Hz.Ömer’in hilafet günlerinde Yahudi bir din alimi halifenin yanına gelir ve der ki: “ Ey Ömer! Sizin kitabınızda olan bir ayet eğer bizim kitabımızda olsaydı, biz o ayetin indiği günü bayram olarak ilan ederdik.” Hz. Ömer Yahudi bilginin hangi ayeti kastettiğini anlayamamıştı; hayretle sordu: “ Hangi ayetmiş bu ayet? Yahudi alim Maide Sûresi’nin 3.ayetinin bir cümlesini okumaya başladı: “ El-yevmeekmeltülekümdineküm ve etmemtüaleykümni’meti ve radîtülekümü’lislame dinen” yani; “Bugün size dininizi kemale erdirdim ve üzerinizde olan nimetimi tamamladım ve sizin için din olarak İslam’dan razı oldum.” Yahudi alim ayeti okumaya başlayınca Halife Ömer tebessüm etti ve ayetin bitiminde dedi ki: “ Bu ayetin nüzulü bizim için tek bir bayram değil, çifte bayramdır. Çünkü bu ayet Allah Resulü’ne son veda haccı sırasında, arefe gününde, Arafat’ta ve bir Cuma günü nazil oldu. Hem arefe, hem Cuma; bizim için iki bayramdır.”
Yahudi alim de, Hz. Ömer’de bu ayetin mesajını çok iyi anlamışlardı. Ayet çok açık bir ifade ile İslam dininin mükemmelliğini, hiçbir şeye ihtiyaç duymayacak bir olgunlukta olduğunu dile getiriyordu. Ama ne yazık ki, bu ayete iman ettiğini iddia eden bizler, bazen farkında olarak yada olmayarak burada ifade edilen hakikatten bihaber yaşamaktayız. Bu ayette geçen iki ifade; ekmel ile etmem yani kemale erdirmek ve tamamlamak, üzerinde durulmaya değer çok önemli ifadelerdir.
Ekmel; kemale erdirmek, hiçbir eksiklik ve noksanlığa ihtiyaç bırakmayacak şekilde din sahasında söylenecek en son sözü söylemektir. Bu alanda söz söyleme kudreti olan sadece Allah ve O’nun Resulü’dür. Hiç kimse bundan dolayı kafasına göre kalemlerin kırılıp, altlarının mühürlendiği, son sözlerin söylendiği sabiteler konusunda; bu böyle olmaz, bu mantığa aykırı, bu bilime ters deyip, yeni şeyler söyleyemez. Söylese bile onun bu sözlerinin hiçbir değeri olmaz. Çünkü söylenecek her söz söylenmiştir. İslam’ın sabiteleri konusunda söz söyleme yetkisi olmayan birinin bu alandaki her sözü boşuna söylenmiş olacaktır. Bunu Allah Resulü çok açık bir şekilde ifade etmektedir. Hz. Aişe’den gelen bir rivayetle Efendimiz şöyle demektedir: “Her kim bizim işimizde/dinimizde olmayan bir şey iddia ederse, o şey kabul edilmez, reddedilir.”
Bu uyarılardan dolayı her şeyde mantık aramaya kalkan ve özellikle bir çok yanlış bilginin aklını tahrif ettiği bu çağın insanı Hz. Ali’nin şu sözü üzerinde biraz düşünmelidir. İmam Ali der ki : “Dinde her şey akıl ve mantık değildir. Eğer böyle olsaydı ben ayakları mest ederken üstlerini değil, altlarını mest ederdim. Ama ben Allah Resulü’nü ayaklarının üstlerini mest ederken gördüm. O halde bana düşen O’na (s.a.v.) ittiba etmektir.”
Dolayısı ile Allah tarafından kemale erdirilen bir dinin ve 1500 senedir hiçbir itiraza kapı açılmadan bugüne kadar gelen bazı meselelerin – özellikle altını yeniden çizelim ki yanlış anlaşılmasın- yani sabitelerin, meydanı boş görerek bu alanda at oynatmaya çalışanlar hiç sevinmesinler, o alanda söylenen söylenmiş, kapılar kapanmıştır. Bir şeyin kemal hali, en mükemmel halidir. Eğer din mükemmel bir seviyede bize emanet edilmişse ötesini aramanın ne anlamı olabilir ki? Ayette dikkat çekeceğimiz ikinci ifade etmem’dir.
Etmem; Tamamlamak, ihtiyaç duyulan her şeyi hiçbir eksiklik bırakmadan nihayete erdirmektir. Bütünlüğü bozacak her türlü noksanlığı gidermektir. Rabbimiz dinini kemale erdirmiş ve bizler için nimetlerini de tamamlamıştır. O’nun (c.c.) nimetlerinin şükründen aciz olan biz kullar, değil O’na (c.c.) teşekkür etmek, nimetlerini saymaya dahi güç yetiremiyoruz. Rabbimizin bize bahşettiği en büyük nimetleri ise hiç kuşkusuz; ilahî kelam, o kelamı bize öğreten ve hayatı ile gösteren Hz.Peygamber ve müntesibi olmakla şeref kazandığımız dinimiz İslam’dır.
Kemale ermiş ve tamamlanmış bir dinimiz varken, başka şeylere tenezzül etmek akla ziyan gelmiyor mu? Bize düşen hamamda taslarını düşürüp, sokağa yeni bir şey buldum edası ile çıkıp caka satanların çürük mallarına müşteri olmak değil, köklere doğru yolculuk yaparak ilk nesil ve o neslin öğretmeni olan Hz. Muhammed’in (s.a.v.) öğretilerini derinlemesine öğrenmektir. Bizi köklerimizden mahrum etmeye çalışanlar aslında bizlerin ayaklarını kesmek istiyorlar. Ayakları kesik olanlar, yürüyemez, ancak sürünürler. Eğer yürümek, hatta ilk nesil gibi koşmak ve coşmak istiyorsak, yapılacak iş bellidir: İslam’ı, İslam’ın ilk muhataplarının anladığı gibi anlamak ve bu çağın insanının anlayacağı bir dilde temsil edebilmektir.
Muhammed Emin YILDIRIM