Müslümanlar azap çekerken bireysel olarak güvenlikli bir alanda yaşamanın yüz kızartıcı bir şey olduğunu düşünmeye başladı ve “Din kardeşlerim işkence görürken, bir müşrik olan Velîd b. Muğîre’nin kanatlarının altında rahat bir hayat sürmek ne korkunç bir bela!” diyordu kendi kendine.
Hz. Peygamber’i görünce sevindi Osman b. Maz’ûn; dudaklarındaki tebessüm itirafıydı bu sevincin. Halbuki müslüman değildi o vakit, Resûlullah’ı evinin avlusunda görünce ayakları yanına götürüvermişti işte. “Oturmaz mısın?” sorusuna, “Evet, otururum,” cevabını vermiş, bu kararıyla tanığı olmuştu büyük buluşmanın. Nebî, karşısına geçip onunla sohbet ederken, birden gözünü göğe kaldırmış, bir süre baktıktan sonra gözünü sağında bir yere doğru indirmiş, sonra Osman’ın yanından ayrılıp gözünü indirdiği yere gitmişti. Söyleneni anlamak ister gibi başını salladığını görmüştü orada Hz. Peygamber’in. Sonra yine gözünü göğe kaldırmıştı Nebî. Bir müddet bakmaya devam ettikten sonra tekrar dönmüştü Osman’a. “Bugünkü gibi hiç görmemiştim seni!” deyince Osman, Allah’ın elçisinin geldiğini bildirmişti Hz. Peygamber. “Sana ne dedi?” diye sorması üzerine de şu âyeti okumuştu: “Muhakkak ki Allah; adaleti, iyiliği, akrabaya yardım etmeyi emreder, çirkin işleri, fenalık ve azgınlığı da yasaklar. O, düşünüp tutasınız diye size öğüt veriyor.” (Nahl 16/90)
Cuma hutbelerinden sonra minberlerde henüz okunmuyordu bu kutlu âyet. Hz. Peygamber’den başka kimsenin haberi yoktu bu ilâhi buyruktan. Hz. Peygamber ve Osman b. Maz’ûn’dan başka kimsenin. “İşte o zaman iman kalbime yerleşti ve Muhammed’i sevdim,” dediği, yerin ve göğün kayıtlarına geçmişti Osman’ın. Harfleri aydınlatan bir manaydı bu. İman bir kez yerleşmeye görsün kalbe, her şeyin yeri değişmeye başlıyordu. Öncelikler alt üst oluyor, yeni bir değerler listesi beliriyordu zihinde. Bir kez Muhammed muhabbeti sarmasın kalbi, nereye baksa hakikatten başka bir şey aramıyordu göz.
Osman b. Maz’ûn’un da başından müslüman olan herkesin başından geçenler geçti bir bir; dışlanma, baskı ve şiddet… Hz. Peygamber’in emriyle Habeşistan’a hicret eden ilk kafilenin başındaydı. Yanına oğlu Sâib’i de almıştı. Fakat ayrılık uzadıkça diğer muhacirler gibi Mekke hasretiyle yandı ve bir işaret bekledi dönüş için. Nihayet Kureyş’in ileri gelenlerinin müslüman olduğuna dair haberler gelmeye başladı Mekke’den. Bütün şehrin iman ettiği dahi söyleniyordu. Yurtlarına dönmek için yollara düştü Habeşistan muhacirleri yeniden. Ancak Mekke’ye yaklaştıkça uzaklaşıyordu müjdeler. Hiçbir şey değişmemiş miydi yoksa. Amcası Umeyye b. Halef hâlâ işkence mi ediyordu mü’minlere. Habeşistan’da onun yaptıklarını hatırladığında şu mısralar dökülmüştü dudaklarından:
“Emrine uymayacağını bildiğin
oklara tüy takıyorsun.
Ölümün için hazırlanan
okları sivriltiyorsun.
Sen soylu ve yüce insanlara
karşı savaştın.
Sayelerinde korunduğun insanları
öldürdün.
Bir gün başına bir şey gelecek,
Alçaklar seni teslim edecek,
göreceksin.”
Günlerce süren bir yolculuktan sonra menzillerine vardılar. Dağı aşsalar yurtlarına ulaşacaklardı fakat terk ettikleri yer hâlâ terk ettikleri yerdi. Haberler yalan çıkmış bir anda kaybolmuştu vaha gözlerinin önünden. Bir himaye olmaksızın Mekke’ye dönmeleri artık mümkün görünmüyordu. Osman b. Maz’ûn, içi rahat etmese de Velîd b. Muğîre’ye haber göndererek himayesini talep etti. Velîd, Kureyş’in saygın kabilelerinden Mahzumoğulları’nın reisi ve akrabasıydı onun. Osman b. Maz’ûn ve ailesini koruması altına aldığını Kâbe’nin yanında Kureyşlilere ilan etti Velîd.
Osman b. Maz’ûn, bir süre sonra içinde bulunduğu yapay huzurun onu yiyip bitirdiğini fark etti. Müslümanlar azap çekerken bireysel olarak güvenlikli bir alanda yaşamanın yüz kızartıcı bir şey olduğunu düşünmeye başladı ve “Din kardeşlerim işkence görürken, bir müşrik olan Velîd b. Muğîre’nin kanatlarının altında rahat bir hayat sürmek ne korkunç bir bela!” diyordu kendi kendine. Vicdanı bu zehirli rahatı reddediyor, küfrün himayesinin bir bedeli olacağını düşünüyordu.
Bu düşüncelerin ağırlığına dayanamayıp sonunda Velîd b. Muğîre’nin yanında aldı soluğu Osman.
– Ey Ebû Abdişems! Himayeni sana iade etmeye geldim!
– Niçin yeğenim? Kavmimden biri sana eziyet mi etti yoksa!
– Hayır, hayır… Doğrusu ben yalnız Allah’ın tarafında olmayı arzuluyor, O’nun dışında kimseden yardım istemiyorum.
– Öyleyse Mescid-i Haram’a gidip bunu duyuralım. Nasıl açıkça himayeme aldığımı ilan ettiysem, sen de açıkça himayemden vazgeçtiğini ilan et.
Bu konuşmadan sonra birlikte mescide vardılar. Velîd kalabalığa dönerek: “Osman yanıma gelip artık himayemi istemediğini bildirdi,” deyince Osman b. Maz’ûn, “Evet doğru söylüyor. Onun şimdiye kadar sözüne sadık kaldığını ve beni koruduğunu herkese duyuruyorum. Yalnız ben artık Allah’tan başka kimsenin himayesine girmek istemiyor ve ona teminatını geri veriyorum,” diyerek tasdik etti Velîd’i.
Orada bulunanlardan biri de şair Lebîd’di. Etrafında halkalanmış Kureyşlilere şiir okuyordu. Onu gören Osman da bu halkaya dahil oldu. O sırada Lebîd, “Allah dışında her şey boş, bunu biliniz,” mısrasını okuyordu. Osman bu mısrayı işitince, “Evet doğru,” diye tasdik etti. Lebîd, “Ve her nimet bitecek, yok olacak şüphesiz,” diye devam edince kalbi reddetti bu sözü ve “Hayır, cennet nimetleri yok olmaz ebedidir,” diye itiraz etti. Lebîd bu durumdan rahatsız olmuştu. “Kureyşliler! Misafirleriniz eskiden rahatsız edilmezdi. Bu yeni âdet ne zaman geldi size,” diye sordu. “Bu adam aşağılık biridir. Dinimizi terk etti. Onun sözlerini dikkate alıp incinme!” dedi içlerinden biri. Osman cevap vermeye kalkınca bütün gücüyle yumruk attı sataşan adam. Gözünün feri sönüverdi o anda. Bir gözü kör olmuştu.
Velîd b. Muğîre, “Ey kardeşimin oğlu! Gözün uğradığı felaketle karardıysa senin hatan bu! Himayeme almıştım seni. Öyle kalsaydın bir şey gelmezdi başına!”deyince Osman, “Vallahi sağlam olan diğer gözüm de kardeşinin uğradığı felakete muhtaçtır. Bil ki ben senden daha azîz ve güçlü birine sığınmışım ey güneşe tapanın babası!” diye gürledi.
Velîd, dilerse kendisini yeniden himaye edebileceğini söylediyse de reddetti onu Osman. Küfrün kanatları altına girenin gözleri açık olsa bile kapalıydı. Karanlığın izniyle dünyaya bakmanın bedeli karanlığa gömülmüş bir gözdü işte. Madem ki bedelini ödemişti eski bakışlarının, hür olmalıydı artık. Hür olmayan nasıl kulluk edebilirdi Allah’a!
Gözünü feda ettiği yerden ayrıldı Osman. Aslında kalbi hâla orada çarpıyordu öfkeyle. Yolda mırıldanmaya başladı, şiirle de söyleyecekleri vardı Osman’ın:
“İnkarcı, hidayetten nasip almamış
birinin eline düşmüş gözlerim,
ne çıkar!
Allah gözümü aldı, sevabını verdi.
O bir kulu rızaya erdirince, a canlar,
o kul bahtiyar olur.
Azgın diyorsunuz, deyin, benim için.
Yoldan çıkarıyormuşum!
Ben Resûl Muhammed’in getirdiği din
üzere yaşıyorum.
Zulmedenlere, sataşanlara rağmen
muradım Allah’tır, hak olan dinimizdir.”
O sıralar genç bir delikanlı olan Hz. Ali’de (ra) Osman b. Maz’ûn’un başına gelenlere üzülmüş ve şu beyitlerle sarsmıştı vicdanları:
“Dönek ve güvensiz zamanın
cilvesi midir
Senin boynu bükük hüzünlü
ağlayışın
Yoksa bu dine çağırana
zulmedenlerin
Rezilce bir hareketi midir, söyle!
Tertemiz insanları bile pisliğe
bulaştırırlar
Gasbetmek onların en kalleşçe
yoludur.
Allah kahretsin onları! Bakın
göreceksiniz
Bizim Osman’ın başına gelenlere
nasıl kızdığımızı
Ona nasıl saldırdılar gözyaşına
bakmadan
Sert acımasız darbelerle durmadan
Eğer ansızın ölüvermezse Osmancık
Bildirecek hadlerini onlara
Ve kılı kırk yaracak cezalandırırken.”
Ve yine Hz. Peygamber’in işaretiyle Medine’ye hicret etti Osman b. Maz’ûn. Bir arsa tahsis edildi kendisine ailesiyle oturabileceği bir ev yapabilmesi için. Ensar ve muhacirlerin manevi kardeşliğinden ise ona Abbas b. Ubâde – bir rivayete göre de- Ebû’l Heysem Malik b. Teyyihân düşmüştü. Medine’de kendini ibadete verdi Osman. Mekke günlerinin ağırlığını üzerinden atmaya çalışıyor, oruç, namaz ve zikirle iyileştiriyordu eski yaralarını. Fakat insan bu, bir yere ağırlık verirken diğer yanda bozulabiliyordu denge. Ebû İshak es- Sebi’î’nin anlattığına göre, Osman b. Maz’ûn’un hanımı bir gün Hz. Peygamber’in hanımlarının yanına canı sıkkın bir şekilde gelmiş, halinin nedenini sormaları üzerine “ Osman gündüz oruçlu, gece ise hep namaz kılıyor…” demişti. Durumdan haberdar edilen Hz. Peygamber “Ben sana örnek değil miyim?” diye Osman’ı uyarınca, “Elbette ya Resûlullah, Allah senin yolunda canımı alsın!” cevabını almıştı. Bir dahaki gelişinde Osman b. Maz’ûn’un hanımının yüzü gülüyordu ve hoş bir koku sürünmüştü.
Osman hanımına karşı vazifelerini yapmış olsa da dünyadaki nasibine iltifat etmedi pek. Bir gün Mescid-i Nebevî’ye deri parçalarıyla yamanmış eski bir hırkayla gelmiş, Resûlullah ve ashâbı merhametle bakmıştı ona. Hz. Peygamber çevresindekilere, “Sabah ayrı, akşam ayrı elbise giyeceğiniz, önünüze bir çanak konurken diğer bir çanağın kaldırılacağı, evlerinizi Kâbe’nin örtüldüğü gibi örttüğünüz gün ne yapacaksınız?” diye sorunca, “Ey Allah’ın Resûlü! İsteriz ki o gün gelsin de refaha ve bolluğa kavuşalım,” dediler. Bunun üzerine Resûlullah şöyle dedi: “O gün elbette gelecek. Ama bugünkü sizler o günkü sizlerden hayırlısınız.”
Bakış açısı zühdle Allah yolunda mücadeleyi birleştirecek genişlikteydi Osman b. Maz’ûn’un. Hırkasındaki yamaların kaplan beneklerine dönüşmesi için Hz. Peygamberin bir gazayı işaret etmesi yeterliydi. Bedir savaşı dönüşünde hastalanmış, hicretten otuz ay sonra vefat etmişti. İlk muhacirdi o âhirete göç eden Medine’de. İlk muhacirdi Cennetü’l- Bakî mezarlığına defnedilen. Öyle bir hayat yaşamıştı ki Osman, Hz. Peygamber bizzat kendi yolcu etti onu ebedî yurda. Bu büyük ânı gelecek zamanlara aktarmakla onurlandı tanık olanlar.
İbn Abbas anlatıyor: “Peygamber (sas) Osman vefat ederken yanına girdi. Ona doğru eğildi, kendisine bir şeyler tavsiye ediyor gibiydi. Sonra başını kaldırdı. Oradakiler Allah Resûlü’nün gözlerinin yaşardığını farkettiler. Resûlullah tekrar Osman’ın üzerine eğildi. Sonra başını kaldırdı, ağlıyordu. Üçüncü kez Osman’ın üzerine eğildi, sonra başını kaldırdı, derinden içini çekiyordu. Oradakiler Osman’ın vefat ettiğini anlayarak ağlamaya başladılar… Hz.Peygamber, ağlamayı bırakıp meyyit için bağışlanma dilemelerini istedi onlardan. Sonra mevtaya hitaben: “Ey Sâib’in Babası! Sen dünyaya, dünya sana bulaşmadan çekip gittin!” dedi.
İbn Sa’d’ın rivayetine göre Hz. Âişe şöyle anlatıyordu Osman b. Maz’ûn’un defnini: “Osman b. Maz’ûn için ağlarken Resûlullah’ın gözyaşlarını gördüm. Osman’ın yanağından süzülüyordu.”
Ümmü’l- Ula’nın anlattıkları ise şöyleydi: “Osman b. Maz’ûn evimizde öldü. Uyuduğumda rüyamda bir kaynak gördüm. Osman b. Maz’ûn’a aitti bu kaynak, onun için akıyordu. Bu rüyayı Peygamber’e (sas) anlattım. Şöyle yorumladı: “İşte Osman’ın ameli, işte onun ödülü!”
Osman’ın dünyadaki ödülü onu bizzat Hz. Peygamber’in defnetmiş olması ve başucuna mübarek elleriyle bir işaret taşını yerleştirmesiydi. “Bununla kardeşimin mezarını bulur, tanır ve ailemden ölenleri de buraya defnederim,” demişti Efendimiz. Kızı Zeynep vefat ettiğinde, “Hayırlı selefimiz Osman b. Maz’ûn’a kavuş,” demiş; oğlu İbrahim vefat edince nereye defnedileceği sorulmuş, “Salih kardeşimiz Osman b. Maz’ûn’un yanına,” buyurmuştu.
Ali Ural
Siyer İlim, Kültür ve Tarih Dergisi Ocak-Mart 2017/1 Sayı
İrtibat ve Detaylı Bilgi İçin: 0212 544 76 96
siyerdergisi.com
Kaynaklar
İbn Kesîr, Tefsîrü’l-Kur’âni’l-Azîm, I, 597.
İbn Hişâm, es-Sîre, I, 270, II, 9.
İbn Sa’d, et-Tabakât, III, 393, 394, 395, 396,397, 399.
İbnü’l Esîr, Üsdü’l-ğâbe, III,589, 590.
Zehebî, Siyeru a’lâmu’n-nübelâ, I, 155.
Ebû Nuaym, Hilyetü’l-evliyâ, I, 103, 105,106.
M. Yaşar Kandemir, “Osman b. Maz’ûn”, DİA, XXXIII, 470.
İbn Abdilberr, el-İstî’âb, III, 1053,1054,1056.
İbn Hacer el-Askalânî, el-İsâbe, VII, 109.
İbn Kesîr, el-Bidâye, V, 236.
Ahmed, el-Müsned, VI, 268.
İbn Hazm, Cemhere,61.
el-Muvattâ, “Kitâbu’l-Cenâiz” 16.
Buhâri, “Nikah”, 8, “Cenâiz”, 3, “Sulh”, 30.
Müslim, “Nikâh,6, 8.
Beğâvî, Mu’cemu’s-sahâbe, I, 342.
Nevevî, Tehzîbü’l-esmâ, I, 326.
Ebû Dâvûd, “Cenâiz”, 35, 36,57,59.
Tirmizî, “Cenâiz”, 14.
İbn Mâce, “Cenâiz”, 42.