“Göğe bakan adam, gökten habersiz halka, göğü anlatıyordu. Adamın kör olduğu halktan birinin göğe ulaşması ile ortaya çıktı.”
Toplumlar ancak nefes alabilecekleri ortamlarda gelişebilir. Yapay sistemler, içerisinde bulundukları toplumlara ciğerlerini unutturup nasıl nefes almaları gerektiğini öğretmeye çalıştı. Oysaki nefes almak temel bir ihtiyaçtır ve kendiliğinden, doğal süreci içerisinde gerçekleşir. Bu doğal süreci toplum beraberinde getirir. Bir toplum sahte bir gök altında var olmaya mecbur bırakılır ve ciğerlerinden uzaklaştırılırsa devreye kolektif şuurun girmesi gerekir. Kolektif şuurla beraber gök resmi yırtılır ve çerçevenin dışında gerçek bir toplum kendi dinamikleri ile var olur.
Peki, bir toplumun dinamiklerini oluşturan şey nedir?
Toplum, canlı bir organizmadır. Bu organizma içerisinde yatay ve dikey hareketlere sahip çıkarken kendi oluşumunu yine kendinden beslenerek tamamlamaktadır. Kendinden beslenen toplum değerlerinin üretimine sahip çıkarken, kendine yabancı bir gök inşa eden toplumlar var olamadıkları ve tutunamadıkları bir ülkenin mültecileri olurlar.
Bir toplum ne kapalı bir fanus içinde hayat bulabilir ne de yüzme bilmediği okyanuslara açılarak hayatta kalabilir. Bir toplum hem karada hem denizde yaşayabileceği sistemleri içselleştirir ve dönüştürürse yani denge unsurunu uygulayabilirse varlığını sürdürebilir. Bu denge unsuru ise adalettir. Adalet insan ile başlar. İnsan kendi varlığında nizamı sağlarsa yaşadığı topluma bu açıdan yaklaşabilir, yerinden edilen kavram ve değerlerin tekrar kazanılmasına katkıda bulunabilir.
Adalet, sosyal dayanışmanın toplumsal kodlara işlemesi ile gerçekleşecek bir erdemdir. Bireyin var olduğu toplumu sevmesi ve içselleştirmesinin temel taşlarından biridir bu dayanışma. Sosyal adalet, bireysel şuurun kolektif bilince dönüşmesi ile gerçekleşebilir. Yaşadığımız toplum içerisinde bireysel şuurun oluşabilmesi için ise öncelikli olarak ahlak yasalarının uygulanması gerekmektedir. Bireyin yaşadığı toplumu içselleştirmesi ile berabere kolektif sorumluluk duygusu da gelecektir.
Günümüz modern kölelik sisteminde ise, bireysel yabancılaşma ve bireyin hem sürece hem de süreci beraber geçirdiği iş arkadaşlarına karşı duyarsızlık problemi, çoklu düşünememe sorunsalını da ortaya çıkartmaktadır ki bu her ne kadar somut bir oluşum olarak kendini gösterse de temelinde bireyin yerle bir olan soyut dünyası ve toplumsal kavramlarındaki çöküş yer almaktadır. Sağlıklı bir bireyde yer alan fıtri adalet kavramı, bu oluşumların etkisi ile bozulmakta ve birey daha az emek ile daha çok şey elde etme arzusuna kapılmaktadır. Modern toplumlarda para sermayenin ana kaynağı iken post modern toplumlarda sermayenin ana kaynağı insana doğru evrilmektedir. Artık harcanan ya da biriktirilen para değil, insandır. Globalleşen dünya sisteminde meydana gelen sosyal ve ahlaki çözülmeler birliğin yıkımını beraberinde getirirken tekelleşen bir insan profili ortaya atmaktadır. Bu tekelleşme toplumsal bilincin yıkımının temel oluşumlarından biridir. İnsanın kendine yabancılaşması ile beraber, insanını insana yabancılaşması gelmiş ve bu durum insani ilişkilerde acımasız bir rekabet alanı oluşmasına zemin hazırlamıştır. Bu rekabet ortamının primini yapan üst yönetici sınıf, statülerini koruma adına devletin gelişim aygıtlarını çıkarsallaştırarak emperyalist bir güç ittifakı oluşturmuşlardır.
Kanununu erdemli kişiler tarafından uygulanmaması sonucu harekete geçiren faal kanun yerini pasif ve etkisiz kanuna bırakır. Canlandırması beklenen kanun uyuşturucu etkisi gösterir ve bu da beraberinde toplumlar üzerinde zulüm hegemonyasını üst yöneticilerin çıkarları izinde meşrulaştırma projesini gerçekleştirir.
Genel tabloya baktığımız zaman bu projenin evrensel bir proje niteliğinde olduğu açığa çıkmaktadır. Bu projenin uygulanmasında temel destekçilerden biri de kaynaklar meselesidir. Her toplum kendisinde mevcut kaynaklara göre tasarruflarda bulunmak mecburiyetindedir. Örneğin merkezin yönetimdeki tasarrufları eldeki verilerin ve kaynakların belirli bir plan içerisinde, muhatabı olduğu toplumun gereksinimleri ölçüsünde belirleyici ahlak yasalarının süzgecinden geçerek sunulmalıdır. Ancak mevcut toplumlar içerisinde böyle bir şeyin mümkünatı söz konusu bile değildir. Var olan yer üstü ve yer altı kaynakları farklı mekanizmalar içerisinde kullanılmakta ve evrensel çıkar kamuoyu önünde meşrulaştırılmaktadır. Mevcut toplumlar globalleşen dünya ölçeğinde hem sömürülmekte hem de sömürmektedir. Mevcut sistemden çıkılamamasını en kritik noktalarından biri de evrensel adaletin yerini evrensel sömürüye bırakmasıdır. Küreselleşmenin ve sömürünün önüne geçilemediği bu süreçlerde toplumun ihtiyaçlarından bir tanesi toplumsal bilinç ve iradeli bir şuurdur.
Dünya çarkları kurulan sistemin içerisinde varlığını koruyabilmek uğruna insanlığı ve ahlak yasalarını öğütmektedir. Böylesi bir oluşumda sosyal adalet dünya çarklarının bütün düzeneğini altüst edecek olması nedeni ile sisteme dâhil edilmemektedir. Şayet sosyal adalet sisteme dâhil edilirse insanlığın etini dişleri arasına alan bu çarkı yıkacak ve özgür insanın doğacağı erdemli toplumlara zemin olacaktır. Özgür insan doğduğu vakit anlam kazanacak olan ahlakın yegâne evladı ise sosyal adalet olacaktır.
Hatice Kübra Köseoğlu