Muhammed Emin Yıldırım Hocamızın “Hadis Kahramanları” üst başlığında, Sahabenin hadis anlayışını müksirûn denilen çokca Hadis rivayet etmiş Sahabe efendilerimizin üzerinden anlattığı Hadis Medresesi derslerinin sekizincisi gerçekleştirildi. Hocamız bu dersinde “İlimlerle Dolu Bir Sahâbî; Abdullah b. Mes’ûd” konusunu işledi.
Dersten Notlar:
“Herkes güzel söz söyleyebilir, ancak söyledikleriyle amel eden sadece mesut olur.” (Abdullah b. Mübarek, Kitâbü’z-Zühd, c.1, s. 25)
“Ashâbın yolundan yürüyün. Çünkü ileride Allah’ın kitabını okuyup da, tatbik etmeyen kimseler çoğalacaktır.” (Mervezî, es-Sünne, c. 1, s. 29)
“Hak ve hakikat, ağır ve zordur. Batıl ve yalan, kolay ve tatlıdır. Nice zevk vardır ki ardında uzun süren bir üzüntü bırakır.” (İbnü’l-Cevzi, Sıfatü’s-Safve, 1/220)
Abdullah b. Mes’ûd (ra) Efendimiz’in (sas) kutlu lisanından bize tam 848 hadis rivayet ederek, dinin teşekkül ve intikali için kilit bir rol oynamıştır.
Muhammed Zahid el-Kevserî, İbn Mes‘ûd’un talebeleri hakkında bize bilgi verirken der ki: “İbn Mes’ûd, hayata gözlerini yumduğunda arkasında 4000 civarında âlim bırakmıştı.”
Talebeleri: Ubeyde b. Kays, Amr b. Meymûn, Zirr b. Hubeyş, Esved b. Yezid, Abîde es-Selmânî, Haris b. Kays, Mesrûk b. Ecdâ ve daha niceleri… Bir de Alkame b. Kays var ki; o bambaşka bir isimdir. Alkame, İbn Mes’ûd’un yanında öyle bir yetişmiştir ki; Alkame demek, İbn Mes’ûd demek olmuştur. Alkame, İbrahim en-Nehai’yi, İbrahim ise Hammad b. Süleyman’ı, o da İmam Ebû Hanife’yi yetiştirmiştir.
Abdullah b. Mes’ûd’un (ra) hayatını hızlı bir şekilde gözden geçirirsek, şunları söyleyebiliriz:
1. İlk günlerde birçok sahâbîden önce iman etmiştir. Altıncı Müslüman’dır.
2. Dâru’l-Erkâm’da işin başında oradaki talim ve terbiyeyi adeta içen, hem muallim hem talebe olan biridir.
3. İki hicrete katılan (Habeşistan-Medine) biridir.
4. Efendimiz’i (sas) 23 yıl bila fasıla bir gölge gibi takip eden (tüm gazve ve seferler) biridir.
5. İlk günden itibaren Efendimiz’in terbiyesinde ilim adamı olarak yetişmiştir.
Abdullah b. Mes’ûd’un babası Mes’ûd b. Ğafil b. Habib el-Hüzeyli… Aslen Mekkeli değil, ancak Âmine validemizin ve Abdurrahman b. Avf’ın kabilesi Benî Zühre’nin anlaşmalılarından… O, İslam’ın davetine erişemeden şirk üzere ölenlerden…
Annesi: Ümmü Abd bint Abduvüd, o da Benî Hüzeyl’den… Yani Mekke’ye sonradan gelenlerden… Ancak annesi Ümmü Abd, İslam davetine erişip, o daveti oğlu gibi ilk olarak kabul eden bahtiyar hanım sahâbîlerden biridir. Müslüman olmuş, iman adına hicret etmiş ve Medine’de vefat etmiştir. Hatta bize birkaç hadiste rivayet etmiştir. En meşhur rivayeti Vitr namazı ile alakalıdır ki o namazın Efendimiz (sas) tarafından nasıl kılındığını bize beyan etmektedir.
Aynı anneden, aynı babadan bir küçük kardeşi vardır. Adı, Utbe b. Mes’ûd ki o da ilk Müslümanlardandır. Uhud ashâbından, iki hicret yoldaşlarındandır. Hatta Utbe vefat edince, abisi Abdullah kabrinin başında gözyaşı dökerken şöyle demiştir: “O benim nesep ve imanda kardeşim, Resûlullah ile sohbette arkadaşım, yüreğimde ise sevgilim olan biriydi.”
Abdullah b. Mes’ûd’un doğum tarihi Miladî 592’dir. Yani Nübüvvetten 18 yıl önce doğmuştur; dolayısı ile Efendimiz’den (sas) 22 yaş küçüktür. Yetim olarak büyümüş, 10-12 yaşlarına gelince de, ailenin büyük çocuğu olması hasebi ile evlerini geçindirmek maksadı ile birçok peygamberin mesleği olan çobanlık yapmıştır.
18 yaşına kadar bu mesleği devam ettirmiş, bir gün Ukbe b. Ebî Muayt’a ait koyunları güderken kendisine gelen iki aziz misafir ile hayatı değişmiş, koyun çobanlığından, ilim adamlarına kaynaklık edecek büyük bir seviyeye çıkacağı yolculuğa başlamıştır.
Bir mucizeye şahit olan Abdullah b. Mes’ûd şunları yapabilirdi:
1- Karşısında duran ve olağanüstü bir iş yapan insanın o yaptığı işten etkilenip, hemen onun etki alanına girebilirdi.
2- Genç biriydi, korkup oradan uzaklaşabilirdi.
3- Bir daha yap diye hayranlığını dile getirebilirdi.
4- Nasıl yaptığını sorar; işin aslını öğrenmek isteyebilirdi.
5- Bu işi nereden nasıl öğrendiğini sorgulayabilirdi.
Ama İbn Mes’ûd bunların hiçbirini sormadı, korkmadı, ürkmedi. Tabiatı gereği bir şey dedi. Ne dedi biliyor musunuz? Dedi ki: “O okuduklarını bana öğretir misin?” Bu soru ancak ilme merakı olan birinin soracağı bir soruydu; o da ileride bir ilim adamı olacağının haberini verircesine bu soruyu sordu. Peki, Efendimiz (sas) nasıl cevap verdi, onun sorusundan çok memnun olarak dedi ki: “Sen öğrenmeye meraklı bir gençmişsin.”
Kendisi bir sözünde ‘ben Müslümanların altıncısıyım’ diyecekti.
Artık evi Dârü’l-Erkâm olmuş, 5 yıl burada Efendimiz (sas) rehberliğinde her talebenin yaptığı gibi şöyle bir süreçte yetişmiş…
1- Sağlam Bir Akide’nin İnşası
2- Akli Eğitim (Kavramların inşası)
3- Ruhi Eğitim (Kalp ve ruhun inşası)
4- İradenin Sağlamlaştırılması
5- Kur’anî Bir Ahlakın İnşası
O büyük ve bereketli potada İbn Mes’ûd, öyle bir noktaya gelmişti ki, daha gencecik bir delikanlı iken defaatle Efendimiz’in iltifatına mazhar olmuştu. Ortada daha evlilik yok, çocuk yok; Efendimiz İbn Mes’ûd’a, Ebû Abdurrahman demeye başlamıştı.
“Kim Allah için, bu sureyi Kâbe’de Kureyş’in yüzüne haykırır…”
Efendimiz (sas) bir rivayet göre: “Gülün, gülün, o güldüğünüz bacaklara Allah ateşi haram kılmıştır” (İbn Esîr, Usdü’l-Ğabe, c.3, s. 384) diyecek…
Başka bir rivayete göre ise; “Nefsim elinde olan Allah’a yemin olsun ki, bu incecik iki bacak Allah katında Uhud dağından daha ağırdır.” diyecekti. (İbn Sa’d, Tabakât, c. 3, s. 172)
“Ya Resûlullah! Müşrikleri hiç bu günkü kadar acziyet içerisine küçüldüklerini görmemiştim. Vallahi bana izin verirseniz yarın yine gidip aynı şeyi yapmayı isterim.” (İbn Esîr, Usdü’l-Ğabe, c.3, s. 384; Taberî, Tarih, c. 1, s. 549)
– Tevhidin hakikatini kavrayan biri “Allah için” diye göreve çağıran sesi karşılıksız bırakmaz. Sağa sola bakmaz; kim var diye etrafı kolaçan etmez; küçüklüğüne, zayıflığına takılmaz, ben der meydana atılmayı bilir.
– Tevhidin hakikatini kavrayan biri; “Allah’tan başka hiç kimseden Allah’tan korkar gibi korkmaz. Allah gibi haşa korkmaz. Korkusunun esiri ve mahkûmu olmaz. Bazı yerlerde hesap ile kitap ile olmayacağını bilir. İş başa düşünce gereğini yerine getirir.
– Tevhidin hakikatini kavrayan biri; tekmeler altında çiğnense de, aziz olanın kendisi, zelil olanın ise karşıdakiler olduklarını çok iyi bilir. İzzet-zillet; şeref-haysiyet, yücelme-alçalma, kayıp-kazanç, istikbal-mazi; bu kavramlara ve daha başkalarına elin yüklediği anlamlar çerçevesinden bakmaz; Allah ne demiş kaygısı ile bakar.
Efendimiz (sas) hicretten sonra Medine’de mescidin inşasının arkasından ensâr-muhacir kardeşliğinde İbn Mes’ûd’u kendi gibi ilimde bir kale olan Muaz b. Cebel’e kardeş kıldı. Onun Mekke’deki kardeşi Zübeyr b. Avvam’dı; Medine’deki ise Muaz b. Cebel oldu.
Efendimiz (sas) ona biçtiği rol gereği: “Ey İbn Ümmü Abd! İstediğin zaman haneme gel, gelmek de çekinme, ben müsait değilsem girmezsin yanıma, yoksa girersin” (İbn Sa’d, Tabakât, c. 3, s. 171)
Ebû Musa el-Eşarî diyor ki: “Biz Yemen’den Medine’ye ilk geldiğimizde Abdullah’ı, hep Efendimiz’in Ehl-i Beyt’inden biri zannediyorduk. Sonradan öğrendik ki, nesep adına bir bağı yokmuş.” (Buhârî, Fedâilü’l-Ashâb, 27; Müslim, Fedâilü’s-Sahâbe, 110)
Kâsım b.Abdullah’tan bir rivayetinde şöyle demektedir: “Hz. Peygamber bir yere gideceği zaman İbn Mes‘ûd, onun ayakkabılarını giydirir, asasıyla önünde yürürdü. Gideceği yere ulaştığında da Peygamber’in ayakkabılarını çıkarıp kucağına alır ve asayı Peygamber’e verirdi. Peygamber oradan ayrılmak istediğinde ise yine onun ayakkabılarını giydirir ve evine ulaşıncaya kadar onun önünde asasıyla yürürdü.” (İbn Sa’d, Tabakât, III, 142)
Tabiîn âlimlerinden Mesrûk b. Ecda (v.63/683) ise bir anlamda sahâbenin ilmini kendisinde toplayan İbn Mes’ûd için şu ifadeleri kullanmıştır: “Efendimiz’in ashabını inceledim ve ilminin şu altı kişide toplanmış olduğunu gördüm: Hz. Ali, Hz. Ömer, Abdullah b. Mes’ûd, Zeyd b. Sâbit, Ebü’d-Derdâ ve Übey b. Ka’b. Bu altı kişiyi de inceledim. Onların ilminin de Hz. Ali ve Abdullah b. Mes’ûd’da toplanmış olduğunu gördüm.”
Ebû Amr isimli bir talebesi şöyle bir itirafta bulunur: “Neredeyse bir yıl İbn Mes’ûd’un yanından hiç ayrılmadım. Bu bir yıl içerisinde birkaç defa dışında ‘Kale Resûllah (sas)/Allah Resûlü dedi ki’ dediğini ancak duydum. O ‘Kale Resûlullah’ dediğinde biz öleceğini zannederdik. Terlerdi, sıkılırdı, bütün vücudu titrerdi, sonra hadisi söyler, arkasından Allah’a sığınırdı.” (Safedî, el-Vâfî bi’l-Vefeyât, c. 1, s. 2501)
Ebû Cehil, Hz. Peygamber’in ashabından en çok Abdullah b. Mes’ûd’u sevmezdi. Bir gün “Muhammed’in ashabından/arkadaşlarından Huzeyl’li şu gençten nefret ettiğim kadar hiç birinden nefret etmiyorum” dediği rivayet edilmektedir.
“Eğer Müslümanlara danışmadan bir yönetici, halife atasaydım, o kesinlikle İbn Ümmü Abd yani Abdullah b. Mes’ûd olurdu.” (Tirmizî, Kitabü’l-Menâkıb, 37; İbn Sa’d, Tabakât, c. 3, s. 168; İbn Esîr, Usdü’l-Ğabe, c.3, s. 385)
“Kur’ân’ı dört kişiden alın: Abdullah b. Mes’ûd, Salim Mevla Ebû Huzeyfe, Muaz b. Cebel ve Übeyy b. Ka’b” (Buhârî, Fedâilü’l-Ashâbi’n-Nebi, 27; Müslim, Fedâilü’s-Sahâbe, 22; Hâkim, el-Müstedrek, c. 3, s. 250)
“Biz her ümmetten hakkıyla bir şahid getirdiğimiz, onlara da seni şahid kıldığımız zaman, onların hali nice olur?” meâlindeki âyet-i kerimeye geldiğinde Resûl-i Ekrem “Kefa Ya Abdullah! Kefa! Şimdilik yeter. Hasbuke Ya Abdullah/ Orada dur yeter” buyurdu.
“Kim Kur’an’ı indirildiği andaki tazeliği ile okumak isterse, İbn Mes’ûd gibi Kur’an okusun.” (İbn Mace, Kitâbü’Sünne, 11; İbn Sa’d, Tabakât, c. 2, s. 347; İbn Hacer, el-İsabe, c. 2, s. 1122)
“Allah’ım senden sarsılmaz bir iman, tükenmez bir nimet ve ebedi cennet bahçelerinin yükseklerinin en yükseklerinde Resûlün Muhammed’e yoldaşlık etmeyi niyaz ediyorum.” (Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, c. 1, s. 454; İbn Kesîr, el-Bidaye, c. 9, s. 129; İbn Abdilberr, el-İstiab, c.3, s. 113)
“Kenifün meliyün bi’l-ilm/ Sen ilim dolu bir küpcüksün!” (İbn Sa’d, Tabakât, c. 2, s. 348)
Hz. Ömer, İbn Mes‘ûd’u Kûfe’ye kadı olarak gönderirken yazdığı mektupta şöyle diyordu: “Size vali olarak Ammar b. Yasir’i, Kadı olarak Abdullah b. Mes’ûd’u gönderiyorum. Vallahi İbn Mes’ûd’u size göndermem, sizi nefsime tercih etmemden dolayıdır. Benim ona ihtiyacım var; ama buna rağmen sizi nefsime tercih ederek onu size gönderiyorum.” (İbn Abdilberr, el-İstiâb, c. 4, s. 218)
Abdullah b. Mes’ûd’un bilinen en önemli özelliklerinden biri onun namazı ve Kur’ân-ı Kerîm okumayı nafile oruç tutmaya tercih etmesidir. Bu hususta kendisine niye az oruç tuttuğu sorulunca: “Orucun beni zayıf düşürerek Kur’an okumamı etkilemesinden endişe ediyorum. Çünkü ben, Kur’ân okumayı oruç tutmaktan daha faziletli görüyorum.” demiştir. (İbn Ebû Şeybe, el-Musannef, VI, 112)
“Kur’an, insanların okuyup amel etmeleri için indirildi. Oysa insanlar onu sadece okumayı (tilavetini) amel kabul etti.” (es-Serahsî, el-Mebsût, I, 200)
“İlmi murad ettiğiniz zaman Kur’ân’ı araştırın. Çünkü ilklerin ve sonların ilmi Kur’ân’da mevcuttur.” (Zehebî, Tezkiratü’l-Huffâz, 1, 16)
“Kur’an’ı kötü ve kuru hurmaları saçtığınız gibi saçmayın ve şiir gibi hızlı okumayın. Onun insanı hayrete düşüren hususları üzerinde durun ve onunla kalplerinizi harekete geçirin. İçinizden hiç kimsenin Kur’an’ı okumaktaki amacı, sûrenin sonuna biran önce varmak olmasın.” (el-Begâvî, Tefsirü’l-Begavi, VIII, 251)
“Sizden birinin kendini, ancak Kur’an’a sorması gerekir. Eğer o Kur’an’ı seviyorsa, yüce Allah’ı seviyor demektir. Kur’an’ı sevmiyorsa Allah’ı sevmiyor demektir.” (İmam Gazzali, İhya, 5/227)
“Mümin kimse günahlarını hayalinde öylesine büyütür ki, sanki kendisi bir dağın eteğinde oturuyormuş da dağ üzerine çökecekmiş zanneder. Günaha düşkün kimse ise günahlarını, burnunun üstüne konan bir sinek gibi görür.” (Buhârî, Daavât, 4)
“Muhakkak ki, Allahu teala aranızda rızkınızı paylaştırdığı gibi ahlakınızıda paylaştırdı. Muhakkak ki Allah dünyayı/malı sevdiğine ve sevmediğine de verir. Ancak imanı sevdiği kullarından başkasına vermez. Allah bir kulunu severse ona imanı lütfeder.” (Hâkim, el-Müstedrek, 811)