Özet
Allah katında yegâne din olan İslâm, tüm insanlığın yaratılışta kazandığı değerlerin himayesi ve yaşatılması için elçiler vasıtasıyla gönderilmiştir. Hz. Adem’den peygamberimize gelinceye kadar gelen ve geçen tüm peygamberler bunun mücadelesini vermişlerdir. Peygamberlerin bu çabaları davet olarak isimlendirilir. Son peygamber Hz. Muhammed de (s.a.s) 23 yıllık bir davet yapmıştır. Büyük İslâm medeniyetinin temelleri bu davetle atılmıştır. Hz. Peygamber’in bu davetinin, usul ve muhteva olmak üzere iki boyutu vardır. Bu makalede içerik boyutu üzerinde durulmuş ve önemli bir örnek olması münasebetiyle Birinci Akabe Biati’ne dikkat çekilmiştir. Zira bu tarihi vaka, neyin davetinin, ilk kez İslâm’la şereflenecek insanlara sunulacağının harika bir örneğidir. Bu örneği daha sonra Hudeybiye Musalahası akabindeki süreçlerde Mekke’den Medine’ye hicret edecek kadınlardan adeta Medine’de Müslümanlarla birlikte yaşamanın sorumluluklarının anlaşılması bağlamında Mümtehine Sûresi 12. ayet bağlamında alınan biatte de görmek mümkündür. Buna istinaden tarihçilerimiz Birinci Akabe Biati’ni, kadınlar biatinin şartları üzerine yapılan biat olarak tavsif etmişlerdir. Bu maddeler tevhid, mal emniyeti, can emniyeti, namus emniyeti, iftiradan uzak kalmak ve itaatin ölçüsü olarak maruf şeklinde özetlenebilir.
Giriş
Davet, iyi ve güzel olanın yaygınlaştırılması, çirkin ve kötü olanın ise engellenmesine yönelik çabalar bütünü olarak değerlendirilebilir. Bu yönüyle davet, sadece sözlü ve bireysel bir çabayı değil topyekûn mü’minlerin ortak bir usulünü de gerektiren niteliklere sahiptir. Davet, tebliğ ve irşad, davetin muhtelif veçhelerini ifade eden kavramlardır. Özde her biri daveti niteler. Bu alanlarda yüzlerce çalışma yapılmıştır. Davetin insana dönük yapısı nedeniyle her dönemde güncellenen yöntem ve usullere ihtiyacının olduğu izahtan varestedir. Doğrusu usul meselesi çok önemli olmakla birlikte muhteva usulden önce gelir.
Bu makalede, davet açısından muhtevaya dönük müzakerelere katkı sağlamak üzere Birinci Akabe Biati üzerinde durulacaktır. Tarihsel zemini ortaya konduktan sonra davet ve tebliğ açısından değerlendirilecektir.
Akabe Görüşmeleri ve Biatleri
Hz. Hatice ve Ebû Talib’in vefatı sonrası Allah Resûlü, Mekke’de hayat şartlarının Müslümanlar açısından daha da zorlaştığını fark etmiş olsa gerektir. Bu muvacehede Taif’e bir yolculuk yapmış, orada destek aramıştır. Ancak Taif denemesi olumsuz neticelenmiş, Mekke’ye tekrar girebilmek için eman verecek birilerini aramıştır. Mut’im b. Adiy ve ailesi bu desteği vermiş ve Allah Resûlü Mekke’ye ancak eman ile dönebilmişti. Hz. Peygamber, yeni yurt arayışına hicret öncesi beş yıl içinde başlamış olabilir. Bu süreç Akabe görüşmelerinin başladığı risaletin onuncu yılına kadar devam etmiştir.
Allah Resûlü, her hac mevsiminde ziyarete gelen hacı adaylarının konakladıkları yerlere gider ve kabile reislerine davette bulunurdu. Bu süreçlerde Mekkeli müşriklerin önleyici girişimleri de olmuştur. Akabe görüşmeleri Hz. Resûl’ün bu çabalarının neticesi olarak başarılmıştır.
Hicret öncesi süreçte üç Akabe görüşmesi olmuştur. Bunlardan ilki görüşme şeklinde geçmiş ve herhangi bir sözleşme ve biatleşme gerçekleşmemiştir. İbn Hişam’ın sıralamasına göre Allah Resûlü, davet için gittiği kabile reislerine kendisini tanıtıp Allah’a kulluğa davet ediyor, ardından İslâm’ı arz ediyordu. Kur’an tilavetiyle görüşmeyi tamamlıyordu. Risaletin onuncu yılında yine bir hac mevsiminde Allah Resûlü kabilelere gitti. Konaklama yerlerinde ve panayır alanlarında görüşmeler yaparak kendisini tanıtıp himaye talebinde bulundu. Nihayet Yesribli yani Medine’den altı kişi peygamberimize kulak verdi. Bu görüşme daha çok bir mülakat tarzında gerçekleşmiştir. Herhangi bir sözleşme yapılmamıştır. Bununla birlikte davet ve himaye talebi zikredilmiştir. Burada İslâm’a dair bir ilginin ve talebin oluştuğu söylenebilir. Ertesi yıl tekrar buluşmak üzere bir vaadleşme de olmuştur.
Akabe görüşmelerini tarihe işleyen buluşma birinci görüşmenin ertesi yılında gerçekleşen ve Medineli on iki kişinin katıldığı buluşmadır. Burada yapılan biat ile adeta Müslüman olmanın ana ve ilkesel sorumlulukları sıralanmıştır. Bu hususlar şöyle tespit edilebilir:
1. Allah’tan gayri varlıklara kulluk etmemek
2. Hırsızlık etmemek
3. Haksız yere cana kıymamak (ve kıyılmasına razı olmamak)
4. Zina etmemek
5. İftirada bulunmamak
6. Maruf olan konularda elçiye isyankâr davranmamak
Bu maddelerin yorumlanması sadedinde değerlendirilebilecek ek maddeler de kaynaklarda yer almıştır. Ancak bu hususlar ana mihveri oluşturmuştur. Bu biatler Hudeybiye Musalahası sonrası süreçlerde hicret eden kadınlardan alınan biatlerle benzerlik arz ettiğinden[1] tarih ulemasınca Kadınlar Biati olarak isimlendirilmiştir.
Davet Muhtevası Olmak Yönüyle Birinci Akabe Biati
İnsanın yaratılıştan kazandığı temel değerler, Allah’ın insana bahşettiği yaşam kurallarını ifade etmektedir. Bu kurallar ilk peygamberden son elçi Allah Resûlü Hz. Muhammed’e kadar tüm peygamberlerin davetinin özünü oluşturmaktadır. Bu öz, temel sabitelerdendir. İşte Birinci Akabe Biati bu temel özün ifadelendirildiği tarihi nokta olmuştur. Bir benzetme yapacak olursak İslâm yapısal olarak bir cevize benzetilebilir. Cevizin kendisi içidir. İçi koruyan unsurlar ise kabuk vesairedir. Şayet cevizin içi var ise kabuğu ve çevreleyen unsurları çok kıymetli ve hayatîdir. Ancak cevizin içi yok ise veya çürümüş ise kabuk ve diğer çevreleyici unsurlar varlık sebebini kaybetmiş olmaktadırlar.
Allah’ın dini, insanın reddetmesi mümkün olmayan dindir. İnsan kaçınabilir ancak hakikatini reddetmesi mümkün değildir. Zira bu ilkelerden bir tanesini bile ihmal ederek en küçük toplumsal yapıyı yani aileyi ayakta tutmak mümkün olmaz. Eğer ayakta duruyor görüntüsü var ise taraflardan biri zulme maruz kalıyor demektir. Zira Birinci Akabe Biatı ile Müslümanlığı yeni kabul etmiş ve bu tercihlerinin çerçevesini anlamak için soru soran Medineli çiçeği burnunda Müslümanlara Allah Resûlü, Müslüman olmakla yüklenmiş oldukları özellikle topluma dönük sorumlulukları bir çırpıda sıralamıştır. İnsanın köleleştirilmesi ve insanın nefsini ilahlaştırmasına karşı yalnızca Allah’a kulluğu ilke olarak ortaya koymuştur. İnsanın malını, canını ve şeref ve haysiyetini koruma altına almayı ve buna hürmet etmeyi mü’min olarak verilmesi gereken bir söz yapmıştır. Bir başka ifadeyle davetinin anlamını bu sıralama ile somutlaştırıp anlaşılır hale getirmiştir. Sayılan bu hususların adeta imamesi konumunda olan insanın insanla olan itaat ilişkisinin zeminini ifade eden ilkeyi ise Allah’ın elçisi bir peygamber üzerinden örnekle ortaya koymuştur. Bu da maruf yani iyi ve güzel olan hususlarda Allah Resûlü’ne isyankâr tutum içinde olunmaması kuralına bağlanmıştır. Böylece insanlar arası karşılıklı itaatin de zemini maruf kavramıyla çerçevelendirilmiştir.
Birinci Akabe Biati’nin, İslâm daveti açısından temel bir muhteva metni olduğu aşikardır. Allah Resûlü’nün henüz Müslümanlığı tanıyan insanlara risalet davetinin ne anlama geldiğini ifade mahiyetinde saydığı bu altı madde, hayatın üzerine inşa edildiği huzur ilkeleridir. Bu durum daha sonra Mümtehine Sûresi 12. ayet ile Mekke’den hicretle Medine’ye yerleşmek isteyen Müslüman hanımlardan, Medine’de yaşamanın yani Müslüman bir toplumda yaşamanın şartlarını kabul bağlamında Allah elçisine söz verip biat etmeleri ve Allah Resûlü’nün de bu biatı alması şeklinde tezahür etmiştir.
Sonuç
Geçmişten bugüne insanlığın hak batıl mücadelesinde öncülüğü peygamberler yapmıştır. Peygamberlerin davet ve tebliğ faaliyetlerinin muhtevasını en net ve anlaşılır şekilde yansıtan tarihi vaka Birinci Akabe Biatı’nda Allah Resûlü’nün Medineli taze Müslümanlardan aldığı biat unsurlardır. Bu hususlar daha sonra özel bir şekliyle Kadınlar Biatı şartlarını ifade eden Mümtehine Sûresinin 12. ayetinde yer almıştır.
Bugün İslâm davetini yapma adına bir pay sahibi olmak isteyen her mü’minin, İslâm’ı anlatmaya bu hususlardan başlamaları gerektiğini tarihi bir vaka olarak Birinci Akabe Biatları’nın şahitliğinde ifade etmek istiyorum. Zira bunlara riayet etmeden bir toplum inşa etmek asla mümkün değildir. Bu ilkeler açık ve gayet anlaşılırdır. Bu ilkelere kimse kayıtsız kalamaz. Bu ilkelere kayıtsız kalarak mutlu bir yuva kurmak bile imkânsızdır. Bu ilkeler farklı söylemlerle formüle edilip sloganlaştırılabilir. Bir örnekle sözü tamamlayalım:
– Köle olmayacağız, köleleştirmeyeceğiz.
– Kimsenin malına haksız tarizde bulunmayacağız.
– Haksız bir şekilde insanın canına kıyılmasına razı olmayacağız.
– İnsanın iffetine hürmet edeceğiz.
– İnsanın değersizleştirilmesini ifade eden iftiradan uzak duracağız.
– Birbirimize iyi ve güzel şeylerde itaat etmekten kaçınmayacağız.
Doç. Dr. Cafer ACAR
Siyer İlim, Kültür ve Tarih Dergisi Ocak-Şubat-Mart 2020/13 Sayı
İrtibat ve Detaylı Bilgi İçin: 0212 550 0 571
Whatsapp Abone Hattı: 0531 660 50 18
www.siyerdergisi.com
[1] Mümtehine 12.