” diye sorunca, Hz. Peygamber “Yine annendir” buyurur. Sahâbî, “Sonra kimdir?” diye tekrar sorunca, Hz. Peygamber “Sonra yine annendir” der. Sahâbî, vazgeçmez ve sorusunu yineler: “Sonra kimdir?” Bu sefer Hz. Peygamber “Sonra babandır” diye cevap vermiştir. [5]
Hz. Peygamber’in (sas) ashâbı içerisindeki her bir bireyle, en üst düzeyde empati kurup onların gönüllerine girdiği, ahlâkı, sosyal ilişkileri ve ilkeli yaşantısıyla hayranlık uyandırdığı bilinen bir husustur. Toplum içerisinde onun en üst düzeyde empati kurduğu kimseler arasında anneler bulunmaktadır. Öyle ki Hz. Peygamber, anneler üzülmesin diye “Gözümün nuru” diye tanımladığı, farzların dışında günlük hayatı içerisinde bulduğu her fırsatta nafile olarak ikâme eylediği namazda okuyacağı sûreleri kısaltma yoluna gitmiştir. Bu duruma ashâbına izah ederken, çoğu kez namaza durduğunda içinden uzunca kıldırmayı geçirdiğini, ancak bu niyetini bir türlü gerçekleştiremediğini söylemiştir. Sebebini de kadın cemaat arasında bir bebek ağlaması sesi işitince annesinin ne kadar telaşa kapılacağını tahmin ettiğini ve namazı çabuk bitirme gereği duyduğunu söyleyerek izah etmiştir. [6] Yine bir keresinde sabah namazını en kısa iki sûreyle [7] kıldırınca namaz bitiminde bir sahâbî [8] “Daha önce hiç kıldırmadığın kadar kısa kıldırdın.” demiş Resûlullah; arkadan, kadın saflarından gelen bir çocuk ağlaması sesi sebebiyle böyle davrandığını izah etmiştir. [9] Bu hadise, 14 asırdır sayısız hutbe ve vaaza konu olmuş önemli bir hadisedir. Muhtemelen kıyamete kadar da Müslümanlar arasında önemli bir tebliğ unsuru olarak anlatılacak, üzerinde tefekkür edilecektir. Yine de ümmeti içerisinde Hz. Peygamber’in empati düzeyinin ne denli yüksek olduğunu en iyi anneler anlayacak, bu hadise en çok onları yüreğinden yakalayacaktır. Çünkü, bir camide minicik bebeğini yanına serdiği bir bezin üzerine bırakarak tekbir getiren bir annenin, yavrusunun ağlamaya başlamasıyla yaşadığı çaresizliği ve selam vererek yavrusunu kucağına alma isteğini ancak o duygusal bağı yaşamış birisi hakkıyla anlayacak, idrak edecektir.
Hz. Peygamber (sas), günlük hayatında her fırsatta yukarıda ana hatlarını çizdiğimiz ilkeler doğrultusunda annelerin mikro düzeyde aile, makro düzeyse ise toplumun inşâsında taşıdığı değer ve önemi sahâbîlerine tebliğ etmiştir. Tebliğ ettiği ilkeleri herkesten önce hayatında uygulayan bir peygamber olarak küçük yaşta kaybettiği annesine olan sevgi ve vefâsını kabrini ziyaret edip gözyaşı dökerek göstermiştir. [10] Biyolojik olarak annesi olmamakla birlikte öz evlatlarından daha fazla kendisini gözeten yengesi Fâtıma bint Esed’in kefenlenmesi için kendi dikişli elbisesini (kamîs) vermiş, naaşını bizzat kendisi kabre indirmiş, gözyaşları içerisinde “Annemden sonra annemdi.” diyerek iyiliklerini sayıp dökmüş ve mekânının cennet olması için dua etmiştir. [11] Ümmehâtü’l-mü’minîn arasında Hz. Peygamber nezdindeki değeri herkesçe bilinen Hz. Âişe’nin Resûlullah’ın, hatırasına gösterdiği hürmet ve vefadan ötürü en çok Hz. Hatice’yi kıskandığını itiraf ettiği bilinen bir husustur. Hz. Peygamber’in, Hz. Hatice’ye duyduğu vefanın gerekçelerini sıralarken, herkes kendisini yalanlarken onun tasdik ettiğini, herkes malını canını esirgerken onun varını yoğunu hizmetine sunduğunu bildirdiği konuşmasının sonu ise dikkat çekicidir. “… ve de çocuklarımın annesiydi. Allah bana eşlerim arasında yalnızca ondan çocuk ihsân eyledi.” [12]
Hz. Peygamber’in (sas) anne hassasiyetini ortaya koyan sayısız uygulama mevcuttur. Anneler lehine hüküm verdiği davalar bunlar arasında önemli bir yere sahiptir. Hz. Peygamber’e gelen bir kadın, yanında getirdiği oğlunu göstererek onu doğurduğunu, emzirdiğini, her türlü bakımıyla ilgilendiğini, şimdi ise kocasının boşanıp oğlunu da elinden almak istediğini söyleyince Hz. Peygamber, kadının haklılığına hükmetmiş ve çocuğun annede kalmasını sağlamıştır. [13] Yüreği yana yana işlediği bir günah için çıkış yolu arayan bir sahâbîye yine annesini işaret etmiştir. İlgili rivayet şu şekildedir. Bir sahâbî Hz. Peygamber’e gelir ve “Çok büyük bir günah işledim. Benim için bir kurtuluş yolu var mıdır?” diye sorar. Resûlullah bu soruya şöyle bir soruyla karşılık vermiştir: “Annen yaşıyor mu?” Sahâbî “hayır” deyince sorusuna şöyle devam etmiştir: “Teyzen hayatta mı?” Sahâbî hayatta olduğunu söyleyince de tevbesinin kabul olunması için ona iyilik ve ihsanda bulunmasını tavsiye etmiştir. [14] Mekke’nin fethine kadar, Medine’de güçlü bir Müslüman toplumun oluşması için biat eden herkese hicreti şart koşan Resûlullah’ın, annelik söz konusu olduğunda bu hususta da istisnalar uyguladığı dikkatleri çekmektedir. Yemen’den Medine’ye hicret eden bir sahâbîye, arkasında bıraktığı kimse olup olmadığını sormuştur. Anne ve babasını geride bıraktığını öğrenince, hicret için onlardan izin alıp almadığını suâl etmiştir. İzin almadığını öğrenince “Git, onlardan izin iste, verirlerse ne âlâ! Ama eğer izin vermezlerse orada kal. Onlara iyilik ve ihsanda bulun!” demiştir. [15] Yine “Sana hicret ve cihâd üzere biat ediyorum.” diyen bir kimseye anne ya da babasının hayatta olup olmadığını sormuş, hayatta olduklarını öğrenince de yanlarına gidip hizmetlerinde bulunmasını söylemişti. [16]
Hz. Peygamber’in (sas) anne hassasiyeti yalnızca Müslüman annelere münhasır değildir. Müşrik ya da Yahudi annelere karşı da azami düzeyde hassasiyet göstermiştir. Benî Kurayza Gazvesi (5/627) sonrası Müslümanlar arasında pay edilecek gerekse satılacak esirler içerisinde bulunan büluğa ermemiş çocukların, annelerinden ayrılmasını yasaklamıştır. Annesi olmayan küçük çocuklar müşriklere ya da Yahudilere satılmamış, Müslümanlar tarafından satın alınmıştır. [17] Muhtaç duruma düşüp yanına gelen müşrik annesiyle ilgilenmesinde bir beis olup olmadığını soran Esmâ bint Ebû Bekîr’e, annesiyle ilgilenmesi için izin vermiştir. [18]
Dosdoğru bir şekilde tebliğ ettiği Kur’ân âyetleriyle ve adeta Kur’ân’ı tefsir eder gibi yaşadığı örnek hayatıyla Hz. Peygamber İslam toplumunun temelini atmıştır. Meyveli ve bereketli bir ağacın nüvesini taşıyan bir çekirdek misali özlü ve hikmetli olan bu temelde, ailenin yapıtaşı olarak annelerin yeri ve önemi büyüktür. Hz. Peygamber’in hayatı, annelere, anneliğe, biyolojik olarak anne olmadığı halde anne gibi davranan kadınlara yönelik sevgi ve hürmet örnekleriyle doludur.
Dinini Kur’ân âyetlerinden, Hz. Peygamber’in (sas) bizzat yaşayarak yaptığı tefsirden ve bu tefsirin geleneğimizdeki izdüşümlerinden öğrenen günümüz ümmet fertlerinin üzerine düşen, Hz. Peygamber’in annelerle ilgili verdiği mesajı doğru anlayıp “Yakınlığımızı, vefâmızı, iyilik ve şefkati” en çok hakeden kimsenin annelerimiz olduğunu her daim hatırda tutmaktır.
Doç. Dr. Fatımatüz Zehra Kamacı
Siyer İlim, Kültür ve Tarih Dergisi Ekim-Kasım-Aralık 2019/12 Sayı
İrtibat ve Detaylı Bilgi İçin: 0212 550 0 571
Whatsapp Abone Hattı: 0531 660 50 18
www.siyerdergisi.com
[1] Şeyh Galib, Hüsn-ü Aşk (sadeleştiren. Ozan Yılmaz), İstanbul 2018, s. 22.
[2] Dârimî, es-Sünen (nşr. Abdülganî Mestû), Beyrut 2006, “Salât”, 165; Müslim, “Salâtü’l-Müsâfirîn”, 139.
[3] İbn Mâce, “Ahkâm”, 14.
[4] Ahkâf 46/15.
[5] Buhârî, “Edeb”, 2; Müslim, “Birr”, 1.
[6] Abdürrezzâk, el-Musannef (nşr. Habîbürrahmân el-A‘zamî), I-XI, Beyrut 1983, II, 365; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, Lübnân 2004, III, 109; Ebû Avâne, el-Müsned (nşr. Eymen b. Ârif ed-Dımaşkî), I-V, Beyrut 1998, I, 421; Şâmî, Sübülü’l-hüdâ ve’r-reşâd fî sîreti hayri’l-‘ibâd (nşr. Âdil Ahmed-Ali Muhammed), I-XIV, Beyrut 1993, VII, 27.
[7] Bir rivayette iki âyet okuyup rükûya vardığı ifade edilmiştir. Bk. Dârekutnî, es-Sünen (nşr. Şuayb el-Arnaûd ve dğr.), I-VI, Beyrut 2004, II, 85-86; İbn Hacer, el-İsâbe fî temyîzi’s-sahâbe (nşr. Ali Muhammed Muavviz-Âdil Hamîd Abdülmevcûd , I-IX, Beyrut 2005, V, 230; Şâmî, VIII, 189. Yine ilk rekâtta 60 âyet okuduğu halde ikinci rekâtta 3 âyet okumakla yetindiği bildirilmiştir. Bk. İbn Ebû Şeybe, el-Kitâbü’l-Musannef fi’l-ehâdîs ve’l-âsâr (nşr. Kemâl Yûsuf el-Hût), I-VII, Beyrut 1989, I, 407. Bir diğer rivayette ise ilk rekâtta okuduğu sûreyi kısaltarak ikinci rekâtta da okuduğu söylenmiştir. Bk. Şâmî, VIII, 124.
[8] Bu sahâbînin Ebû Sa‘îd el-Hudrî ya da Mu‘âz olduğu bildirilmiştir.
[9] Bûsirî, İthâfü’l-hıyere bi zevâidi’l-mesânidi’l-‘aşere (nşr. Ebû Abdurrahmân ve dğr.) I-XI, Riyad 1998, II, 345; İbn Hacer, el-Metâlibü’l-‘âliye bi-zevâ’idi’l-mesânîdi’s-semâniye (nşr. Sa’d b. Nâsır b. Abdullâh el-Aziz), I-XIX, Riyad 1998-2000, I, 122; Şâmî, VII, 28-29.
[10] Müslim, “Cenâiz”, 105-106.
[11] Hâkim, el-Müstedrek ale’s-Sahîhayn (nşr. Mustafa Abdülkadir Atâ), I-IV, Beyrut 1990, III, 116; Heysemî, Mecme‘u’z-zevâid ve menbe‘u’l-fevâid (nşr. Hüsâmüddîn el-Kudsî), I-X, Kahire 1994, IX, 256.
[12] Süheylî, er-Ravdü’l-ünüf (nşr. Mecdî b. Mansûr b. Seyyîd), I-IV, Beyrut ty, I, 415.
[13] Abdürrezzâk, VII, 153; Ebû Dâvud, “Talâk”, 35; Şâmî, IX, 299.
[14] Tirmizî, “Birr”, 6; Şâmî, IX, 323.
[15] Ebû Dâvud, “Cihâd”, 31; Şâmî, IX, 106.
[16] Müslim, “Birr”, 6; Şâmî, IX, 317.
[17] Ahmed b. Hanbel, I, 319, 352; Şâmî, IX, 129.
[18] Buhârî, “Cizye”, 18; Ebû Dâvud, “Zekât”, 34; Şâmî, IX, 317.