İnsan; idrak sahibi ve kendini ifade edebilen medenî bir varlıktır. Bu niteliklerden dolayı insan, türdeşleriyle birlikte yaşar. -İlâhî sınama gereği- isteklerine sınır çizilmeyen insan, sosyal ilişkilerinde hakkı olanla yetinebildiği gibi başkasının hukukunu ihlalde edebilir. Bunun neticesinde insanlar arasında uyuşmazlıklar oluşur. Bunlar antlaşma ya da çatışmayla neticelenebilir. Bu tür olaylar İslâm’ın doğduğu çevrede de yaşanmıştır.
-İslâm öncesi dönemi ifade eden- Câhiliye devri Arapları arasında; hilf, civâr, himâye, emân, ahd, sulh, istilhâk, hafâre ve muâhât gibi bir çok antlaşma türü bulunmaktaydı. Örneğin hilf; dayanışma, yardımlaşma, savunma ya da mazlumun hakkını almak vb. amaçlarla yapılan ittifaktır. Câhiliye devrinde; müttefiki yardıma çağırmaya istiğâse, antlaşmayı sonlandırmaya tehâlü’,tek taraflı himâyeyi kaldırma teamülüne ise hal’ (الخلع) deniliyordu.[1]
İslâm öncesi dönemde Mekkeliler, ticari faaliyetlerini sürdürebilmek için komşu ülkelerle çeşitli antlaşmalar (hilf) yapmış ve kervanlarıyla serbest dolaşım hakkı elde etmiştir.[2] Mekkelilerin komşu ülkelerde serbest dolaşımına, kaynaklarda “îlâf” denilmiştir ve Kur’ân-ı Kerîm’de el-Îlâf Sûresi adıyla da anılan Kureyş Sûresi’nde zikredilmiştir. [3]
Erdemliler Antlaşması
İslâm öncesi Mekke’de yapılan önemli antlaşmalardan birisi Hilfü’l-Fudûl’dur (erdemliler antlaşması). Hilfü’l-Fudûl’un gerçekleşmesinde, Ficar Savaşları’nın yıkıcı etkileri ve Mekke’de meydana getirdiği infialin etkisi göz ardı edilemez.
Hicretten yaklaşık olarak otuz üç yıl önce, bazı Mekkeliler, şehirlerinde haksızlığa uğrayan insanlara yardım etmek amacıyla toplandılar. Toplantı; Hz. Peygamber’in (sas) amcası Zübeyr’in öncülüğünde Mekkelilerin istişare meclisi Darü’n-nedve’de yapıldı ve nasıl hareket edeceği görüşbirliğiyle belirlendi. Aynı kesimler; Hz. Ebû Bekir’in (r.a.) babasının amcazadesi Abdullah b. Cüd’ân’ın evinde yaptıkları toplantıda karar aşamasında ayağa kalktılar, birbirlerinin ellerini tutarak hakkını geri alıncaya kadar mazlumla birlikte hareket etmek vemalî konularda birbirleriyle yardımlaşmak üzere sözleştiler.[4]
Hz. Peygamber (sas), gençliğinde katıldığı Hilfü’l-Fudûl’u İslâm çağında şu ifadelerle nitelemiştir: “Abdullah b. Cüd’ân’ın evinde bir antlaşmaya şahit oldum. Ona katılmak bana kırmızı deve sürülerine sahip olmaktan daha sevimlidir. İslâm çağında böyle bir antlaşmaya çağrılsam yine kabul ederdim. İslâm onu teyit edip güçlendirmekten başkasını yapmaz. O zaman hakkı sahibine iade etmek ve zalimin mazluma üstünlük taslamasına engel olmak üzere antlaştılar”. [5]
Evet, İslâm; meşru, insani ve ahlaki gayelerle Câhiliye devrinde yapılmış ittifak ve antlaşmaları teyit etmiş; İslâm’ın yasakladığı hususlarda yapılanları ise kaldırmıştır. Zaten İslâm kardeşliği ve hukuku böyle ittifaklara ihtiyaç bırakmamıştır.[6]
Bi’setten beş yıl önce Kâbe’nin yeniden inşa ve onarımı sırasında çıkan anlaşmazlık Hz. Peygamber’in (sas)hakemliğiyle çözülmüş ve böylece Mekke’de çıkması muhtemel bir iç savaş önlenmiştir.
Hz. Peygamber (sas) ve Müslümanlar, İslâm’ın Mekke devresinde, müşriklerin olumsuz davranışları karşısında Allah’a sığınıp dua etmiş, işkencelere sabır gösterip kaba hareketlere müsamaha ile karşılık vermişlerdir. [7]
Medine’ye hicretten sonra insanlar, Hz. Peygamber’e (sas) karşı tutumlarında dört gruba ayrıldılar:
1. Ona (sas) karşı silahlı mücadeleyi tercih eden Kureyşli müşrikler.
2. Bekle gör siyaseti güden Arap kabileleri. Bunlardan bazıları onunla (sas) antlaşma yolunu seçmişlerdir.
3. Onunla (sas) önce antlaşan; fakat zamanla antlaşmaları ihlal eden Medine’de yaşayan Yahûdî kabileleri.
4. Görünürde Müslüman hakikatte ise İslâm düşmanı münafıklar. [8]
Medine’de yaşayan bütün kesimlerle sulh/barış ve karşılıklı güven ortamı içinde yaşama iradesini gösteren[9] Hz. Peygamber (sas), on yıllık Medine döneminde çeşitli kesimlerle birçok antlaşma yapmıştır.
Medine Vesikası
Hz. Peygamber (sas); Enes b. Mâlik’in (ra) ebeveyninin evinde, Müslüman olan ve olmayan Medineli ahalinin katılımıyla büyük bir toplantı yaptı ve bütün tarafların anlaşmasıyla Medine Vesikası denilen bir mutabakat kaleme alındı (h. 1/m. 622). Mutabakata göre dâhildeki kan davaları yasaklanmış, dışardan gelecek saldırılara karşıgüç birliği ilkesi benimsenmiş,savaş ile barışın ayrılmazlığı esası şart koşulmuş, Resûlullah (sas) adli meselelerin çözümü ve askeri seferlere kimlerin katılacağı konularında karar mercii olmuş ve Yahudilerin dinî hürriyete sahip olacakları teyit edilmiştir.
Medine Çevresinde Yaşayan Kabileler İle Yapılan Antlaşmalar
Hz. Peygamber (sas), h. 1/m. 622 yılında, karşılıklı olarak güvenin sağlanması için Cüheynelilerin talebi üzerine onlarla antlaşma yaptı.[10]
Hz. Peygamber (sas), h. 2/m. 623 yılında üç antlaşma yapmıştır.
Birincisi: Cüheyne Gazvesi’ndeBenî Gıfâr ve Benî Eslem kabileleriyle “yardımlaşmak, birbirine destek olmak ve komşuluk haklarına riâyet edip ihanet etmemek üzere” (kitâbü müdâmece) antlaşma yapılmıştır.[11]
İkincisi: Ebvâ Gazvesi’nde Benî Damra kabilesi ile karşılıklı saldırmazlık antlaşması (müvâde’a) yapılmış ve bir yazıyla tevsik edilmiştir. Buna göre Benî Damra kabilesi, Hz. Peygamber’e (sas) karşı savaş hazırlığı yapmayacak ve düşmanına yardım etmeyecektir.[12]
Üçüncüsü: Uşeyre Gazvesi’nde Benî Müdlic ve Benî Damra ile karşılıklı saldırmazlık antlaşması yapılmıştır. Zürkânî’ye göre Benî Damraile yapılan yeni antlaşma; ya eskisini teyit için ya da bir nedenden dolayı Benî Müdlic’ten bağımsız hareket eden ve onun müttefiki olan Benî Damralı bir grupla yapılmıştır. [13]
Dûmetülcendel Seferi’nde (h. 5/m. 626), Hz. Peygamber (sas), yaşanan kuraklıktan etkilenen Benî Fezâre ile saldırmazlık antlaşması yaptı. Buna karşılık onlara Müslümanların hâkimiyetindeki bazı meraları kullanma izni verildi. [14]
Hz. Peygamber (sas), yukarıda zikredilen müşrik kabilelerle yapılan antlaşmalar sayesinde, Medine çevresinde yaşayan kabilelerden gelebilecek güvenlik risklerini bertaraf etmiş ve Mekke’den gelmesi muhtemel tehlikelere karşı da Medine’nin güvenliğini sağlamıştır. [15]
Hudeybiye Antlaşması
Hz. Peygamber’in (sas) siyerinin dönüm noktalarından birisi Hudeybiye Antlaşması’dır (h. 6/m. 627).Hudeybiye’den önce Medine İslâm toplumunun siyasî ve askeri durumu pek parlak değildi. Güneyde Medine’yi devamlı tehdit eden Mekkeli müşrikler, kuzeyde ise Gatafân ve Fezâre kabileleriyle Medine’den çıkarılan Benî Nadîr’in yerleşmesi sonucunda bir Yahûdî merkezi haline gelen Hayber bulunuyordu. Ayrıca -Serahsî’ye göre- Hayberli Yahudilerle Kureyş arasında, Hz Peygamber’in (sas) taraflardan birine saldırması halinde birlikte karşı koymak ve gerekirse yine birlikte Medine’ye saldırmak üzere bir antlaşma yapılmıştı.[16] İki tarafla tek başına baş edemeyeceğini hesap eden Medine İslâm toplumunun, en uygun ve en etkili tarafla anlaşıp, onu oluşan ittifaktan koparması gerekiyordu. En uygun tarafın Mekkeli müşrikler olduğunu mülahaza eden Resûlullah (sas), Mekke ile savaş hali sürmesine rağmen arayı düzeltmek için bir dizi teşebbüste bulundu. Zira Mekkeli müşriklerle yapılacak bir sulh, Müslümanlara karşı oluşan ittifakın başsız kalması ve dağılması demekti.
Siyasî şartların bu şekilde geliştiği bir dönemde, Resûlullah(sas), ashabıyla birlikte umre yapmaya karar verdi. Umre hazırlıkları tamamlanıp yola çıkıldığında Hz. Peygamber (sas), -silahları kınlarında olan- 1400 kişilik bir kafileyle Mekke’ye hareket etti.[17]
Hz. Peygamber’e (sas) Kureyşli müşriklerin Müslümanları Kâbe’ye sokmak istemedikleri ve onlarla savaşmak üzere hazırlık yaptıkları haberi geldi. [18]
Müslümanlar, Hudeybiye’de konakladı. Resûlullah’ın (sas) dostu Tihâmeli Büdeyl b. Verkā’ el-Huzâî bir grupla birlikte onun(sas) huzuruna geldi. Resûlullah (sas): “Biz kimse ile savaşmak için gelmedik, umre yapmak için geldik. Şüphesiz savaş Kureyş’i yordu ve onlara zarar verdi. Eğer isterlerse, kendilerine bir sulh müddeti veririm ve insanlarla aramdan çekilirler. Şayet ben başarılı olur ve onlar da insanların girdiği bu yola girmek isterlerse gelirler. Eğer ben başarılı olmazsam, onlar da rahat ederler. Eğer bunu kabul etmezlerse, hayatım kudret elinde olan Allah’a yemin ederim ki, başım gövdemden ayrılıncaya kadar bu dava uğrunda onlarla savaşırım. Allah, mutlaka emrini gerçekleştirecektir” buyurdu.[19] Bazı gelişmelerin ardından Hz. Peygamber (sas) Mekkeliler arasındaki nüfuzu sebebiyle Hz. Osman’ı (ra) elçi olarak gönderdi.
Hz. Osman (ra), Kureyşli müşriklerin ileri gelenleriyle görüştü. Ancak Kureyşli müşrikler, Müslümanların Kâbe’yi ziyaret etmelerine izin vermeyeceklerini kesin bir dille ifade ettiler ve eğer isterse sadece kendisinin Kâbe’yi tavaf edebileceğini bildirdiler. Hz. Osman (ra), Hz. Peygamber (sas) Kâbe’yi henüz tavaf etmediği için bu teklifi kabul etmedi. Kureyşliler, onun bu tutumuna çok kızdılar ve kendisini göz hapsine aldılar.
Savaştan Kaçmamak Üzerine Yapılan Biat: Rıdvan
Mekke’den Hz. Osman’ın (ra) öldürüldüğü şeklinde haberler gelmesi üzerine Hz. Peygamber (sas), müşriklerle savaşmadan ayrılmayacaklarına ve savaştan kaçmamak üzere ashabından biat aldı.[20]
Rıdvân Biati, Kureyşliler üzerinde gereken etkiyi yaptı ve Hz. Peygamber’le (sas) anlaşma yolunu seçmelerine sebep oldu.
Nihai müzakerede Mekkeli müşrikleri Süheyl b. Amr temsil etti. Süheyl, antlaşma metnine “بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ” ve “مُحَمَّدٌ رَسُولُ اللَّهِ” ibarelerinin yazılmasına karşı çıktı. Hz. Peygamber (sas), Mekke’yle antlaşmanın önemini binaen teklif edilen bazı ağır şartları kabul etti ve iki taraf şu temel maddelerde anlaştı:
1. Barış on yıl geçerlidir.
2. Üçüncü taraflar, diledikleri tarafla ittifak yapabilir.
3. Velisinden izinsiz Hz. Peygamber’e sığınanlar Mekke’ye iade edilecek, fakat Müslümanlardan Kureyş’e sığınanlar Hz. Peygamber’e iade edilmeyecektir.
4. Müslümanlar antlaşmanın yapıldığı yıl değil gelecek yıl Mekke’de üç gün bulunup Kâbe’yi ziyaret edecekler ve yanlarında ise kınlarında olmak şartıyla yolcu silahı bulunacaktır.[21]
Antlaşmaya Müslümanlardan sekiz, Mekkeli müşriklerden iki kişi şahit tutulmuştur. Antlaşma metninin bir nüshası Hz. Peygamber’e (sas), bir nüshası ise Süheyl b. Amr’a verilmiştir.
Barış Ortamı: İslâm’ın Yayılışı ve Fetih Süreci
Hz. Ebû Bekir’in (ra), -Medine İslâm toplumunun Mekkeliler tarafından tanınması anlamına gelen- Hudeybiye Antlaşması hakkındaki sözleri dikkat çekicidir: “İslâm’da Hudeybiye fethinden daha azametli bir fetih olmamıştır. Lakin insanlar o gün Muhammed ve Rabbi arasında olanlar hakkında kısa görüşlü oldular. Kullar aceleci davranırlar. Allah ise işlerin irâde ettiği noktaya gelmesi için kulların acele ettiği gibi acele etmez. Gün geldi Süheyl b. Amr’ı Vedâ Haccı’nda kurban kesilen yerde durmuş Resûlullah’ın (sas) kurbanlıklarını ona (sas) getirip kesmesine yardımcı olurken gördüm. Süheyl, berberi çağırtıp Resûlullah’ı (sas) tıraş ettirdi. Bakıyordum; Süheyl, Resûlullah’ın (sas) saçlarını kapıyor ve gözlerine sürüyordu. O zaman Süheyl’in Hudeybiye’de antlaşma metnine “Rahmân ve Rahîm Allah’ın adıyla” ve “Muhammed Allah’ın elçisidir” yazmaktan kaçınıp kabul etmediği zamanı hatırladım; onu İslâm’a hidâyet eden Allah’a hamd ettim. Allah’ın salât ve bereketi kendisiyle bizi hidâyete erdirdiği ve helak olmaktan kendisi aracılığıyla kurtardığı Rahmet Pegamberi’ne olsun”. [22]
Hudeybiye Antlaşması’nın maddelerini Müslümanların aleyhine bulan Hz. Ömer (ra), daha sonra: “Hudeybiye Antlaşması, İslâm’ın en büyük fethidir.” demekten kendini alamamıştır.
-Hadîsleri Emevî Halifesi Ömer b. Abdülazîz’in emriyle resmen tedvin eden tâbiîn âlimlerinden- Zührî ise Hudeyye Antlaşması’nı şöyle yorumlar: “Hudeybiye barışı İslâm çağının en büyük zaferidir. Barıştan önce Müslümanlar ile Mekkeli müşrikler karşı karşıya geldiği zaman sadece savaşırlardı. Barış tesis edilerek savaşa son verildikten, bütün insanlar emniyet içinde yaşamaya ve birbirleriyle konuşmaya başladıktan sonra İslâm’dan bir şeyler idrak eden herkes İslâm’ı benimsedi. Barışın sürdüğü iki yıl içinde bundan önce Müslüman olanlar kadar, hatta daha fazla kişi Müslüman oldu.”[23]
Hudeybiye Antlaşması’nın önemli bir neticesi; Mekkeli müşrikler, Yahudiler, Gatafan ve Fezâre gibi bedevî kabilelerden oluşan İslâm karşıtı ittifakın bozulmasıdır. Bu ittifak, Hendek Savaşı’nda Müslümanları yok edebilecek kapasiteye ulaşan tehlikeli bir hal almıştı.
Hudeybiye Antlaşması’yla tesis edilen barış, ancak yirmi iki ay yürürlükte kalabildi. Anlaşmayı ihlal eden taraf, Mekkeli müşrikler oldu. Hz. Peygamber ilk önce anlaşmanın yürürlükte kalması için birtakım girişimlerde bulunduysa da Mekke tarafı buna yanaşmadı. [24]
Hz. Ebû Bekir’in yaptığı hacda (h. 9/ m. 630), müşriklerle yapılan antlaşmaların süreleri doluncaya kadar geçerli oldukları et-Tevbe Sûresi’nin 4. âyeti ile ilan edildi. [25] Bu dikkat çekici bir durumdur. “Antlaşmayı bozmam ve elçileri hapsetmem” gibi hadîs-i şeriflerde de antlaşmalara bağlı kalınması bildirilmiştir. [26]
Netice itibariyle Hz. Peygamber’in (sas) siyerinde yapılan antlaşmalar önemli bir yere sahiptir. Bu antlaşmalar, hadîs kaynaklarında kitâbü’l-cihâd ve’s-siyer ile Müslümanların gayri Müslimlerle muamelelerinde uymaları gereken dinî hükümleri ele alan İslâm hukukunun siyer bölümlerinde fıkhî bakımdan ele alınmıştır.[27]
İslâm; Müslümanlar arasındaki problemlerin anlaşma yoluyla çözülmesini (sulh) -haramı helâl, helâli haram kılmamak şartıyla[28] – meşru kılmıştır.[29] Hatta Kur’ân’da, iki Müslüman topluluğun çatışması durumunda aralarının bulunması ve sulh emredilmiştir.[30] İslâm, harbî olan kâfirlerle barış (silm) yapmayı da meşru kılmıştır.[31]
Kur’ân-ı Kerîm; İslâm toplumuna ve idarecilerine her hâlükârda düşmana karşı ihtiyatlı ve hazırlıklı olmayı, onları dost ve sırdaş edinmemeyi emretmiş, hıyanetten korkulduğunda yapılan antlaşmaların bozulabileceğini ve onlarla savaşılabileceğini bildirmiştir.[32]
İslâm; Müslümanlar arası münasebetleri şefkat, din kardeşliği, ahlak ve hukuk üzerine kurmuştur. Gayr-ı Müslimlerle ilişkilerde ise Müslümanların belirleyici olması ve hukuk esastır. [33]
Âdil bir dünya barışının sağlanması ve sürdürülebilmesi; Müslümanların ilmî, iktisâdî, siyâsî, askerî vb. her bakımdan güçlü olmalarına bağlıdır.[34]
Prof. Dr. Kasım Şulul
Siyer İlim, Kültür ve Tarih Dergisi Temmuz-Eylül 2018/7 Sayı
İrtibat ve Detaylı Bilgi İçin: 0212 550 0 571
Whatsapp Abone Hattı: 0531 660 50 18
www.siyerdergisi.com
[1] Cevad Ali, el-Mufassal fî Tarîhi’l-Arab Kable’l-İslâm, nşr. Dârü’s-Sâkî, 1422/2001, VII,357,360, 365, 370,389,391,402,410.
[2] İbn Sa’d (v. 230/845), et-Tabakâtü’l-Kebîr, nşr. Dâru’s-Sâdır, Beyrut 1968, I,75,78.
[3] Zührî (v. 124/742), en-Nâsih ve’l-Mensûh (Rivâyetü Ebî Abdirrahmân Muhammed b. Hüseyin es-Sülemî) – Tenzîlü’l-Kur’ân bi Mekke ve’l-Medîne, thk. Hâtim Salih ed-Dâmin, Beyrut 1418/1998, s. 38.
[4] İbn Ebi’l-Hadîd (v. 656/1258), Şerh Nehcü’l-Belâğa, thk. Muhamed Ebu’l-Fadl İbrahim, Dâr İhyâi’l-Kütübi’l-Arabiyye, XV,203.
[5] Süheylî (v. 581/1185), er-Ravzü’l-Ünüf, er-Ravd, thk. Ömer Abdüsselam es-Selâmî, Beyrut 1421/2000,II,46,48,51.
[6] Bkz. Kâdî İyâz (v. 544/1149), Şerh Sahîh Müslim: İkmâlü’l-Mu’lim bi Fevâidi Müslim, thk. Yahya İsmail, nşr. Dârü’l-Vefâ, Mısır 1419/1998, VII,567.
[7] Bkz. İbn Hişâm (v. 218/833), es-Sîretü’n- Nebeviyye, thk. Mustafa es-Sakkâ, İbrahim el-Ebyarî, Abdülhâfız Şelbî, Mısır 1936, IV,191,192; Ebû Hayyân el-Endelüsî (v. 745/1344),el-Bahrü’l-Muhît, Beyrut 1413/1993, VI,346.
[8] Şâmî(v. 942/1536),Subulü’l-Hudâ ve’r-Reşâd Fî Sîreti Hayri’l-İbâd, thk. Adil Ahmed Abdülmevcûd – Ali Muhammed Meûz, Beyrut 1414/1993, IV,6-7; Zürkânî(v. 1122/1710), Şerh ale’l-Mevâhibi’l-Ledünniyye, thk. Muhammed Abdülaziz Hâlidî, Beyrut 1996, II,369.
[9] Vâkıdî, I,184.
[10] Şâmî, VI,16.
[11] İbn Habîb(v. 245/860), Kitâbü’l-Muhabber, thk. Ilse Lichtenstädater, Beyrut ts, s. 111.
[12] Vâkıdî (130-207/747-823), Kitâbü’l-Megâzî, thk. Marsden Jones, London 1966, I,12.
[13] Zürkânî, II,234.
[14] İbn Sa’d, II,63.
[15] Halîfe b. Hayyât(v. 240/854), et-Tarih, thk. Süheyl Zekkâr, Beyrut 1993, s. 31.
[16] es-Serahsî (v. 483/1090[?]), Şerh Kitâbi’s- Siyeri’l-Kebîr, thk. Muhammed eş-Şafiî, Dâr Kütüb el-İlmiyye nşr. Beyrut, I,210; el-Mebsût, Darü’l-Ma’rife nşr. Beyrut, X,86.
[17] Vâkıdî, II,51; Süheylî, VII,51.
[18] Vâkıdî, II,572,579-580.
[19] İbnü’l-Esîr el-Cezerî, Câmi’ü’l-Usûl, tercüme ve şerh: Kemal Sandıkçı – Muhsin Koçak, XIII,136-137.
[20] Buhârî, “el-Megâzî”, 64/37; Müslim, “el- İmâre”, 67.
[21] İbn Sa’d, II,97.
[22] Makrizî (v. 845/1442), İmtâ’ü’l-Esmâ’ Bimâ Li’n-Nebiyyi Mine’l-Ahvâli ve’l-Emvâli ve’l-Hefedeti ve’l-Metâi,Thk. Mahmud Muhammed Şakir, Katar ts., 2. baskı, I,296.
[23] Vâkıdî, II,624.
[24] Şâmî, V,204-205; Zürkânî, III,385.
[25] İbnSeyydinâs(v. 734/1333), Uyûnü’l-Eser fî Fünûni’l-Megazîve’ş-Şemâilve’s-Siyer, thk. Muhammed el-Îd el-Hatrâvî – MuhyiddinMeto, Beyrut 1992, II,310-314.
[26] Ebû Dâvûd, “el-Cihâd”, 151; Rudânî (v. 1094/1682), Cemü’l-Fevâidmin Câmi’l- Usûl ve Mecma’i’-z-Zevâid, thk. Ebû Ali Süleyman b. Dürey’, Beyrut 1418/1998, II,496,497,500 “el-Cihâd”, hadîsno: 6222, 6223, 6228, 6244.
[27] Serahsî (v. 483/1090), Mebsût, tercüme edt. M. Cevat Akşit, İstanbul 2015, 3. Baskı, X,156-177 (düşman devlet başkanları ile ateşkes ve barış antlaşmaları).
[28] Tirmizî, “Ahkâm”, 17.
[29] en-Nisâ 4/128.
[30] el-Hucurât 49/9,10.
[31] el-Enfâl 8/61.
[32] Âl-i İmrân 3/80,118; en-Nisâ 4/144; el-Mâide 5/80; el-Enfâl 8/58,60; et-Tevbe 9/12; el-Münâfikûn 63/4.
[33] el-Feth 48/29; en-Nisâ 4/90; el-Mâide 5/32; el-Mümtehine 60/8-9; Fussılet 41/34.
[34] el-Enfâl 8/60.