Sözlükte, “haber vermek, hazır bulunmak, gözle görmek, bilmek ve şahit olmak” manalarına gelen şehâdet kelimesinden türeyen şahit kelimesi, fıkhî bir terim olarak “Bir kimsenin başkası üzerindeki bir hakkını kesin bir bilgiye dayanarak haber vermek” manasında kullanılır. Bu tanımda yer alan “haber veren” kişiye şahit denir. Bu bağlamda şahitliğin gerçekleşmesi için bu fiilin mahkeme/yargı huzurunda olması gerekir. Şahit, şehîd kelimesiyle genel olarak aynı anlama gelse de aralarında ince farklar bulunmaktadır. Şehîd kelimesi, Arapçada sıfat-ı müşebbehe kalıbından şahitle aynı kökten (ş-h-d) türemiş bir kelimedir.
Bu bağlamda şahit, gördüğüne, duyduğuna bir defaya mahsus veya gerek duyulduğunda tanıklık eden kişi, şehîd ise sıfat-ı müşebbehe kalıbının kazandırdığı mana gereği şahitliğin mükemmel olması, çokluğu, bu fiilin kişide süreklilik arz etmesi ve adeta onun bir niteliği hâline gelmesi durumunu ifade etmektedir. Nitekim her iki kavram da Resûlullah için Kur’ân-ı Kerîm’de zikredilmiştir. “Yine o gün her ümmetin içinden kendileri hakkında birer tanık (şehîd) çıkaracağız. Seni de bu kimseler hakkında tanık (şehîd) yapacağız.” (Nahl 16/89) âyet-i kerîmesinde buyrulduğu üzere Resûlullah’ın şahitlik edeceği toplulukların çokluğu, onun şehîd vasfıyla anılmasının nedenlerinden biridir.3
Geniş bir anlama sahip olan şahitlik, Kur’ân-ı Kerîm’de Hz. Peygamber’le (sas) ilgili kullanıldığı bağlama göre farklı anlamlar kazanmıştır. Hz. Peygamber’le ilgili Kur’ân-ı Kerîm’de şahit kavramı, iman, inkâr, hak ve adâlet konusunda ümmete ve insanlığa tanıklık (Nisâ 4/41, Nahl 16/84, Nahl 16/89, Ahzâb 33/45, Hac 22/78), insanlığa ve Müslümanlara örneklik (Bakara 2/143) anlamlarında kullanılmıştır.
Hz. Peygamber’in (sas) Allah’ın varlığını, birliğini, emir ve yasaklarını, insanlara indirilenleri tüm yönleriyle bilmesi, bu bildiklerine şahit olarak, yaşayışıyla bu konuda üstün bir gayret göstermesi ve örnek olması şehîd sıfatıyla anılmasının nedenleridir.
Allah Teâlâ, tüm peygamberleri tebliğ vazifelerinin yanında Hakk’ın şahitleri olarak göndermiştir. Âlemlere rahmet olarak gönderilen Hz. Peygamber (sas) yaşamından ahirete kadar ümmetinin şahidi olacaktır. Nitekim bu hakikati Kur’ân-ı Kerîm ve hadîs-i şerifler haber vermektedir.
Kur’ân-ı Kerîm’e Göre Hz. Peygamber’in Şahitliği
Hz. Peygamber’in (sas) şahitliğini iki kısımda ele alabiliriz. Bunlardan biri uhrevî ve umumî şahitliği diğeriyse dünyevî konularda şahitliğidir. Resûlullah’ın (sas) uhrevî şahitliği dünyevî konulardaki şahitliğinden çok daha kapsamlıdır. Tefhîmu’l-Kur’ân adlı tefsir eserinin müellifi Mevdûdî, şehadeti üç bölümde ele almıştır. Bu bölümlemeyi Resûlullah’ın şahitliği konusunda da yapmamız mümkündür.
1- Sözde şahitlik
2- Uygulamada şahitlik
3- Âhirette şahitlik.
Resûlullah’ın Allah’ın varlığını ve tevhidi hakkıyla idrak etmesi, Allah’ın emir ve yasaklarına vakıf olması, güzel ahlâkı anlatması sözde şahitlik, bildiklerini ve topluma tebliğ ettiklerini bizzat hayata geçirmesi uygulamada şahitlik kapsamına girmektedir.4 Bu iki tür şahitliğin bir arada oluşu Resûlullah’ın tebliğinin başarısının teminatı olmuştur. Kültürümüzdeki “özüyle sözü bir olmak” deyimiyle ifade edebileceğimiz Resûlullah’ın bu niteliği, ona her yönden saldıran düşmanları tarafından dahi aksi iddia edilmemiş bir erdemdir. Resûlullah’ın şahitliği çerçevesinde bu örneklik, günümüz Müslümanlarına İslâm’ın tebliğinde en önemli kılavuzlardan biridir.5
Kur’ân-ı Kerîm’de Hz. Peygamber’in (sas) ümmeti üzerinde şahitliği, ümmetinin “vasat ümmet” olmasıyla doğru orantılı olarak zikredilmiştir. Kur’ân-ı Kerîm’de Yüce Allah şöyle buyurmuştur: “İşte böylece, siz insanlara şahit olasınız, peygamber de size şahit olsun diye sizi aşırılıklardan uzak (vasat) bir ümmet yaptık.” (Bakara, 2/143) Burada vasat ümmet kavramından maksadın, ne tamamıyla maddî/dünyevî zevklere kapılıp materyalistleşen, ne de din adına dünyadan el etek çekip katı bir ruhbanlığı benimseyen manasında kullanıldığı müfessirlerce belirtilmiştir. Dahası kavram, fıtrî dengeyi muhafaza etmeyi ifade etmektedir. Vasat ümmet vasfı, adil olmayı, geçmiş ümmetlerin yaptığı gibi dinde aşırılığa gitmemeyi, sosyal ve toplumsal hayatta dengeli olmayı ve Resûlullah’ın sünnetine ittiba etmeyi ifade etmektedir. Bu âyet-i kerîmede Müslümanların vasat ümmet kılınarak insanlar üzerinde Hakk’ın şahitleri (şühedâ) olmaları yönünde ilahî bir vazifeyi yüklendikleri anlaşılmaktadır. Mezkûr âyet-i kerîmede şehîdler (şühedâ) kelimesi, şahit kelimesinin çoğulu olarak “cennetliğine şahit olunan kimse” anlamından ziyade, kelimenin İslâmî litereatürde delalet ettiği diğer anlamlardan âdil, dürüst, mutedil ve örnek alınan anlamlarıyla kullanılmıştır. Âyetin devamında “Resûlullah da sizin üzerinize bir şahit ve sizin için ardına düşülecek bir önder olsun” buyrularak Müslümanlara, Resûlullah’ın rehberliğinde tüm insanlığa önderlik edecek, imamlık yapacak bir ümmet olma misyonu yüklendiği anlaşılmaktadır. Ele aldığımız âyette ümmetin Resûlullah’a, Resûlullah’ın da ümmetine şahit olması iki taraflı olup bu iki olgunun gerçekleşmesi birbiriyle bağlantılıdır. İslâm ümmeti vasat ümmet olmayı hedefleyerek insanlığa şahit (örnek, rol model) olur, böylece Resûlullah’ın da gerçek anlamda şahitliğine ve örnekliğine nail olunur. Hz. Peygamber’in ümmeti, sünnet-i seniyyeyi söz ve fiilleriyle tatbik ederek dünya üzerinde yapıp ettiklerinde Resûlullah’ı şahit tutar. Bu durum sahâbe-i kirâmda vücut bulmuş, onlar birçok amellerine “Resûllah’ı şöyle yaparken gördük, Resûlullah’tan şöyle işittik.” gibi ifadelerle onu şahit tutmuşlardır.
İslâm ümmeti, vasat ümmet olma hedefinden uzaklaştığı takdirde Resûlullah’ın onlar üzerinde şahitliği gerçekleşmez. Bu durumda Müslümanlar, Resûlullah’ın önderliğini terk edip, hak, hakikat, doğruluk, adâlet ilkelerinden saparlarsa insanlığa şahit olamazlar. Başka kavimlerin ve ideolojilerin önderliği altına girerler ki bu da dinî, manevî, dünyevî birçok açıdan Müslümanların karakteristik özelliklerini kaybetmelerine yol açar. Böylece Müslüman toplum kimliğinden uzaklaşmış ve özüne yabancılaşmış olur. İslâm kültür ve medeniyetinin nuruyla yoğrulan kalplerin yerini dünyevî ideolojilere saplanmış taklitçi zihinler alır. Bu durum ise Hz. Peygamber’in (sas) ümmetini gerek hakiki gerekse mecazî anlamda esarete duçar edebilir.6 Hâlbuki Resûlullah’ın şahitliği (örnekliği) ışığında İslâm ümmeti, dünya görüşünü insanlığa numûne-i imtisal olarak sunan, ilim, bilim, medeniyet alanında, dünyevî işlerde, inanç ve ibadet konusunda, maneviyatta insanlığa son sözü söyleyen bir konumunda bulunmalıdır.
Resûlullah’ın şahitliğinden söz eden başka bir âyet-i kerîme onun tebliğine dair bazı çıkarımların yapılmasına imkân tanımaktadır. Şöyle ki “Ey Peygamber! Şüphe yok ki, Biz seni bir şahit ve bir müjdeci ve bir korkutucu olarak gönderdik.” (Ahzâb 33/45.) şeklinde buyrulması Allah’ın Resûlullah’ı, dini tebliğde zorlayıcı değil; şahit/örnek, uyarıcı ve müjdeleyici vasıflarıyla gönderdiğini göstermektedir. Kur’ân’ın Resûlullah katı ve kaba davransaydı insanların onun etrafından dağılıp gideceğini anlatması bu âyeti destekler mahiyettedir (Âl-i İmrân 3/159). Bunun insanları dinden uzaklaştırma ve soğutmaktan başka bir işe yaramayacağı izahtan varestedir. İslâm ümmeti, Hz. Peygamber’in sîretinden de öğrendiği üzere İslâm’ı yaşayarak insanlığa örneklik oluşturmalıdır.
Hadîs-i Şeriflerde Hz. Peygamber’in (sas) Şahitliği
Hz. Peygamber’in (sas) şahitliğiyle ilgili meşhur bazı hadîs-i şeriflerde onun dünyevî meselelerde tanıklığı üzerinde durulduğu gözlenmektedir. Kuşkusuz Hz. Peygamber (sas), Allah Teâlâ’nın kendisinden istediği üzere yeryüzünde âdil şahitlerden biri olmuştur.
Şahitliğin topluma sosyal açıdan birçok faydası bulunmaktadır. Adâletin temininde şahitlik, insanlığın yaratılışından bu yana var olmuş, önemini ve etkisini ebediyen koruyacak bir müessesedir. Şahitlik, hukukî meselelerde, nikâh ve borç gibi sosyal hayatın önemli bir kısmında karşımıza çıkmaktadır. Adâletin sağlanması, hakkın ve doğrunun desteklemesi için şahitliğe insanlığın daima ihtiyacı vardır. Şahitlik sayesinde hukukî meselelerin çözümü kolaylaşır ve adâletin temini gecikmez. Şahitliğin doğru işlediği bir ortamda toplum huzuru artarken yalan şahitliğin gerçekleşmesi hâlinde toplumu felakete sürükleyecek sonuçlar doğar. Bu konulardan dolayı Allah Resûlü hayatı boyunca şahitliğin önemi üzerinde durmuştur. Hakkın ve adâletin sağlanması, haksızlığın ve zulmün ise engellenmesi için çaba göstermiştir. Ashâb-ı kirâmdan Ebû Bekir’e şöyle anlatmıştır: “Resûlullah (sas) üç kere, “Size büyük günahların en büyüğünü söyleyeyim mi?” buyurdu. “Evet söyle yâ Resûlullah!” dedik. Bunun üzerine Resûlullah, “Allah’a ortak koşmak ve anne-babaya saygısızlık/kötülük etmektedir.” Sonra arkasına yaslanmış hâldeyken doğruldu ve şöyle dedi: “Dikkat edin (bir de) yalan söylemek ve yalancı şahitlik yapmaktır. Dikkat edin yalan söylemek ve yalancı şahitlik yapmaktır” demiştir. Bu hadisi nakleden Ebû Bekir’e; (Hz. Peygamber) bu cümleyi o kadar tekrar etti ki “Susmayacak.” dedim.” diye eklemiştir (Buhârî, “Edeb”, 6).
Resûlullah’ın (sas) ikazlarından, şahitliğin bir Müslümanın en temel vazifelerinden biri olduğu anlaşılmaktadır. Hatta Resûlullah (sas) bu vazifeyi, insanın kendisinden talep edilmeden gönüllü olarak yerine getirmesini “en hayırlı şahitlik” olarak nitelendirmiştir. Zeyd b. Hâlid el-Cühenî’den (ra) nakledildiğine göre Hz. Peygamber (sas) şöyle buyurmuştur: “Şahitlerin en hayırlısını size bildireyim mi? Kendisinden talep edilmeden şahitlik yapan kişi”. (Müslim, “Akdiye”, 19)
Hz. Peygamber’den (sas) şahitlik talep edildiği zamanlarda o, şahitliğinin doğuracağı sonucu düşünerek oldukça hassas davranmıştır. Bu konuda Nu‘mân b. Beşîr’le ilgili nakledilen rivayet Resûlullah’ın bu tutumunun en bariz örneklerindendir. Nu‘mân b. Beşîr’den (ra) nakledildiğine göre, Resûlullah (sas) (Babasının kendisine yüklü bir miktarda mal bağışında bulunmak için Resûlullah’ı şahit tutmak istemesi üzerine) şöyle sordu: “Senin ondan başka oğulların var mı?” Babası, “Evet.” deyince “Hepsine bunun gibi bağışta bulundun mu?” diye sordu. Babası “Hayır.” cevabı verince Resûlullah: “Ben zulme ve haksızlığa şahitlik yapmam!” buyurdu. (Müslim, “Hibe”, 15)
Hz. Peygamber (sas) ve Ümmetinin Geçmiş Kavimlere Şahitliği
Ahirette şahitliğe müracaat edilecek bir konu da peygamberlerin tebliği, ümmetlerinin de onların tebliğine şahitliği olacaktır. Kıyamet günü, peygamberlerinin yolundan yüz çevirmiş ümmetler kendilerini içine düştükleri durumdan çıkarmak için yalana sarılarak, “Bize elçi gönderilmedi, bize tebliğ edilmedi.” gibi sözler sarf ettikleri vakit, Resûlullah ve ümmeti bu konuda Allah’ın huzurunda şahitlik edeceklerdir.7 Yukarıda zikredilen Bakara sûresi 143. âyetin tefsiri sadedinde Elmalılı Hamdi Yazır’ın aktardığı şu rivayet, Resûlullah ve ümmetinin geçmiş ümmetler hakkında şahitliğini açıklar niteliktedir:
Allah Teâlâ’nın Nûh’un (as) kavmine tebliğ görevini yerine getirip getirmediğini soracağı, Nûh’un (as) ümmetinin ise peygamberlerini yalanlayacakları o günde Allah: “Senin tebliğ ettiğine kim şehadet eder?” buyurur. O da: “Muhammed ve ümmeti.” der. Sonra Muhammed ile ümmeti Nuh’un ümmetine Allah’ın hükümlerini tebliğ ettiğine şehâdet ederiz, derler. İşte bu beyanım zikri ulu olan Allah’ın şu kavlidir: “Böylece sizi vasat bir ümmet yapmışızdır, insanlara karşı şahitler olasınız, bu peygamber de sizin üzerinize tam bir şahit olsun diye… (Bakara 2/143). “el-Vasat” adâletli demektir.” (Buhârî, “Enbiyâ”, 3)
Hz. Peygamber’in (sas) kendisinden önceki peygamberlere ve ümmetlerine şahit olması, peygamberlerin sonuncusu ve âlemlere rahmet olarak gönderilmesi nedeniyledir. Aynı zamanda Resûlullah (sas), Allah’tan aldığı vahiyle kendisinden önceki peygamberlerin ve ümmetlerinin hâllerini ümmetine tebliğ etmiş ve onları da bu konuda dünyada şahit tutmuştur. Hz. Peygamber’in (sas) yeryüzünde şahitliğinin en önemli delillerinden biri tebliğidir. Bu bağlamda Resûlullah, peygamberlerin tebliğ vazifelerini yerine getirdiklerine, ümmetlerininse peygamberlerine karşı sorumluluklara riayet edip etmediklerine şahitlik edecektir.
Sonuç
Resûlullah’ın (sas) ümmeti onun şahitliği vesilesiyle Allah katında insanlık üzerinde şahitlik imtiyazı elde etmiştir. Müslümanların bu şerefli mertebeye erişebilmeleri için taşımaları gereken sorumluluklar Hac sûresinin son âyet-i kerimesinde zikredilmiştir. Bu âyete (Hac 33/78) göre Müslümanlar, Allah yolunda cihat ederek, namaz kılarak, zekât vererek, her zorlukta yegâne yardımcı olarak Allah’a iltica ederek, ancak ondan yardım dileyerek Hz. Peygamber’in kendileri üzerinde şahit olmasına ve kendilerinin de insanlar üzerinde şahitliğine mazhar olacaklardır.8
Hz. Peygamber’in ashâbından Abdullah b. Mes‘ûd’la arasında geçen bir hatıra onun şahitliği konusunda ümmetine duyduğu şefkat ve merhametin boyutunu gözler önüne sermektedir. Bir gün Hz. Peygamber (sas) Abdullah b. Mes‘ûd’a (ra) şöyle seslendi: “Abdullah! Gel de bana Kur’ân oku.” Bunu duyunca şaşıran sahâbî, “Ya Resûlullah, Kur’ân size indirilmişken ben mi size okuyayım.” dedi. Resûlullah: “Evet. Ben Kur’ân’ı başkasından dinlemeyi de çok seviyorum.” deyince Nisâ sûresinden bir bölüm okumuştur. “Her ümmetten bir şahit getirdiğimiz ve seni de onların üzerine bir şahit yaptığımız zaman, bakalım onların hâli nice olacak!” (Nisâ, 4/41) âyetine geldiğinde Resûlullah’ın gözlerinden yaşların süzüldüğünü görmüştür. (Buhârî, Fedâilül-Kur’ân, 33) Bu âyetle Resûlullah, ahirette ümmetine yapacağı şahitliği tefekkür etmiş, Allah Teâlâ’nın ona yüklediği bu sorumluluk karşısında etkilenmiştir. Resûl-i Ekrem’in bu âyeti duyunca duygulanması, onun ümmetine beslediği şefkat ve merhametin ne kadar fazla olduğunu hatırlatmaktadır. Resûl-i Ekrem’in ümmetine karşı bu konumu Kur’ân’da şöyle tasvir edilmiştir: “Andolsun, size içinizden öyle bir peygamber gelmiştir ki, sizin sıkıntıya uğramanız ona çok ağır gelir, size çok düşkündür, müminlere karşı şefkat ve merhamet doludur.” (Tevbe, 9/128) Ümmetine şahitliği konusunda bu kadar hassas davranan bir peygambere karşı Müslümanların vazifesi, onun tebliği ve örnekliği çizgisinde yaşamaktır. Bunu hayatında ölçü edinen bir Müslümanın daima Hakk’ı gözetmesi, Hakk’ın yanında durması, Allah’ın emir ve yasaklarına uyması, yani vasat ümmetin bir ferdi olmaya gayret etmesi gerekir.
Resûlullah (sas) ümmetine, ümmeti de insanlığa şehîd (örnek, rol model) olmakla vazifelidir. Allah Teâla İslâm ümmetini, dinî ve dünyevî işlerde dengeli, güzel ahlâkın ve erdemlerin taşıyıcısı, hak ve adâleti ikâme eden bir ümmet kılmayı murat etmiştir. Bu, Hz. Peygamber (sas) ümmeti için dünyada ve ahirette şeref kaynağıdır. Âyetler ışığında düşünüldüğünde İslâm ümmeti, yeryüzünde maddî ve manevî açıdan örneklik sergileyen, izinden gidilen ve rol model alınan bir topluluk olmalıdır. Vasat ümmet olabilmek için dinde aşırılıktan ve taassuptan kaçınmalı, Allah’ın sakındırdığı üzere “dinleri bölüp gruplara ayıranlardan” (En’âm 6/159) olmamalıdır. Bu topluluk, asr-ı saâdet döneminde ashâb-ı kirâm efendilerimizin başardığı gibi Resûlullah’ın örnekliğinde vasat ümmet özellikleriyle birleşmelidir. Böylece Müslümanlar şahit bir ümmet olarak, insanı özünden uzaklaştıran, aslına yabancılaştıran inanç ve akımların uçurumundan insanlığı kurtarma gücü bulacaktır. Bu sayede tarihin İslâm medeniyetinin dünyayı aydınlattığı dönemlerinde İslâm’ın dünyaya kazandırdıkları hatırlanacaktır. Bu hususlar gözetildiği takdirde inşallah, Allah Teâlâ’nın huzurunda Resûlullah’ın şahitliği ümmetin üzerine olacaktır. Düşünülmelidir ki Resûlullah’ın ümmeti lehine, ümmetinin de peygamberi lehine şahitliğinden daha ulvî, daha faziletli, daha şerefli bir şahitlik var mıdır?
Muhammet Kalkan
Siyer İlim, Kültür ve Tarih Dergisi Ekim-Kasım-Aralık 2024/32. Sayı
İrtibat ve Detaylı Bilgi İçin: 0212 544 76 96
www.siyerdergisi.com