Siret-i İnsan derslerimizin bu haftaki konusu akıldı. Muhammed Emin Yıldırım hocamız, “İnsanı İnsan Eden Nimet: Akıl” serlevhasının altında bu büyük nimetin nasıl anlaşılması gerektiğini, değerini ve sınırlarını Kur’an ve Hadisler ışığında anlattı. Dersin sonunda “İnsanlığın Aynaları” bölümünün bu haftaki misafiri ise Ebû Zer el-Ğifârî oldu. Ondan, Resûlullah (sas) ile yaşadığı çok güzel bir hatırayı dinlemiş olduk.
Dersten Cümleler
“Eğer Allah’ın nimetlerini sayacak olursanız, onları bitiremezsiniz. Buna rağmen kuşkusuz insan çok zalim ve çok nankördür.” (İbrahim 34)
Her nimetin şükrü kendi cinsindendir.
İnsanı diğer canlılardan ayıran, ona mesuliyet yükleyen ve onu mükerrem kılan en önemli özelliktir akıl…
Akıl nimeti sayesinde insan insan oldu. O nimeti kullandığı oranda da insaniyetini devam ettirdi.
“…İşte onlar hayvanlar gibidir; hatta daha da aşağıdadırlar. İşte asıl gafiller onlardır.” (Araf 179)
En az kullandığımız nimetlerdendir akıl…
Akıl kelimesi, üç harfli olan (ع ق ل) ve ikinci babtan “akale”, “ya’kılu” fiilinin mastarıdır. Aslı “akl” dır. Ancak Türkçe “akıl” olarak telaffuz edilir.
Sözlükte masdar olarak “menetmek, engellemek, alıkoymak ve bağlamak” gibi anlamlara gelir.
Felsefe ve mantık terimi olarak akla şu anlam verilir: “Varlığın hakikatini idrak eden, maddî olmayan, fakat maddeye tesir eden basit bir cevher; maddeden şekilleri soyutlayarak kavram haline getiren ve kavramlar arasında ilişki kurarak önermelerde bulunan, kıyas yapabilen güçtür.”
Kur’an’da akıl kelimesi biri geçmiş, diğerleri geniş zaman kipinde olmak üzere kırk dokuz yerde fiil şeklinde geçmektedir. Ancak Kur’ân’da aklı muhatap alan âyetlerin sayısının 700 civarı olduğunu söyleyebiliriz.
Kur’an’da akılla aynı anlama gelmese bile ona yakın bir mâna ifade eden kalb (çoğulu kulûb), fuâd (çoğulu ef’ide) ve elbâb (tekili lüb, Kur’an’da geçmez), nuha, hicr ve mirre gibi kelimelerinin kullanıldığı dikkati çekmektedir.
“Sezme, anlama ve bir şeyin mahiyetini kavrama gücü” anlamına gelen bu kelimeler, daha çok insanın derunî, vicdanî âlemine ve gönül dünyasına hitap etmek maksadıyla kullanılmıştır.
Hadislerde de akıl kavramı çokça kullanılmıştır. Akıl kelimesi Kur’an’da sadece fiil şeklinde kullanılırken, hadislerde ise, “akıl (insanın kendisiyle değer kazandığı şey)” ve “diyet” anlamlarında isim olarak kullanıldığı gibi, “akletmek, idrak etmek, anlamak,” “deveyi bağlamak” manalarında fiil olarak da kullanılmıştır.
Ayrıca hadislerde “keyyis”, “lübb”, “nuhâ”, “hilm (ehlâm)” ve “dimağ” kelimeleri de akıl anlamında kullanılmıştır.
Hadislerde aklın ilk yaratılan şey olduğu, Allah tarafından insanlar arasında farklı ölçülerde taksim edildiği, Yüce Allah’ın akıllı kişiyi övdüğü, aklı olmayanın dinin olmadığı, akılla rızıklananın kurtuluşa erdiği, aklın mü’minin işareti olduğu, Hz. Peygamber’in aklının artması için duâ ettiği, reislik ve yönetimin akıl ile olduğu, saygınlığın akıl ile kazanıldığı, insanlara akılları oranında konuşmanın emredilmesi, yaptıkları ibadetlerin mantığını kavrayanların en çok sevap kazandıkları ve diğer insanlardan üstün oldukları gibi konular üzerinde durulmuştur.
Âişe validemizden nakledildiğine göre Hz. Peygamber (sas) yatağa girdiği zaman: “Allah’ım! İşitmemi, görmemi ve aklımı artır, onu benden varis yap, düşmanlarıma karşı bana yardım et ve intikamını (misliyle mukabeleyi) bana göster. Allah’ım! Borç altında kalmaktan ve açlıktan sana sığınırım ki bunların sıkıntısı ne kötüdür!” Bunları der ve sonra yatardı.” (Beyhakî, Şuabu’l-İman, IV, 170)
Efendimiz (sas) akılların artması için dua etmiştir. Bizde edelim: “Allah’ım! Akıllarımızı arttır.”
“Akıl, yüce Allah’ın imtihan ettiği kullarını ölçüsünce muhatap aldığı, emir ve yasaklarda bulunduğu, ceza ve mükâfat vadettiği, bir tabiat ve bir yetenektir.” (Hâris el-Muhâsibî)
“Akıl, aynı nitelikte olanları bir araya toplayan ve ayrı nitelikte olanları ayıran şeydir.” (Mâturîdî)
“Akıl, insanın hayvanlardan ayrıldığı, teorik bilgileri, sanatların ve teknik bilgilerin inceliklerini öğrendiği güçtür.” (Gazzalî)
“Akıl, kalbe konulan, kendisiyle eşyaların, olayların hakikatinin, caiz olanların caizliğinin, muhallerin muhalliğinin ve işlerin sonucunun bilindiği bir tabiattır.” (İbnü’l-Cevzî)
“Akıl, hakikatin bilinmesini sağlayan kaynaktır.” (Vâsıl b. Atâ)
“Akıl, insanı diğer varlıklardan ayıran ve nazarî bilgilerin öğrenilmesini sağlayan bir güçtür.” (Ebü’l-Hüzeyl el-Allâf)
“Akıl, insandaki anlama ve kendisini zararlı şeylerden koruma gücüdür.” (Câhiz)
“Akıl, kötü şeylerden alıkoyan ve iyi şeylere yönelten bilgidir.” (Cübbâî)
“Akıl, kendisiyle ilimlerin ve kavramların (tasavvur ve idrak edilebilen şeylerin) anlaşıldığı, nefsin bir kuvveti, kendisiyle bilinmeyenlerin, duyu organlarıyla algılanamayanların vasıtalarla, işaretlerle, duyu organlarıyla algılanabilenlerin şahitlerle, delillerle anlaşıldığı, idrak edildiği, kendisine yardımcı organlar sağlıklı olduğunda zarûrî ilimlerin bilindiği bir yetenek ve tabiattır.” (Taftazânî)
“Akıl maddeden uzak, bağımsız ancak beden, tedbir ve tasarrufla ilişkili olan bir cevher, kendisiyle hakkın ve bâtılın bilindiği, kalpte bulunan bir nurdur, eşyanın hakîkatının kendisiyle bilindiği bir şey ve duyu organlarıyla algılanamayan şeyleri vasıtalarla, algılanabilenleri şahitler aracılığıyla bilen-idrak eden bir cevherdir.” (İbn Adiyy)
Akıl istenilen şekilde kullanılırsa nelere vesile olur?
Varlığı anlamaya ve anlamlandırmaya vesile olması (Nûr 61)
Varlığın tamamından öğüt ve ibret almaya vesile olması (Sâd 29)
Düşünmeye ve fikir üretmeye vesile olması (Mülk 10)
Kur’an-ı Kerim’i hakkıyla anlayıp, gereklerini yerine getirmeye vesile olması (Yusuf 2)
Birleştirilmesi gereken bağları birbirleri ile bağlamasına vesile olması (Haşr 14)
Doğru şeyleri seçip, yanlış şeylerden uzak kalmaya vesile olması ( Zümer 17, 18)
Unutulanları hatırlatmasına, yanlışları düzeltmesine vesile olması (Bakara 44)
Sorumluluklarını yerine getirmesine ve onları muhafaza etmesine vesile olması (Nahl 90)
Kötülükleri iyiliklerle defetmeye, iyiliği yeryüzünde hâkim kılmaya vesile olması (Fussilet 35)
Üretmeye, keşfetmeye, yeni yeni şeyler ortaya çıkarmaya vesile olması (Ali İmran 190)
Akıl nimeti kullanılmayınca ne oluyor?
Aklını kullanmayan, Şeytan’ın adamı olur. (Nisâ 119)
Aklını kullanmayan, düşmanın oyuncağı olur. (Ali İmrân 118)
Aklını kullanmayan, nefsinin esiri olur. (Furkân 44)
Aklını kullanmayan, cehaletin kurbanı olur. (En’âm 140)
Aklını kullanmayan, ricsin/pisliğin muhatabı olur. (Yûnus 100)
“Allah akıllarını kullanmayanları ricse/pisliğe mahkûm eder/pislik içerisinde bırakır.” (Yunus 100)
Rics, maddi ve manevi kirliliktir/pisliktir.
Batılın gücü bizatihi batıldan mı kaynaklanıyor, yoksa hakka taraftar olanların acziyetinden mi kaynaklanıyor.
Allah Resûlü (sas) Mekke’de Darü’l-Erkam potasında sahâbeyi şöyle yetiştirdi:
Sağlam bir akidenin inşası
Akli Eğitim
Ruhi Eğitim…
İslam dünyasında şu an akıl meselesinin anlaşılmasında iki uç tavır, var ne yazık ki… Biri ifrat biri tefrid…
İfrat tavrı: Değerinden fazlasını vermek
Tefrit tavrı: Değerinden aşağıya düşürmek
İfrat tavrı, Aklı putlaştırıyor…
Tefrit tavrı, Aklı devre dışı bırakıyor…
İtidal tavrı: Değerinin hakkını teslim etmektir.
Bu tavra göre aklı değerlendirsek söyleyeceğimiz söz şu olur: Dine ait meseleler asla ne akıl dışıdır, ne de her meselesi akılla anlaşılabilir, bu aziz din mensuplarının akılcı değil, akıllı olmalarını ister ve bazı alanların akıl üstü olduğunu ifade eder.
Bu ümmetin yeniden ayağa kalkması için akıl nimetinin değeri nispetinde kullanılması gerekir.
Bizim bir an önce Atıl akıllarımızın yerine Aktif akılları inşa etmemiz gerekiyor.
Bizim bir an önce Mukallid akıllarımızın yerine Muhakkik akılları inşa etmemiz gerekiyor.
Bizim bir an önce Menfi akıllarımızın yerine Müspet akılları inşa etmemiz gerekiyor.
Bizim bir an önce Tekfir eden akıllarımızın yerine Tenkit eden akılları inşa etmemiz gerekiyor.
Bizim bir an önce Müfret akıllarımızın yerine Müşterek akılları inşa etmemiz gerekiyor.
İnsanlığın Aynalarının bugünkü misafir Ebû Zer el-Ğifârî’dir.
Hz. Ebû Zer dediğimiz zaman ne kadar çok şey aklımıza gelir değil mi?
O, bu ümmetin mesihidir.
“Ebû Zer, yeryüzünde İsa b. Meryem’in zühdü ile yürür.”
Dolayısı ile dünyada doğmuş; ama ahirete göre yaratılmıştı.
O, bu ümmetin züht ve takva abidesidir.
O, bu ümmetin her işinin adamı değil; ama kendisine biçilen rolün tam adamıdır.
O, bu ümmetin en doğru sözlüsü ve en korkusuz yiğitlerindendir.
“Ne gök, altında, ne de yer, üstünde; peygamberlerden sonra Ebû Zer’den daha doğru sözlüsünü barındırmamıştır.”
O, bu ümmetin mazeret adamı değil, eylem/iş adamıdır.
O, bu ümmetin, sosyalisti yada komünisti değil, Müslümanıdır.
O, bu ümmetin, isteyeni değil; sahip olduğu neyi varsa her şeyini verenidir.
O, bu ümmetin, kaderi yalnızlık olanıdır.
Hz. Ebû Zer (ra) kendi anlatıyor, bir gün Resûlullah ile Medine dışına kadar yürümüştük. O anda Ben: “Ey Allah’ın Resûlü! Bana tavsiyede bulun!” dedim.
Resûlullah: ‘Sana Allah’a karşı takvalı olmanı tavsiye ederim. Çünkü o, tabi olanların en fazla dikkat ettikleri konudur.’ dedi.
Ben: ‘Ey Allah’ın Resulü! Daha fazlasını anlat!’ dedim.
O (sas): ‘Kur’ân okuman ve Allah’ı zikretmen-hatırlaman- gerekir. Çünkü bu, göklerde ve yerde senin için nurdur.’ dedi.
Ben: ‘Ey Allah’ın Resûlü daha fazlasını anlat!’ dedim.
O (sas): ‘Hayrı konuşman dışında susman gerekir. Çünkü o, Şeytanı senden kovucu ve din konusunda sana yardımcıdır.’ dedi.
Ben: ‘Ya Resûlullah ne olur daha fazlasını anlat.’ dedim.
O (sas): ‘Cihad etmen gerekir. Çünkü o, ümmetimin ruhbanlığıdır.’ dedi.
Ben: ‘Ya Resûlullah daha fazlasını anlat.’ dedim.
O (sas): ‘Miskinleri sev ve onlarla birlikte otur.’ dedi.
Ben:‘ Ya Resûlullah daha fazlasını anlat dedim.’
O (sas): ‘Senden daha aşağıda olanlara bak, üsttekilere bakma. Çünkü böyle yapman sahip olduğun Allah’ın nimetlerine nankörlük yapmaman için daha uygundur, onlar seninle ilişkilerini kesse bile sen akrabalarını ziyaret et.’ dedi.
Ben: ‘Ya Resûlullah daha fazlasını anlat.’ dedim.
O (sas): ‘Allah konusunda kınayıcının kınamasından korkma.’ dedi.
Ben: ‘Ya Resûlullah daha fazlasını anlat!’dedim.’
O (sas): ‘Kendin için sevdiğini-istediğini- başkaları için de sev, iste.’ dedi. Sonra eliyle göğsüme vurdu ve ‘Ey Ebû Zer! Tedbir gibi akıl, günahlardan el çekme gibi verâ ve güzel ahlak gibi de saygınlık yoktur!” dedi. (Taberânî, el-Mu’cemü’l-Kebir, II, 157)