Siret-i İnsan derslerimizin bu haftaki konusu: “İnsanın Yüklendiği Emanet Nedir?” başlığı altında, insanlığın nasıl insana emanet edildiği meselesi idi. Muhammed Emin Yıldırım Hocamız, emanet-insanlık ilişkisini ve insanlığın devamiyetinin nelere bağlı olduğunu çok önemli mesaj ve örneklerle anlattı.
Dersten Cümleler
İnsan hakkıyla tanınmazsa Kur’an’da hakkıyla anlaşılmaz!
Her mübalağa zimnî bir yalandır.
“Biz emaneti, göklere, yere ve dağlara teklif ettik de onlar bunu yüklenmekten çekindiler, (sorumluluğundan) korktular. Onu insan yüklendi. Doğrusu o çok zalim, çok cahildir.” (Ahzâb, 33/72)
Ayete sorulması gereken 10 soru:
1. Göklere, yere ve dağlara arzın anlamı nedir?
2. Göklere, yere ve dağlara arz/teklif nasıl yapılmıştır?
3. Burada geçen Emanet kavramı ne anlama gelmektedir?
4. Yüz çevirmekten maksat nedir?
5. Bu kadar ağır bir sorumluluğu neden insan yüklenmiştir?
6. İnsanın bu emaneti üstlenmesinde insanlığının etkileri nelerdir?
7. Bu emaneti başlangıçta üstlenen belli bir insan mı yoksa insanlığın tamamı mı?
8. Emaneti yüklendikten sonra insanın hali neden değişmiştir?
9. İnsan ne yapmıştır ki zalim olmuştur?
10. Bu kadar çok şeyin farkında olan insan neden çok cahil duruma düşmüştür?
Ümmet-i Muhammed, kitaplı bir ümmettir. Bizim medeniyetimizin en önemli azığı kitaptır.
Göklere, yere ve dağlara arzın anlamı nedir?
Varlık âlemi, canlı-cansız varlıklar olarak değil, şuurlu-şuursuz varlık diye ikiye ayrılır.
el-Kelbî, en-Nahhas, el-Beğavî, es-Sabûnî göklere, yere ve dağlara arzdan maksat, Allah bu varlıklarla konuşacağı zaman onlara akıl, anlama ve konuşmalarına karşılık verebilecek konuşma kabiliyeti verdi ve onlara emaneti teklif etti, ama onlar bunu üstlenmekten çekindiler.
Buradaki arz ve o varlıkların yüz çevirmesi, hakiki anlamdadır ama onların hakikatini bizler idrak edemeyiz. Bunun örnekleri de Kur’an’da çoktur.
Allah’ın göklere, yere ve dağlara arz etmesinden maksat, bizzat o varlıklara arz etmesi olmayıp oralarda bulunan meleklere arz etmesidir.
Ayette mecaz vardır. “Eğer biz onu göklere, yere ve dağlara yükleseydik ağırlığından dolayı onu yüklenemezler ve bundan kaçınırlardı.” demektir.
Göklerden maksat nefisler, yerden maksat kişiler, dağlardan maksat ise aileleridir. (Bursevî, VII, 250)
Gökler, yer ve dağlar, emaneti üstlendikleri zaman ne ile karışılacaklarını öğrenince, bundan vazgeçmişlerdir. Der ki müfessirlerimiz, onlara emanet arz edilince, onlar,”emanet” in ne olduğunu sordular, Allah da: “Yaptığınızda mükâfat, terk ettiğinizde de azap göreceğiniz şeydir” buyurunca, onlar: “Ya Rabbi! Biz sevap veya azap istemiyoruz, bizler senin emrine müsahharız!” diyerek bundan kaçındılar.
Emanet ne demektir?
Emanet, ام ن fiilinden mastar olup nefsin itminan bulması, korkunun gitmesi, eminlik, hıyanetin zıddı ve doğrulamak gibi anlamlara gelir.
Bu ayette, emanetin anlamı konusunda tefsirlerimizde otuzu aşkın rivayet vardır.
Emanet, dediğimiz şey insanlıktır.
Emanet, insana verilmiş insanlıktır.
İnsan, beşer olarak yaratıldı, insan olarak doğdu, insan olarak büyüdü, sonra iradesi ile tercih ederek ya insan olarak kaldı, ya da insanlıktan çıkmış oldu.
“İnsan için en zor olan şey, her gün insan kalmaktır.” (Cengiz Aytmatov)
İnsanlığın en temel 5 esası:
1. Kendisini yaratandan başkasına kul olmamak
2. Kendisine ve yaratılan tüm varlığa şefkat nazarı ile bakmak
3. Kendisiyle ve yaratılan tüm varlıkla sevgi üzerinden bir bağ kurmak
4. Kendisi dışındaki tüm varlıkla hukuk üzere yaşamak
5. Kendisi ile yapılan ahitleşmeye sadık bir hayatın sahibi olmak ve bunu ömür boyu sürdürme istikrarı ortaya koymak
“Kendisini yaratandan başkasına kul olmamak” Bu ilkenin anahtar kavramı: Tevhid
“Kendisine ve yaratılan tüm varlığa şefkat nazarı ile bakmak” Bu ilkenin anahtar kavramı: Merhamet
“Kendisi ile ve yaratılan tüm varlıkla sevgi üzerinden bir bağ kurmak” Bu ilkenin anahtar kavramı: Muhabbet
“Kendisi dışında yaratılanlarla hukuk üzere yaşamak” Bu ilkenin anahtar kavramı: Adalet
“Kendisi ile yapılan ahitleşmeye sadık bir hayatın sahibi olmak ve kendisinden istenilenleri bir ömür yerine getirme istikrarı ortaya koymak” Bu ilkenin anahtar kavramı: Sadakat
İnsanlığın en temel kavramları: Tevhid, Merhamet, Muhabbet, Adalet ve Sadakat…
Kalplerimizin ve zihin dünyalarımızın, cahiliye dönemi Kâbe’sinden farkı yok, o Kâbe’de 360 put vardı; bizim kalplerimizde ve zihin dünyalarımızda o kadar çok put var ki?
Merhametin olmadığı yerde, menfaat olur.
Dost varsa, derdi vardır. En yakınlarımız en ağır imtihanlarımızdır.
İslam toplumu sevgi toplumudur.
“De ki: Ben sizden, bu tebliğime karşılık bir ücret istemiyorum, istediğim, tek şey yakınlarıma bir sevgidir veya içinde yakınlık bulunan bir sevgidir.” (Şura 23)
Eğri ağacın doğru gölgesi olur mu?
Gençler! Her biriniz bir Ashab-ı Kehf gibi olun!
Tevhid dediğiniz şey, Allah’tan başkasına boyun eğmemektir.
Necaşi, Müslümanların imamı olan Hz. Cafer’e sordu: “Siz ne benim dinime, ne de burada bulunan başkalarının dinine girmediğinize göre nasıl bir dine girdiniz? Sizin peygamber olarak inandığınız şahıs size neler öğretti?”
“Ey Hükümdar! Biz Cahiliye halkından bir kavim idik! Putlara tapardık. Ölmüş hayvan eti yerdik. Bütün kötülükleri yapardık. Akrabalarımızla ilişkilerimizi keser, akraba hakkı gözetmezdik. Komşularımızı unutur, komşuluk vazifelerini yerine getirmezdik. İçimizden güçlü olan, güçsüz ve zayıf olanı yerdi.
Yüce Allah bize kendimizden, soyunu sopunu, doğruluğunu, eminliğini, iffet ve nezahetini bildiğimiz Resûlü gönderinceye kadar, biz hep bu kötü durum ve tutumda idik. O peygamber, bizi, bizim ve babalarımızın Allah’tan başka tapa geldiğimiz, taştan, ağaçtan, altın ve gümüşten yapılmış putları bırakarak Allah’ın birliğine inanmaya ve yalnız O’na ibadet etmeye davet etti. Yine o peygamber: Doğru söylemeyi, emaneti sahibine vermeyi, akraba haklarını gözetmeyi, komşulara iyi davranmayı, haramlardan uzak, kan dökmekten geri durmamızı bize emretti. Yine o, bizi her türlü çirkin, yüz kızartıcı söz ve işlerden, yalan söylemekten, yetim malı yemekten, iffetli kadınlara dil uzatmak ve iftira etmekten de men etti.
Ayrıca hiçbir şeyi kendisine eş ve ortak tutmaksızın, yalnız Allah’a ibadet etmemizi, namaz kılmamızı, zekât vermemizi, bize emretti. Biz onu doğruladık ve ona iman ettik. Allah tarafından getirdiği şeylere göre, ona tâbi olduk. Bir ve Tek olan Allah’a ibadet ettik, O’na hiçbir şeyi şirk koşmadık. O’nun bize haram kıldığını haram, helâl kıldığını helâl olarak kabul ettik. Bunun üzerine, kavmimiz bize düşman kesildi. Bizi dinimizden döndürmek, Yüce Allah’a ibadetten vazgeçirip puflara taptırmak, öteden beri helâlleştirip serbestçe işleye geldiğimiz kötülükleri tekrar işletmek için, bizi işkenceden işkenceye uğrattılar. Onlar bize böylece galebe çalıp zulmettikleri, bizimle dinimiz arasına gerildikleri ve tazyiklerini arttırdıkları zaman, biz senin ülkene çıkmak, sığınmak zorunda kaldık. Seni başkalarına tercih ile senin himayene ve komşuluğunda bulunmayı arzu ettik. Ey hükümdar! Biz senin yanında hiçbir zulme uğramayacağımızı umuyoruz!”
“Ey Amr! Allah bana bu memleketi verirken rüşvet mi aldı ki, şimdi ben Allah adına bana sığınan insanları sana vermek için rüşvet alayım!”
İnsanlığın Aynaları: Selmân-ı Farisî’ye kardeş olmak mümkün mü?