İslâmî finans kavramını, İslâm iktisadı çerçevesinde ele aldığımızda elbette bu kavramın fikrî kökenleri ve tarihî tecrübesi çok eskilere gider. İslâm’ın hayatın her vechesine dair bir duruş önerisi ve düzenleme getirdiği hatırlandığında, yeryüzünde iktisadî faaliyet denebilecek ilk eylemlerin görüldüğü kadim zamanlardan beri bu disiplinin var olduğu kolaylıkla anlaşılır. İslâm iktisadı disiplininin teorik temelleri esasen kadim zamanlarda İbn Haldun ve Gazali’ye kadar uzanır. Tarih boyunca İslâm toplumlarının uygulamaları da İslâm iktisadı ve finansının kurumsallaşmasını sağlamıştır. Ancak tarihi süreçte bu alanın bugünkü anlamda kendi başına bir disiplin olarak değil, bir yönü ile İslâm düşüncesinin, bir yönü ile İslâm fıkhının tanımladığı ve düzenlediği bir alan olduğu görülmektedir. Kaldı ki modernite öncesi hem bugünkü anlamda bilimler sınıflaması yoktu hem de ana akım bilgi zaten İslâmî perspektiften tanımlandığı için herhangi bir bilim ya da kurum için “İslâmî” ön ekine ihtiyaç duyulmamaktaydı.
Yeni bir paradigma arayışı
Tarihi süreçte Osmanlı’nın iktisadi alandaki tecrübesi bize bu konudaki hem akademik çalışmalarda hem de uygulamaya dair önemli ipuçları sağlamaktadır. Osmanlı, kapitalizm öncesi, klasik imparatorluklar paradigmasında iktisadi açıdan da bir başarı öyküsüdür. Örneğin sadece bir vakıf kurumu, günümüzde önemi gittikçe artan ‘sürdürülebilirlik’ hedefini gerçekleştiren hem ekonomik hem de toplumsal dayanışma kurumlarıydı. Ancak yeni dünya kapitalist anlayış zemininde yeni üretim ve tüketim tarzları ve yeni kurumlar inşa ederken, Osmanlı özgün paradigması zemininde buna alternatif bir sistem inşa edemedi. Kapitalist anlayış her ne kadar karşısında Marksizm gibi sözde bir muhalifi olsa da onu tarih sahnesinden silerek küresel hakimiyetini kurdu. Görünüşte üretim arttı, teknolojik ilerlemeler hızlandı, bazı ülkelerde refah yükseldi ama bu anlayış sonuçta insanlığa ve doğal çevreye çok büyük bedeller ödetti. Dünyanın çok küçük bir azınlığı refahı elinde tutarken, büyük çoğunluk yoksulluk ve felaketlere maruz kaldı ve bilhassa yaşanan krizler sonrasında artık daha adil, evrensel ve sürdürülebilir bir iktisadi sistem için yeni paradigma arayışları arttı.
“İslâmî iktisat” dünyadaki yeni paradigma arayışında bugün ‘evrensel bir ahlak anlayışına, gelişmiş hukuksal temele ve tarihi tecrübeye sahip’ tek alternatif olarak durmaktadır. 20. Yüzyıl başlarında ortaya çıkan İslâm iktisadı literatürü ve uygulamaları, İslâm ülkelerinin bağımsızlık ve özgün kimlik inşası sürecindeki en önemli unsurlardan biri olmuştur. Bu dönemdeki çalışmaların büyük ölçüde Batı’da artık yeri iyice belirginleşmiş olan iktisada İslâmî bir perspektif getirmeye çalıştığını görüyoruz.
İslâm iktisadı anlayışından beslenen özgün İslâmî finans sistemi, özetle şu dört temel ilkeye dayanır:
– Kâr/Zarar veya Risk paylaşımı
– Katma değer sağlayan ve İslâmî açıdan meşru faaliyetlerin finansmanı
– Reel varlık temelli olması
– Aşırı belirsizlikten kaçınma
İslâm iktisadının bu önemi, 1970’lerden sonra ortaya çıkan ve bugün artık dünyanın her tarafında hızla yayılan “İslâmî finans” olgusunun ötesinde, sahip olduğu potansiyelden ileri gelmektedir. Zira bugün aslında İslâm iktisadının her yönüyle ve derinliği ile tezahür ettiğini iddia edemiyoruz. 20. yy başında bir bütün olarak İslâm iktisadını kavramsallaştırma ve 1950’lerdeki Mith Ghamr Bank gibi özgün İslâmî finans çabaları yerini 1970’ler sonrası Ortadoğu’da biriken petro-dolarları mevcut küresel finans sisteminde yatırıma kanalize etme çabasına terk etti. “İslâm iktisadı” kavramı, finansa yapılan aşırı vurgu nedeniyle “İslâmî finans” kavramına indirgendi. Bu süreç hem daha özgün finansal kurumların oluşumunu hem de iktisadın finans dışındaki alanlarına yönelik çalışmaları yavaşlamasına neden oldu.
Her ne kadar bugün İslâmî finans; İslâm iktisadının en görünür, kurumsallaşmış ve dinamik boyutunu oluştursa da dünyanın bugün ihtiyaç duyduğu sürdürülebilir ve evrensel refah için İslâmî iktisadın bir bütün olarak anlaşılması, daha özgün yapıların geliştirilmesi ve uygulanması gerekmektedir.
İslâmî finansın özgünlük sorunu
İslâmî finansın, geleneksel finansın yapılarını ve ürünlerini sadece sözleşmelerin şekillerinde ve isimlendirmelerde farklılıklar yaparak taklid ettiği, dolayısıyla iktisadi etkilerinin aynı olmasından dolayı da geleneksel ürünlerle aynı risk profillerine sahip olduğu iddiası, gerçekten de her tartışma platformunda gündeme gelen bir husustur. Nitekim İslâmî finansa ilişkin ülkemizdeki algı, farkındalık ve uygulamalara yönelik beş yıl önce gerçekleştirdiğimiz araştırmanın sonucu da bize geleneksel bankacılığa benzeşmenin önemli bir sorun olduğunu göstermiştir.
Bu durum, bilhassa İslâm iktisat nosyonuna ‘ahlakî iktisat’ ve ‘makasıd-ı Şerîa (Fıkıh hükümlerinin/kurallarının hedeflediği nihai amaç)’ perspektiflerinden yaklaşanların şiddetle eleştirdiği bir vakıadır. Buna göre İslâm fıkhının şeklinden ziyade, ruhunu ve dolayısıyla hedeflediği ideali dikkate almamız ve geleneksel finansın her türlü ürününe İslâm fıkhında bir yer bulmak yerine, özgün ürünlere yönelmemiz, başka bir paradigma arayışına girmemiz gerekir. Aksi takdirde geleneksel finansa yakınsama kaçınılmaz olur. Bu görüşün haklılığını doğrular nitelikte bir durum vardır: Örneğin bugün İslâmî bankaların kullandırdığı fonların neredeyse tamamı iktisadi niteliği ve etkisi krediye denk olan ‘murabaha’ yöntemiyle gerçekleştirilmektedir. Bu yöntemdeki kâr oranları sürekli ve büyük ölçüde banka kredi faiz oranlarına bağlıdır.
Fon toplama tarafına baktığımızda da katılım hesaplarına ödenen kâr payları da büyük ölçüde mevduat faiz oranlarını izlemektedir. Nitekim Türkiye’de şu anda faaliyet gösteren katılım bankalarını 2002’den 2013’e kadarki dönemde ayrı ayrı incelediğimiz bir çalışmanın sonuçlarına göre bu bankaların faiz oranlarına bağımlılığı ekonometrik olarak ortaya konmuştur. Ayrıca İslâmî bankalar bazı türev ürünler dahil diğer geleneksel banka ürünlerini fıkıhtaki bazı ‘şâz’ (kenarda kalmış, üzerinde ciddi bir ittifak olmayan) görüşlere dayanarak taklid etme eğilimindedirler. Sonuç itibarıyla İslâmî bankaların faaliyetleri de faizli krediler gibi ‘banka parası’ yaratma sürecine hizmet etmektedir.
Bu sayılanlara rağmen, İslâmî finansın hâlâ diğer bankalara göre çok daha fazla reel varlık temelli olması, elbette büyük faciaların olmaması için yeterli bir nedendir. Ayrıca İslâmî bankaların finansman oranları, bilhassa kriz dönemlerinde faiz oranları kadar ani düşüş veya yükselişler göstermemektedir. İslâmî finansın iktisadi sistemin istikrarsızlığını azalttığını kanıtlayan bilimsel çalışmalar da mevcuttur.
Bankacılık, bankacılıktır
Bilhassa akademi ve ilahiyat çevrelerinde İslâmî bankaların, risk paylaşımına hizmet eden finansman yöntemlerini daha fazla kullanmasının gerekliliği vurgulana gelmişse de bunun mevcut şartlarda çok da uygulanabilir olmadığı görülmüştür. Zira her ne kadar İslâmî bağlamda da olsa bankacılık, bankacılıktır. Bir ekonomide hâlâ tasarruflarının belirli bir kısmını likiditesi yüksek, düşük riskli araçlarda tutmak isteyen Müslüman tasarruf sahipleri, hayat standardını daha hızlı yükseltmek isteyen Müslüman bireyler, işlerini özkaynaklarla değil, borçla finanse etmeyi rasyonel bulan Müslüman girişimciler ve yatırımların ortalama getiri oranını belirleyen en önemli parametre faiz oranı olduğu sürece bu günkü haliye İslâmî bankalar var olmaya devam edecektir.
Ancak artık her platformda İslâmî finansın, İslâm’ın hedeflediği iktisadi sistemin gerçekleşmesine hizmet edecek daha özgün bir yapıya evrilmesinin gerekliliği vurgulanmaktadır, bu amaçla model önerileri geliştirilmektedir. Aksi takdirde İslâmî finansın sürdürülebilirliği tehlikeye gireceği iddia edilmektedir.
Bütüncül bir ekonomik model
Sonuç olarak, ideal bir İslâmî iktisat ve finans sisteminin hayata geçirilebilmesi, ancak sistemin dört temel unsurunun aynı ideali eş zamanlı olarak benimsemesi ve gayret göstermesiyle mümkündür:
– Finansal Aracılar,
– Fon Sağlayıcıları,
– Fon Kullanıcıları,
– Düzenleyici Otorite.
Bu süreç hayata geçtikçe ekonomide paranın zaman değerini belirleyen esas faktör egemen güçlerin bir sömürü aracı olan faiz değil, reel yatırımların ortalama getiri oranları olacaktır.
İslâm Ekonomisi’nin hem tüm sektörleri hem de tüm ekonomik birimleri ve paydaşları kapsayacak bütüncül bir anlayışla hayata geçirilmesi açısından hayati öneme sahiptir. Bu bağlamda finans sektörü yanında üretimde, ticarette, tüketimde, çalışma ekonomisinde ve kurumsal yönetim alanlarında politika belirleme ve mevzuat geliştirme süreçlerinde İslâmî perspektifin dikkate alınması sağlanmalıdır.
Bu anlayışın hayata geçirilmesi bir zihniyet dönüşümünü gerektirmektedir. Bu da bir süreç işidir. Ancak bir yandan eğitim, bir yandan doğru politika, bir yandan da kanunlarımızda yapılacak değişikliklerle bu dönüşüm gerçekleşecektir. Özellikle yasal çerçeve konusunda öncelikle şu iki adımın öncelikle atılması gerekmektedir:
– Bir an önce faizsiz finans kanununun çıkması
– Tüm kanun metinlerinde faizi zorunlu kılan hükümlerin gözden geçirilmesi.
İslâm’ın insan fıtratını merkeze alan anlayışı ve İslâm hukukunun son derece müesses ve geniş bir hareket alan sağlayan tecrübesi ve metodolojisi sayesinde insanlık artık sürekli tekrar eden ve adaletsiz refah dağılımına hizmet eden krizleri değil, evrensel ve sürdürülebilir refah kavramının gerçek tezahürünü yaşayacaktır.
Prof. Dr. Mehmet SARAÇ
Siyer İlim, Kültür ve Tarih Dergisi Temmuz-Eylül 2020/11 Sayı
İrtibat ve Detaylı Bilgi İçin: 0212 550 0 571
Whatsapp Abone Hattı: 0531 660 50 18
www.siyerdergisi.com