Hiç kuşkusuz Efendimiz’i (s.a.v.) bize tanıtan en önemli kaynak ilahî kelamdır. Yaratan yarattığını çok iyi bildiğine göre, o kutlu elçiyi gönderen makamda, gönderdiği elçiyi çok iyi tanır ve insanlığa tanıtmak içinde en özlü ifadeleri kullanır. Öyleyse gelin vahyin rahle-i tedrisatının başına bu gaye ile oturalım ve kelamı ezeli olan vahye, Peygamberlik ailesinin son halkası olan Hz. Muhammed’i (s.a.v.) nasıl doğru bir şekilde tanıyacağımızı soralım. Bu soruyu sorduğumuz zaman Kur’an bize bir çok şey söylemeye başlayacaktır. Biz sadece burada dört önemli husus ile yetineceğiz.
1- Abduhu ve Resuluhu/ Kulu ve Resulü: O (s.a.v.) önce kul, sonra seçilmiş bir elçidir. Efendimiz’in (s.a.v.) kulluğunu, yani beşer kimliğini dikkate almadan yapılacak her tanıma çabası, doğru bir netice ile asla sonuçlanmayacaktır. Çünkü O’nun (s.a.v.) beşer kimliğini anlamak demek; yürüdüğü yollarda takip edilmesi mümkün izler bıraktığının farkına varmak demektir. Ama burada dikkat edilmesi gereken bir husus vardır ki, o da çok ihmal edildiği için doğru bir peygamber anlayışının oluşmasına engel olmaktadır. Bazen O’nun kul ve beşer kimliği, Resûl kimliğinden ayrı ele alındığı için, Efendimiz’i haşa sıradanlaştırma, basite alma, bir postacı yada ara kablo gibi görme seviyesizliğine düşülmektedir. Bunun için Allah Resulü’nün beşer ve kul oluşu terazinin bir kefesine konacaksa, kesinlikle diğer kefeye Resûl oluşu konularak dengeli bir anlama usulü geliştirilmelidir.
2- Hateme’n-Nebiyyin/Peygamberlik halkasının son mührü: Efendimiz (s.a.v.) gönderilen elçilerin sonuncusudur. O (s.a.v.) elindeki sikke ile son mührü basmış, son imzayı atmıştır. Artık O’nun (s.a.v.) dile getirdiği hakikatlerin üzerine başka hiç kimse söz söylemeyecektir. Çünkü bu konuda kalemler kırılmış, mühürler basılmıştır. Bunun için birileri zorlayarak nebi ve resûl kelimeleri üzerinde cambazlık yaparak farklı konulara deliller bulmaya çalışsa da, biz Efendimiz’in (s.a.v.) bu alanda tartışılmaz sultanlığına inanıyor ve kıyamete kadar bu kapının tek rehberinin O (s.a.v.) olduğuna iman ediyoruz.
3- Usvetü’n-Hasene/ En güzel örnek: O (s.a.v.) en güzel örnek, model, prototip ve rehberdir. Bu önemli ifade Allah Resulü’nün (s.a.v.) hayatın bir yada birkaç yönü için değil, hayatın her alanı için rehber olduğu gerçeğini öğretmektedir. İnsanlık ailesi hayatın hangi alanında olursa olsun ideal bir duruş görmek istiyorsa müracaat edeceği tek kaynak sadece O’nun (s.a.v.) bereketli hayatı olmalıdır. Çünkü gerek nübüvvet öncesi kırk yıllık hayatı, gerek yirmi üç yıllık nübüvvet sonrası hayatı ile, ilk günden bugüne, bugünden yarına her konuda en kamil örnekliği O’nun hayatında bulmak mümkündür. Hal böyle olunca başka kapılara yönelmenin ne anlamı olabilir ki? Söyler misiniz; kim Maidetü’l-Mustafa’nın/ Mustafa’nın Sofrasına oturmuş da aç kalkmış, kim o kapıyı çalmış da eli boş dönmüş, kim oraya müracaat etmiş de, aradığını bulamamış? O bereketli sofra bizim gibi mirasyedi haylazların her türlü ihanet ve sadakatsizliğine rağmen, halen kendini insanlığın saadet ve mutluluğu için açmaya davet ediyor. Efendimiz (s.a.v.) Uhud’da çözülen ve dağılan askerlerine bakıp; “Helümmeileyyî ene Resulullah, Bana doğru gelin, ben Allah’ın Resulüyüm” dediği gibi, her an aynı çağrıyı bize de yapmaya devam ediyor. Eğer biz yürüdüğümüz yolların rehberi olarak O’nu (s.a.v.) kabul edersek, eğer ıssız çöllerin mürşidi olarak O’nu (s.a.v.) görürsek, eğer fırtınalı okyanusların içerisinde yüzen gemilerimizin güvertesine O’nu geçirirsek; dünyada da, ahirette de varacağımız liman bellidir.
4- Huluki’n Azîm/Muhteşem bir ahlak: Vahyin Efendimiz (s.a.v.) için kullandığı istisnai ifadelerden bir tanesi de; Huluki’n Azîm/Muhteşem bir ahlak ifadesidir. Bu ifade üzerinde biraz daha fazla durmamız yerinde olacaktır. Çünkü Allah Resulü’nün (s.a.v.) ahlakını çok iyi anlamalı ve bu muhteşem ahlaktan, hayatlarımıza izler taşımanın yollarını aramak zorundayız. Bundan dolayı Allah Resulü’nün ahlakı ile alakalı yazacaklarımızı bir daha ki haftaya havale ediyoruz.
Muhammed Emin YILDIRIM