Siyer Vakfımızın Hicri 1440 Sahabe Yılı projesi kapsamında düzenlenen, Yıldızlardan Dersler 9. Programı Konya Necmettin Erbakan Üniversitesinde gerçekleştirildi.
Konya Necmettin Erbakan Üniversitesinde Mefkûreci Öğrenciler Topluluğu’nun düzenlemiş olduğu programda konuşan Muhammed Emin Yıldırım Hocamız, “Sahâbe Nesli ve Sünnet” konusunu anlattı.
Sünnet ve Hadis meselesinin çok ciddi bir biçimde kavranılması gerektiğini ifade eden Hocamız, dört ana başlık altında bu meseleleri bizlerin nazarlarına verdi:
Sünnet Dediğimiz Zaman Ne Anlamalıyız?
Efendimiz (sas) yaşayan ve konuşan Kur’an’dır. Efendimiz’in (sas) Sünneti, Kur’an’ın hayata dönüşmüş şeklidir. Siyer Sünnetin beyanı, Sünnet ise Kur’an’ın beyanıdır. Kur’an’ın bir eksikliği olduğu için değil, Kur’an’ı hayata nasıl intikal ettirebileceğimizi O’nun (sas) hayatından öğrendiğimiz için Efendimiz’in (sas) sünnetine Kur’an’ın beyanıdır deriz.
Efendimiz (sas) bize sarıldığımız müddetçe delalete düşmeyeceğimiz asla sapmayacağımız iki ağır emanetten biri olarak Sünnetini emanet etti. Eğer bugün biz büyük bir delaletin içindeysek Efendimiz’in (sas) bizlere bırakmış olduğu o emanete dört elle sarılamamış olduğumuz içindir.
Unutmayalım Ümmet-i Muhammed Sünnet-i Muhammed ile kaimdir. Efendimiz (sas) Kur’an ile varlığı, iman ile kalpleri, ahlak ile hayatı, adalet ile zulümleri ve ilim ile cehaleti aydınlattı. Kur’an’ı, imanı, ahlakı, adaleti ve ilimi anladığımız zaman O’nun (sas) hayatını yani âleme bırakmış olduğu Nebevî Mirasının mesajlarını iyice kavramış olacağız.
Bugün Sünnete Yaklaşım Ne Halde?
Bugün kendini Müslüman olarak tanımlayan ve biraz da ilimden nasibi olan bazı insanların Sünnet ile arasındaki bağlarına baktığınız zaman “Bir Müslüman bunu nasıl söyler?” diyerek hayret ediyorsunuz. İnsan kendi inandığı değerler ile nasıl böyle kavga halinde olabilir? İnsan değerleriyle nasıl bu kadar yabancılaşarak değerlerine şüphe yükler?
Kimse Allah Resulüne (sas) ait olmayan bir sözü onunmuş gibi söyleyemez. Yapmış olsalar bile cerh ve ta’dil dediğimiz bir hadis sistemi oluşturulmuştur. Bu sistem öyle güzel inşa edilmiştir ki hadisin Resulullah’a (sas) ait olup olmadığını araştırır, eğer O’na (sas) ait değilse bir antivirüs programı gibi o bahsi geçen hadisi dışarıya atar ya da derecelendirir. Dolayısıyla biz meseleye ulemanın göstermiş olduğu çabayı göz ardı etmeden halis bir niyetle yaklaştığımız zaman inanın ki değerlerimizle bu şekilde bir kavgaya girmeyiz. Çünkü ortaya konulmuş olan emek muazzam bir çaba ve akıl gerektiren bir emektir. Hiç kimse bu emeği göz ardı etmemelidir.
Sünnet veya hadis konuştuğumuz zaman “Ne güzel de konuşmuş Efendimiz!” diyor ve o konuşulanları o mecliste bırakıyoruz. Ticaretimize, siyasetimize, evimize, sokağımıza, üniversitelerimize, caddelerimize, pazarlarımıza Allah’ı ve Resul’ünü (sas) karıştırmıyoruz. Laikliğe karşıyız diyoruz, en büyük laikliği dini dünya hayatına karıştırmayarak biz yapıyoruz! Dini Allah’a havale etmişiz, dünyayı ise biz yönetiyoruz. Kimse bir meselesi olduğu zaman “Bu meseleye Allah ne diyor? Peygamber ne diyor?” diyerek yaklaşmıyor.”
Sahâbe Nesli Sünneti Nasıl Anladı ve Nasıl Aktardı?
O kutlu nesil (ra) sünneti sadıkane bir şekilde anladı, fedakârlıkla yaşadı ve yaşattı, şiddetli rüzgârlara kapılmadan sebat göstererek bizlere emanet ettiler. Onlar, “Ben böyle anlıyorum” demediler. Bir mesele ile karşılaştıkları zaman Muâz’ın (ra) Yemen’e giderken Resulullah’a (sas) söylediği gibi o meseleye yaklaştılar. Ne dedi Muâz (ra)? “Bir mesele olunca Allah’ın kitabı ile hükmederim. Eğer Kur’an’da o meseleye ait bir şey bulamazsam Sünnet’e bakarım. Orada da bir şey bulamazsam kendim içtihat ederim.” Her kim Muâz (ra) kadar Kur’an ve Sünnet ilmine vakıfsa içtihat kapısı ona sonuna kadar açıktır. Çünkü yalnızca Allah’ın (cc) ayetini ve Resulullah’ın (sas) sünnetini en güzel şekilde bilenler içtihat edebilirler.
Sadıkane bir şekilde sünnete nasıl dört elle sarılınır bunu öğreniyoruz zühd abidesi Ebû Zer el-Gıfârî’den (ra). Ne diyordu o büyük insan: “Yemin ederim ki, kılıcı enseme dayasanız, başımı uçurmadan önce Resûlullah’tan (sas) duyduğum bir gerçeği söyleyebileceğimi bilsem, yine söylerim!” Boynunda kılıç dahi olsa o hakikate leke sürmeden Allah Resul’ünden (sas) öğrendiğin hassasiyetle hiçbir kınayıcının kınamasından çekinmeden onu başkalarına aktarmak, sadık olmak işte budur!
Günümüz Müslümanları ve Sünnet
Ebu’l Hasan en-Nedvî’yi diyor ki: “Yaşadığımız çağ Ebû Bekir’i olmayan fakat Ridde’si çok olan bir çağ.” Vallahi bu sözün altına imza atılır. Evet, şu anda da biz Ridde’ler yaşıyoruz. Gözden çıkaracağımız ilk şey dine ait esaslar oluyor. 15 Temmuz gibi bir felaket yaşandı bu memlekette. Felaketler bizi Allah’ın (cc) dinine daha çok yaklaştıracağı yerde suffalara sırtımızı döndük. Resulullah’ın (sas) vefatı ümmet için felaket olarak algılandığı sırada Hz. Ebû Bekir (ra) onca sıkıntıya rağmen Resulullah’ın (sas) sözünün dışına çıkmayarak o sıkıntıların aşılmasına vesile oldu. Bugün bulunduğumuz çağ da Ebû Bekir’lerini bekliyor. Ebû Bekir (ra) gibi olmak sünnete yüzde yüz ittiba etmekle olur. Allah (cc) siz gençlerin içerisinden Ebû Bekir’ler çıkaracak, o hasretini çektiğimiz günlere de kavuşacağız inşallah.
Muhammed Emin Yıldırım Hocamız konferanslarının sonunda, dünyada imandan mahrum yaşayan kim varsa hepsinden sorumlu olduğumuzu belirterek sözlerini şu şekilde noktaladı: “Eğer bu kadar büyük bir vazifemiz varsa, vallahi yatmaya hakkımız yok. Boşa zaman geçirmeye, dedikoduya, birbirimize çelme takmaya, sosyal medyada saatler harcamaya kısacası küçük şeylerle uğraşmaya hakkımız yok! Yapmamız gereken Allah Resulünün (sas) sünnetine azı dişlerimizle sarılmak ve bu çağa bir Peygamber mührü vurmaktır. O mühür bir gün muhakkak vurulacak. Ben de size diyorum ki gelin, o mühür bizim elimizde olsun, o mührü de biz basalım ki Allah (cc) bizi bu çağın Ebû Bekir’leri olarak yazsın.”