Allah kelâmı Kur’an-ı Kerîm’in nüzulüne ve Hz. Peygamber’in (sas) İslâm’ı tebliğ faaliyetlerine tanıklık eden şehirlerden ilki bilindiği gibi Mekke-i Mükerreme, ikincisi Medine-i Münevvere’dir. Medine, Hz. Peygamber’in hicretinden vefatına kadar yaklaşık on yıl boyunca, sadece İslâm’ın yayılmasına başkentlik etmiş değildir. Diğer birçok özellikleri yanında Medine; örnek İslâm toplumunun oluşum sürecinde “İslam şehri” olgusunun ana unsurlarının (câmi, dâru’l-imâre, mezarlık, pazar vd.) ortaya konulduğu biricik, başat, prototip şehirdir.
Coğrafî konumu ve özellikleri
İslâm’dan önceki kadîm adıyla Yesrib[1], Mekke ve Tâif ile birlikte Arap yarımadasının Hicaz adı verilen bölgesinin en meşhur şehirlerindendir. Yesrib, kuzeye doğru hafif eğimli bir vâha üzerinde kurulmuştu. Bu ova, batıda Kızıldeniz sahilinin dağ silsilesi arasında, kuzeyde Uhud ve güneyde ‘Ayr dağları’ ile çevrilidir. Yesrib, Kızıldeniz sahiline 120 km., bu denizin liman şehirlerinden Yenbu’a yaklaşık 275 km., güneyindeki Mekke’ye ise takriben 350 km. uzaklıktadır.
Resûlullah, hicretten sonra şehrin sınırlarını tespit etmiş, bu sınırlar içinde kalan bölgeyi “harem bölgesi” olarak tayin etmişti. Harem kabul edilen bölge, iki lâbbe (harreteyn) arası yani Doğu Harresi olarak bilinen “HarretuVâkım” ile Batı Harresi olarak bilinen “Harretu Vebere” ve güneyden ‘Ayr dağı ile kuzeyden Sevr dağı arasında kalan bölgedir. Şu halde, Medine hareminin yarıçapının 22 kilometrelik bir dairesel alandan oluştuğu söylenebilir.
Topografik Özellikleri
Yesrib topografik özellikleriyle kadîm Hicaz şehri Mekke’den tamamen farklı özellikleri hâizdir. Mekke’nin aksine Yesrib, ziraata görece daha elverişlidir. Volkanik (Harre, çoğ. Harrât) alanlarıyla ve hurmalıklarıyla dikkat çeker. Yesrib; Kuba, Sel‘, Sünh ve diğer vahâlardan toplanıp gelen suların bolluğundan dolayı nispeten bereketli, verimli bir vahadır. Tarihte şehrin zaman zaman volkanik faaliyetlere maruz kalmıştır.[2] Nitekim, bölgede Cemmâvât adıyla bilinen üç volkanik tepe yer almaktadır. Güneydoğudaki yüksek bölgelere ‘Âliye ya da ‘Âvâlî, onun alt kısımlarındaki düzlüklere ise Sâfile adı verilir.
Yesrib’in sakinleri
– Yahudiler
Hz. Peygamber’in hicreti öncesinde Yesrib sâkinleri[3] olan Yahudi kabilelerinin en önde gelenleri Benî Kaynuka, Benî Nadîr, Benî Kureyza’dır. Bunların dışında kaynaklarda; Benî Hedl, (Behdel), Benî Avf, Benî Kasis, Benî Nağisa, Benî Murid/Mürîd, Benî Muâviye, Benî Masike, Benî İkrime, Benî Mürâye, Benî Sa’lebe vb. daha küçük Yahudi boylarından söz edilmektedir.
– Arap kabileleri: Evs ve Hazrec
Aslen Evs ve Hazrec kabileleri, Yemen kökenli Ezd kabilesine mensuptular. Ezdlerin, M.S. 207 yılında itibaren Huzâa kabilesinin Mekke’ye hicretiyle eş zamanlı olarak farklı zamanlarda Yemen’den çıkarak kuzeye doğru göç etmeye başladıkları tahmin edilmektedir. Evs ve Hazrec kabileleri kendi aralarında da beşer alt kollara ayrılmaktadır.
– Diğer Arap kabileleri
İslam öncesi Yesrib’inde Evs ve Hazrec dışında yer alan diğer Arap kabilelerine kaynaklarımız ayrıntılı olarak yer vermemektedir. Bununla birlikte, bazı Arap kabilelerinin Evs ve Hazrec’den önce Yesrib’e göç edip yerleştiklerine dair ipuçları da yok değildir. Bunlara örnek olması bakımından, Kuzâ‘a kabilesinden Beliyy ve bunların Benî Mirsed ve Benî Enîf boyları, Yemen kökenli Benî Hırmân, Süleym’den Benî Muâviye, Benî el-Hârise b. Behse, Ğassan’dan Benî Şaziyye, Kays Aylân’dan Benî Süleym b.Mansûr, Yemenli Benî Cüdmâ (Cüdemâ) gibi bazı kabileler zikredilebilir.
Bazı kabile kişi ve gruplarının da şehre göç ettikten sonra Evs ve Hazrec ile ittifak kurarak kente intibak etmeye çalıştıkları görülmektedir. Abs, Akl, Becîle, Beliyy, Cumah, Cüheyne, Devs, Esed, Eslem, Eşca, Ezd, Fezêra, Ğassân, Ğatafân, Himyer, Huzâ‘a, Huzeyme, Kâre, Kelb, Kuzâ‘a, Müzeyne, Sa‘lebeb, Utbân, Selîm/Süleym, Temîm vb. bunlara örneklik teşkil etmektedir.
– Diğer unsurlar
Cahiliye Araplarında ictimâi hayat; hürler, mevâlî ve köleler olmak üzere üç sınıf insan katmanından oluşuyordu. Dolayısıyla Yesrib’de, diğer unsurlar arasında etnik kökenlerine bakılmaksızın çoğunluğu Arap, Hıristiyan ve Mecusîlerden oluşan mevâlî ve köleler yer almaktaydı. Özellikle, Arap kabilelerinden elde edilenlerin dışında az da olsa Mısır kökenli Kıptîler ile Habeşistan, İran, Yemen kökenli köleler de rastlanmaktaydı. Kölelerin sosyal statüleri gereği mülk edinme imkânlarının bulunmadığından, kaynaklarımızda müstakil yerleşim yerlerinden ayrıntılı olarak söz edilmemesi tabidir.
Hicret öncesi Yesrib
Mekke’nin, Kâbe’ye ev sahipliği yapmasından dolayı, ilkçağlardan beri mukaddes belde olma avantajını iyi değerlendirdiğini söyleyebiliriz. Oysa Hz. Peygamber’in hicretine kadar Yesrib/Medine böyle bir saygıya lâyık görülmemişti. Bu Yesrib’in dağınık yaklaşık dokuz/on mahallesiyle tam anlamıyla bir şehir hüviyeti taşımadığı anlamına gelmektedir. Bu itibarla Yesrib, bu mahallelere dağılmış basit ve ilkel evlerden, düzensiz ve plansız yayılan kulübe ve barakalardan, bahçelerin ve tarlaların sınırlarıyla/hudutlarıyla birbirine bağlanmış bir durum arzediyordu.
– Meskenler-barınaklar
Bazı araştırmalar, Yesrib halkının evlerini çamurdan (tîn) inşa ettiklerini, tavanlarını örtmek için ise hurma dallarından yararlandıklarını ortaya koymaktadır. Bazı evler tek katlı, bazıları da çift katlı olabiliyordu. Ebû Eyyûb el-Ensârî’nin evi hakkındaki betimlemeler bunun bir delili kabul edilmektedir.
Diğer taraftan, bu evlerin dışında gölgelikler bulunuyordu ve bunlar, muhtemelen kabilenin divânı/sofası olarak kullanılan, bazen özel, bazen de genel işlerin istişare edildiği mekânlardı. Sakîfetu Benî Sa‘îde ve Benî Beyâza yurdundaki Sakifetü Reyyân hakkındaki rivayetler de bunu teyit etmektedir. Ayrıca çardaklar, Yesrib’de İslâm öncesi ve sonrası dönemde oldukça yaygındı. Örneğin, Resûlullah’ın hicretten hemen sonra, Kubâ’dan ayrılıp, Benî Neccâr yurduna giderken, bir çardakta gölgelendiği, gölgeliğin zeminine su dökülerek güneşin sıcağından etkilenmesinin önüne geçildiği bilinmektedir.
– Utumlar
Yesrib sakinleri, kalecikleri (utum, çoğ. âtam), sadece savunma amaçlı mesken olarak yapmamışlardı. Özellikle Yahudilere ait utumlarda günlük hayatın devamı için gerekli olan barınak, kiler, kuyu, mâbed ve eğitim kurumu işlevsel unsurlar yer almaktaydı. Medine’de utumlar, aynı zamanda hurma bahçelerini koruma vazifesi görmekteydi. Yesrib halkı, bir tehlike esnasında utumlara sığınmayı tercih ederdi.
– Pazarlar
Yemen-Mekke-Şam/Mısır uluslararası ticaret yolu üzerinde bulunması nedeniyle İslam öncesi dönemde Yesrib’de çok sayıda pazar kurulmuştu. Bu durum esasen, bölgenin çevresindeki yerleşim yerleri ile ticarî merkezler arasındaki bağlantısının güçlü olduğuna delalet etmektedir.
Yesrib’de Benî Kaynuka kabilesinin, sahibi olduğu bir pazarı mevcuttu. Ayrıca, Yesrib Köyünde (Vâdi Kanât ile Cürüf bölgesi arasında) bir pazardan daha söz edilektedir. Kaynaklarda Asebe bölgesindeki Kuba mevkiinde bir başka pazardan bahsedilmektedir. Muzâhim adı ile anılan pazar, İslâmî dönemdeki adıyla, Abbas b. Abdilmuttalib’in mevlâsı Ibn Hubeyn’in sokağında idi. Bu pazarın mevkii, Abdullah b. Übeyy b. Selûl’un kabilesi Benî Hublâ’nın yerleşim yerine yakındı.
– Din ve eğitim kurumları
Yesribli Yahudî kabilelerinin Beytü’l-Medârisleri vardı. Bu kurumda, eğitim faaliyetlerinin yanı sıra, bir bakıma, dinî, siyasi ve içtimai görevler de icra edilmekteydi.
Putperest bazı Yesribliler, putlara ibadet etmek için kendilerine özel evler tahsis etmişlerdi. Benî Seleme oğullarından Ömer b. el- Cum‘un’un, ahşaptan yaptığı Menât adlı puta böyle bir mekân ayırmıştı. Buna tepki olarak mensubu olduğu Benî Seleme kabilesinden bazı Müslümanların kendisini ayıpladıkları ve nihayet Ömer’in şirki terk ederek İslamiyet’i seçtiği yine kaynaklarda yer almaktadır.
Hicret sonrası şehrin yeniden inşası
– Şehrin ismi
Hicretten önce Medine’nin adı Yesrib idi. Hicretten hemen sonra bunun yerine Hz. Peygamber’in tercih ettiği isim ise, “şehir” anlamına gelen “Medine” olmuştur. Bilindiği gibi, Medine kelimesi Arapça; m-d-n fiilinden türetildiği zaman, medenîleştirmeyi ve şehirleştirmeyi çağrıştırmaktadır. Bu anlamda şehrin yeni adı, sadece yeni bir dünya görüşünün müjdecisi değil, kapsamlı bir “şehir” fikrinin, kentsel yerleşimin ve değişimin, habercisi gibiydi. Dahası şehir, yaşamak, çalışmak, öğrenmek, ibadet etmek, gelişmek ve kurumsallaşmak için bir faaliyet zemini oldu. Medine tabirinin köklerinden biri de itaat etmek, boyun eğmek, sadakat borcu anlamında yine Arapça’daki, aynı zamanda dîn ve imân etme anlamına gelen, dâne(d-y-n) fiili kabul edilmektedir. Bu görüşü kabul eden bazı çağdaş İslam düşünürlerine göre, Medine-i Münevvere bütün mü’minler için adeta bir ibadet merkezi gibidir. Kaldı ki, dâne fiilinin diğer bir anlamıda ‘borçlu’ olmaktır. Buna göre, Hz. Muhammed (sas) Yesrib’in adını “Medine” olarak değiştirmekle, sadece Müslümanlar için değil, bütün insanlık için bir bilinç oluşturmayı hedeflemiş olabilir. Çünkü insan, varlık dünyasına çıkışını Yaratıcı’sına borçludur. Bu bilince sahip insan, Rabbi’ne yönelir, dinine sarılır, ibadet vecdi ile çalışır, çırpınır, neticede medeniyetin bileşenlerini üretmek için gayret gösterir.
– İlk muhacirlerin geçici iskânı
Hz. Peygamber henüz Mekke’de iken, ilk muhacirlerin Medine’ye yerleştirilmesinde hangi yöntemin uygulandığına dair kaynaklarımızda açık bilgiler bulunmamaktadır. Buna rağmen dağınık rivayetlerden şehrin ilk muhacir sakinleri için bazı planlamaların yapıldığı anlaşılmaktadır. Kaynaklara göre onlar, yoğun olarak Kubâ mevkiinde Benî ‘Avfb. Amr mahallesine, Sünh bölgesinde Hâris b. el-Hazrec’in mıntıkasına, ‘Asabe bölgesindeki Benî Cahcaba mahallesine yerleşmişlerdi. Muhacirlerin ilk yerleştikleri evlerde konuk edilmesinde ve daha sonra başka meskenlere gönderilmelerinde, akrabalık, yakınlık, tanışıklık, müttefiklik, kardeşleştirme bağı yanında, kimi zaman kur‘aya başvurma gibi hususların rol oynadığı görülmektedir.
– Medine’nin yeniden inşası: Şehir merkezinin tespiti
Hz. Peygamber, hicretten sonra Kubâ’da 10-14 gün kadar dinlenmişti. Muhtemelen bu süreçte onun zihni, ilk muhacirlerin şehre adaptasyonu ve müstakbel şehir merkezinin tespiti ile meşgul idi. Genel olarak mescidinin yerinin tespiti konusunda kaynaklarımızda yaygın olarak zikredilen bineği “Kusva”nın seçimine dair rivayetler üzerinden yorumlanmaktadır. Ancak kanatimce, bu meselede bizlere gösteren şu rivayete de dikkat etmeliyiz:
“…Rasûlullah, Medîne’ye geldikten sonra Kubâ mevkiinde 14 gün misafir oldu. Daha sonra (dayıları olan) Benî Neccâr kabilesinin ileri gelenlerine haber gönderdi. Yol arkadaşı Ebû Bekir ile birlikte şehrin merkezine gitme niyetini onlara iletti. Bunun üzerine Benî Neccar’dan yaklaşık yüz kişi kılıçlarını kuşanarak Hz. Peygamber’in yanına geldiler ve Benî Neccar yurduna ulaşıncaya kadar ona refakat ettiler. Sonunda Resûlullah yükünü Ebû Eyyûb’un avlusuna indirdi. Ardından Mescid’in yapılmasını emretti.”[4]
Özetleyerek aktardığımız bu rivayetlere göre, Allah Resûlü’nün Medine’de, mescidinin yerinin seçimi ve bir bakıma şehir merkezinin tespiti hususunda attığı bu ilk adımda azamî derecede güvenliğe riayet ettiği ve tedbiri elden bırakmadığı gözlerden uzak tutulmamalıdır.
– Bir toplum merkezi olarak Mescid-i Nebevî
Hz. Peygamber’in Medine şehrine sunduğu ilk kentsel unsur mescid idi. Ebû Eyyûb el-Ensârî’nin evinde geçici ikameti için gerekli olan bazı şartlar hazırlandıktan kısa bir süre sonra sıra mescidin yapımına gelmişti.
Hz. Peygamber’in Medine’ye varınca yaptığı ilk somut şey, planlama ve şehrin olmazsa olmazı merkezî camiyi inşa etmekti. Böylelikle cami müessesesi, mü’minlerin varlığının bir çekirdeği ve hak ile bâtılın bitip tükenmez mücadelesinin bir simgesi olarak kurulmuş oldu. Onun fizikî varlığı bir sembol haline geldi. Ayrıca her kentsel gelişme, inşa ve atılacak her adımın planlanmasında Mescid-i Nebevî bir ilham kaynağı ve rehberlik görevi gördü.
Cemaatle namaz ve diğer toplu ibadetlerin yapıldığı bir yer olması dışında cami, aynı zamanda birçok sosyal imkanı da Müslümanların önüne seriyor; Hz.Peygamber’in hükümet mahalli, eğitim merkezi, zaman zaman tıbbî müdahale ve tedavi için bir yer, bir rehabilitasyon merkezi, bir refah merkezi ve Habeş heyetinin folklor gösterileri gibi bazı meşrû eğlence faaliyetlerinin sergilendiği mekan olarak da görev ifa ediyordu. Şehirde en stratejik konumdaki çok fonksiyonlu bir toplum merkezi olduğu için Hz. Peygamber’in mescidi, herkese sosyal hizmet ve tesislere erişim kolaylığı sağladı. Hz. Peygamber sürekli orada, orada değilse caminin bitişiğindeki konutunda olduğu için kendisine her zaman çok kolay bir şekilde erişilebiliyordu.
– Doğal çevrenin kullanımı ve korunması
Hz. Peygamber, dedesi Hz. İbrahim’in Mekke’de uyguladığı “harem” bölgesi anlayışını, Medine’ye tatbik ederek şehrin harem bölgesini tespit etti. Buna göre, Medine haremi; güney kuzey ekseninde ‘Ayr’ dağı ile kuzeydeki Sevr dağı; doğu batı ekseninde ise Vâkım ile Vebere adlı volkanik bölgeler arasında kalan, daireyi içine almakta idi.
Allah Rasûlü’nün Medine’yi “harem” bölgesi tayin etmekle, hem şehrin sınırlarını belirlemiş, hem de şehre eşsiz hatırasını yaşatacak dinî bir hüviyet kazandırmıştı. Ortaya koyduğu şehir prototipi açısından ise, Medine’nin insanî, tarihî ve özellikle de doğal ekolojik yapısını emniyet altına alınmış oluyordu.
– Konut edindirme ve plan siyaseti
Bu aşamada Hz. Peygamber, Medine’de birçok konutun yerini tespit etmiş, kent planlaması, arsa tahsisi ve bazı evlerin inşasında bir şekilde işin içerisinde olmuştu. Mekkeli muhacirler ile Medineli ensâr arasında kardeşliğin güçlendirilmesinin temel hedeflerinden biri de muhacirlerin barınma ihtiyacını gidermeye yönelikti. Kardeşleştirme, aynı zamanda Medine’de ortaya çıkan yeni durumlara karşı muhacirlerin adaptasyonu ve ortama alışmaları hususunda etkili olmuştur.
Cami ve şehrin çekirdeği olarak seçilen mekanın yakın çevresinde coğrafî açıdan hiçbir doğal engel bulunmamaktaydı. Medine’nin genel gelişimine en uygun yer olduğu için, imar ve gelişme faaliyetleri oldukça uzun bir süre serbestçe planlanmış ve mümkün mertebe eşit dağılmıştı. Bütün bunlar yapılırken, kentin sınırlı olan doğal kaynaklarının tekelleşmesine ve bir arazinin diğerine göre daha cazip hale gelme olasılığına fırsat verilmemiştir. Bu da çoğu kişi için en kıymetli bölge olan Hz. Muhammed’in evine ve onun Mescidi’ne eşit mesafede olmak anlamına geliyordu. Bu şekilde eşit ve dengeli bir nüfus dağılımı da sağlanabildi.
Sahipleri tarafından ihmal edilmiş, ekilmemiş bazı araziler canlandırıldı. Eski yerleşim yerleri ile yenileri arasına kadar uzanacak olan iletişim ağları kuruldu. Medine’nin kentsel gelişiminde Ensar’ın fedakârlığı kadar, muhacirlerin katkısı da büyük oldu. Bu diğer bir ifade ile onların kısa sürede kendi başlarına bir hayat sürebilecek konuma gelmeleri için teşvik anlamına geliyordu. Aksi halde, modern ifade ile gettolar oluşarak muhacirlerin tecridine yol açılırdı.
– Evsiz muhacirlerin durumu
Hz. Peygamber, muhacirlerin konut sorununu çözme sürecinde günlük rızıklarını bile temin etmekte sıkıntı çeken muhacirleri de ihmal etmedi. Bunlar, İslâm’ı öğrenmeye olan meyilleri dolayısıyla daha çok din eğitimi ve öğretimi açısından ele alınan Suffa ehli olarak anılırdı. Peygamber (sas) onlar için caminin kuzey duvarının bir köşesine bir gölgelik yapı kurdu. Ehl-i Suffa’da yetmiş ila yüz arasında kişi barınıyordu. Suffa’ya sürekli yeni katılanlar olduğu gibi, burayı terk edenler de vardı. Bu bakımdan, Suffa’da ikamet edenlerin gerçek sayısı ise, biraz da muhacirin ekonomik durumunu ne kadar zaman içerisinde düzelttiğine bağlı idi. Ehl-i Suffa ellerinden geldiğince her türlü işe gitmek için sık sık dışarı çıkabilirdi. Onlar putperestlere karşı savaşlara fiilen katıldılar, bunlardan bazıları da farklı savaşlarda şehit düştüler. Aslında iki türlü Suffa ehli vardı. Bunlardan ilki erkekler için, ikincisi de hanımlar içindi ve görünüşe göre ilki sayıca ikincisinden daha fazla idi.
– Pazar
Pazar, Medine topraklarını baştan sona etkileyen genel değişimin önemli bir parçalarından biriydi. Zira, kentin önemli iki meşgalesi ziraat ve ticaret idi. Hz. Peygamber, Medine’ye gelince ısrarla insanları çalışmaya teşvik etti. Bunu yaparken, dünyanın geçici mutluluğu için manevî değerlerin terk edilemeyeceğini öğütlemekten geri durmadı. Başlangıçta, Müslümanlar, Yahudilerin kontrolündeki pazardan istifade ettiler. Bu pazarlarda Müslümanların maruz kaldığı haksızlıklar, onların serbest ticaret yapma imkânlarını giderek azalttı. Nitekim kısa bir zaman içerisinde Müslüman toplumun kontrolünde olan yeni bir Pazar kuruldu.
Pazarın yeri, Peygamber mescidinin kuzeybatı tarafında, eskisine çok da uzak olmayan bir yerde idi. Pazar ile Mescid arasında çok sayıda ev mevcuttu. Pazar, yaklaşık olarak 500 m. uzunluğa ve 100 m.’den daha fazla genişliğe sahipti. Pazar, şehrin ana girişine yakın bir yere kurulmuştu. Bireyler ve kervanlar şehre yaklaştıklarında yönleri ne olursa olsun, alışıla geldiği şekliyle bu girişi kullanmak durumundaydılar. Böylece, stratejik konumu, ticaretle ilgisi olsun ya da olmasın, her hangi bir sebeple Medine’ye gelmiş olan giren kimsenin gözünde pazarı bir cazibe merkezi haline getirmekteydi.
Pazar, cami kompleksine ne çok yakın ne de çok uzak kurulmuştu. Böylece İslâm’a davet için etkili bir araç olarak hizmet verecekti. Yahudiler, münafıklar ve müşrikler de dâhil olmak üzere herkes pazara kolayca erişebilecekti. Gayr-ı Müslimlerin, caminin geniş kapsamlı fonksiyonları ve faaliyetlerinden bir şekilde etkilenmesi kaçınılmazdı. Bu nedenle, Medine Pazarına gelmiş olan bu gayr-i Müslimler, ashabın günlük uygulamalarını bir şekilde gözlemliyor, İslâm dini ile daha çok temas kurma imkânı buluyorlardı.
– Yollar
Şüphesiz Hz. Peygamber hicret etmeden önce Yesrib’de yollar mevcuttu. Ancak, Medine’nin şehir planından bahseden kaynaklar incelendiğinde, yolların çoğunun Hz. Peygamber devrinde isimlendirildiği anlaşılır. Mescid-i Nebevî, şehir merkezinin mihverini oluşturduğu için yol ve caddelerin, Hz. Peygamber devrinde, Mescid’in kapıları esas alınarak açıldığı kuvvetle muhtemeldir. Mescid’in kapılarından başlayan bu yollar, mabedin çevresinde meskûn muhacirlerin ve ensârın evlerine açılıyordu. Örneğin, Mescid’in doğusunda yer alan 5 zirâ (~2,5 m.) genişliğindeki Zükâk-ı Baki, Ebû Bekir ve Hz. Osman’ın evinin arasında geçip, buradan Baki mezarlığına, oradan da Sünh mahallesine doğru uzanıyordu. Burada bir de Zükâk Menâsi vardı. İnsanlar gece ihtiyaç için buraya çıkarlardı. Mescidin doğu duvarında yer alan Cibrîl Kapısı, Hz. Osman’ın evinin karşısında idi. Muhtemelen bu kapı Benî Ğanm sokağına açılıyordu.
Mescid’in batı tarafında Rahme ya da Âtike kapısından Medine pazarına doğru giden bir başka yola da Bab-ı Sûk da denilmişti. Mescid’in batı yakasındaki sokakların genişliği 6 zirâ (~3 m.) idi. Mescid’in kuzey duvarındaki kapıdan başlayan önündeki yoldan ise Benî Zühre mahallesine gidilirdi. Büyük yol diye bilinen Balâtu A‘zâm, Mescid’den bayram namazının kılındığı Musallâ’ya kadar uzanmakta olup, yaklaşık olarak uzunluğu, 1000 zirâ (~500 m.), genişliği ise, 10 zirâ (~5m.) idi.
Bunlara ilave olarak Rasûlullah’ın Mescid-i Nebevî’den şehrin batısına uzanan yolu Cebelü Sil‘a kadar uzattığı anlaşılmaktadır. Aynı şekilde Hz. Peygamber, Mescid-i Nebevî’den doğuya Baki‘u Ğardak’a doğru da bir yol açarak, bununla, doğudan batıya uzanan geniş bir yol yapmış oldu. Kuba’dan da kuzeye doğru, Baki‘a giden bir yol daha bulunuyordu. Böylece imar ve inşa faaliyetleri, bu ana yollar üzerinde yerine getirildi.
İsimlerini zikrettiğimiz, muhacir ve ensâr evlerinin bulunduğu sokaklar aslında bu ana yolun tali yolları olarak ona bağlanıyordu. Böylece Rasûlullah’ın, dahildeki evleri birbirine bağlayarak Medine’nin çevresindeki dağınıklığı, şehir merkezine topladığı ve ana yollara birleştirdiği anlaşılmaktadır. Bu konuda son noktayı koymadan evvel, Rasûlullah’ın, yolların daraltılmasını menettiği ve genişliklerinin en az 7 zira (~3.5m.) olmasını emrettiğini ilave etmek gerekir.
– Mezarlıklar
Resûlullah Medine mescidinin hemen doğusundaki Ğargad adı verilen ot, kaya ve toprakla kaplı mekânı kabristan olarak seçti. Zeminini tesviye ettirdikten sonra buraya Müslümanlar defnedilmeye başlandı. Adına Baki‘u Ğargad denildi. Buraya ilk olarak muhacirlerden Osman b. Maz‘ûn defnedildi. Hz. Peygamber’in oğlu İbrahim vefat edince Rasûlullah, onu Osman b. Maz‘ûn’un yanına defnettirdi.
Müslümanlar, Hz. Peygamber’in tavsiyesi üzerine Baki‘ mezarlığına cenazelerini defnetmeye rağbet gösterdiler. Önce burada defin yeri sınırlı idi. İşe yaramaz ağaçlarını kestiler. Her kabileye cenazesini defnetmeleri için özel bir mekan ayrıldı. Hâşimoğulları, Hz. Peygamber zamanında İbrahim’in mezarının çevresine defnedildiler. Ensâr, çoğunlukla şehit ve cenazelerini bu mezarlığa defnetmeye özen gösterdi. İhtiyaca binaen Hz. Peygamber devrinden sonra, Baki mezarlığı genişletildi.
Buna ek olarak, Medine’de Uhud şehidlerinin defnedildiği mezarlık dışında başka Benî Hatme, Benî Seleme, Benî Selîm, Benî Beyâda ve Kuba mezarlıkları da yer almaktaydı. Şehirde bunlardan başka Yahudilerin, Medine’yi terk etmeden önce, cenazelerini defnettikleri kendilerine has mezarlıkları da mevcuttu.
Doç. Dr. Tahsin KOÇYİĞİT
Siyer İlim, Kültür ve Tarih Dergisi Nisan-Haziran 2017/2 Sayı
İrtibat ve Detaylı Bilgi İçin: 0212 550 0 571
Whatsapp Abone Hattı: 0531 660 50 18
www.siyerdergisi.com
[1] Yesrib, Medine’nin eski adıdır. Ancak, Hicret öncesi, bu terimin genelleme yapılarak, Medine şehrinin tamamı için kullanıldığını söylemek mümkündür Biz hicretten önce Medine’den bahsederken Yesrib kelimesini kullandık. Eğer vurguyu bu köye yaptıysak “Yesrib Köyü” demeyi tercih ettik.
[2] Şehirde, II. Halife Ömer zamanında volkanik faaliyetler devam etmekteydi. Hz. Osman devrinde (h. 19/m.640) Medine’ye yakın bazı dağlar duman bulutu çıkarıyordu. “Hicâz ateşi” olarak tarihe geçen bölgesindeki en son volkanik hadise, hicrî 654/m.1257 yılında meydana gelmiştir. O zaman Medine’nin doğusundaki volkanlardan biri patlamış, etkisi bir kaç hafta sürmüş ve akan lavlar Medine’ye bir kaç kilometre kalıncaya kadar yaklaşmıştı. (Bkz. Belâzurî, Futûhü’l-Büldân, 14; Taberî, Târîhü’l-Ümem ve’l-Mülûk, IV, 102; Küçükaşçı, “Medîne”, DİA, XVIII, 305.
[3] Medine’nin sâkinleri, ilgili kabilelerin alt kolları ve yerleşim yerleri hakkında ayrıntılı bilgiler için bkz. Koçyiğit, Tahsin, İslâm Tarihinin İlk Yıllarında (H. 1-41 / M. 622-661) İskân, Basılmamış Doktora Tezi, Dokuz Eylül Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, İzmir 2007.
[4] el-Buhârî, Sahîh, Kitâbu’s-Salât, I, 111; Kitâbu Menâkibi’l-Ensâr, Bab: 46, IV, 266; Müslim, Sahîh, Kitâbu’l-Mesâcid, Bab: I, 373; diğer rivayetleri için bkz.: EbûDâvûd, Sünen, Kitâbu’s-Salât, Bab: 12, I, 312; en-Nesâî, Sünen, Kitâbu Mesâcid, Bab: 12, II, 39; Ahmed b. Hanbel, Müsned, III, 211-212; İbn Sa‘d, et-Tabakât, I, 235.