Muhteşem Ahlak dersinde bu hafta Muhammed Emin Yıldırım Hocamız, “Kur’anî Bir Kavram Olarak Tâğût” başlığında tâğût kavramını anlattı. Tâğût ne demektir? Nasıl anlaşılmalıdır? Bu kavrama ve bu kavramın yükümlülüklerine karşı nasıl tavırlar sergilenmelidir? Kur’an neden ısrar ve tekrar ile bu kavramın üzerinde durur? Bu ve daha nice sorulara Hocamız cevaplar verdi ve her zaman olduğu gibi yine önemli konulara temas etti.
Dersten Cümleler
İyâd el-Ensarî (ra) isimli sahabî efendimizin naklettiği bir hadis…
“La ilahe illallah kelimesi, Allah katında çok değerli bir kelimedir. Bu kelimenin Allah katındaki yeri çok büyüktür. Kim tam bir ihlas ve sadakat içinde onu söylerse, Allah o söyleyeni cennetine koyar. Kim de onu inanmayarak söylerse, kanı ve malı korunur. Ama yarın Allah’a kavuştuğunda hesabı görülür.” (Heysemî, Mecmaü’z-Zevâid, c.1, s. 10)
Üsame b. Zeyd’in (ra) en zor günü ve imtihanı…
Miktad b. Amr’ın (ra) bir hatırası…
“Evet, yine onu öldüremezsin. Eğer öldürürsen o, senin onu öldürmezden evvelki halindedir. Ama sen, onun söylediği tevhid kelimesini söylemezden önceki durumdasın.” (Buhari, Kitabü’l-Meğazi, 65; Müslim, İman, 155)
Kur’an-ı Kerim, Ehli Kitab’ın kendilerine gönderilen vahiy ile nasıl münasebet kurduklarını birçok ayette bizlere açıklamaktadır. Bu açıklamalardan beş temel tavır sergilediklerini çıkarabiliyoruz:
- “Yektumune” Gerçeği/Hakikati bile bile gizlemeleri
- “Yuharrifune” Tahrif etmeleri
- “Yubeddilune” Kelimeleri değiştirmeleri
- “Yuharrifune’l-kelime an mevadihi” Kelimeleri bağlamından koparmaları
- “Nesu” İlahî vahyi unutmaları, unuttukları içinde terk etmeleri
Ümmet-i Muhammed’in tâgût kavramına karşı beş ayrı tavırları olmuştur:
- Umursamayanlar
- Unutanlar
- Gizleyenler
- Sloganlaştıranlar
- Hakkını verenler
Tâğût; sözlükte “azmak, sınırı aşmak” anlamındaki tuğvân (tuğyân) kökünden türeyen bir isim/sıfattır. Birçok sözlüğümüz tuğyan kelimesine, “aşırı derecede azgın ve mütecaviz” anlamını verirler. Buradan hareketle tâğût, Allah’tan başka tapınılan ve hak yoldan saptıran her varlıktır.
Tâğût; puttur, şeytandır, kâhindir, sihirbazdır, şâridir, nefistir, hevâdır. Dolayısı ile tâğût; şahıstır, kurumdur, ideolojidir. Bazen siyasi bir liderdir, bazen bir cemaatin önünde olan şeyh veya mürşittir, bazen bir evde babadır, bazen bir düşüncenin mimarıdır, yani ideolojinin sahibidir.
Kur’ân-ı Kerîm, tuğyan kavramını otuz dokuz kez, tâgūt kavramını ise sekiz kez kullanır.
- Tâğût kavramını Kur’an, ilk kez Nübüvvetin 11. yılında Zümer Süresi’nin 17. ayetinde kullanır.
11 yıl Mekke’de tâğût yok muydu ki, 11 yıl sonra bu kavram kullanıldı?
Kur’an-ı Kerim’de tâğût kavramının geçtiği 8 ayetin nüzul sıralaması şöyledir:
Zümer Sûresi, 39/17
Nahl Sûresi, 16/36
Bakara Sûresi, 2/256, 257
Nisa Sûresi, 4/51, 60, 76
Maide Sûresi, 5/60
- Tâğût kavramının kullanıldığı ilk ayette, Allah’a kul olanın tâğûta, tâğûta kul olanın Allah’a tam anlamı ile kul olamayacağı hakikati belirtilir.
Tevhid, Allah’ın en hassas olduğu mevzudur.
- Tâğût kavramının kullanıldığı ilk ayette, tâğûta kulluktan kaçınıp, Allah’a kul olanlara çok büyük mükafatlar müjdelenir.
“Tâğût’a kulluk etmekten kaçınan ve Allah’a içten yönelenlere ise; onlar için bir müjde vardır, öyleyse kullarıma müjde ver.” (Zümer, 39/17)
- Tâğût kavramının nüzul sıralamasında geçtiği ikinci ayette, peygamberlerin ortak vazifesinin insanları tâğûta kulluktan sakındırıp, Allah’a kul olmaya davet etmeleri olduğu belirtilir.
“Andolsun ki biz, ‘Allah’a kulluk edin ve Tâğût’tan sakının’ diye (emretmeleri için) her ümmete bir peygamber gönderdik. Allah, onlardan bir kısmını doğru yola iletti. Onlardan bir kısmı da sapıklığı hak ettiler. Yeryüzünde gezin de görün, inkâr edenlerin sonu nasıl olmuştur!” (Nahl, 16/36)
- Tâğût kavramının geçtiği Medine döneminde ki ilk nazil olan ayette, tâğûtu inkar etmenin sağlam imana insanı taşıdığının altı çizilir.
“Dinde zorlama yoktur. Artık doğrulukla eğrilik birbirinden (tamamen) ayrılmıştır. O halde kim tâğûtu reddedip Allah’a inanırsa, kopmayan sağlam kulpa yapışmıştır. Allah işitir ve bilir.” (Bakara, 256)
- Tâğût kavramının geçtiği Bakara Sûresi’nin 257. ayetinde zikredilen mesajında, kendisine inanların karanlığa gömüleceği hakikati aleme duyurulur.
“Allah, inananların dostudur, onları karanlıklardan aydınlığa çıkarır. İnkâr edenlere gelince, onların dostları da tâğûttur, onları aydınlıktan alıp karanlığa götürürler. İşte bunlar cehennemliklerdir. Onlar orada devamlı kalırlar.” (Bakara, 257)
- Tâğût kavramının Nisa Sûresi’nde geçtiği ilk ayette, tâğûtların ortak paydasının insanları haktan saptırmak olduğu belirtilir.
“Kendilerine Kitap’tan nasip verilenleri görmedin mi? Cibt’e ve Tâğût’a (bâtıl tanrılara) iman ediyorlar, sonra da kâfirler için: ‘Bunlar, Allah’a iman edenlerden daha doğru yoldadır!” diyorlar!” (Nisa, 51)
“Küfür tek millettir.”
- Tâğût kavramının geçtiği Nisa Sûresi’nin 60. ayetinde, tâğûtun ne demek olduğuna dair çok önemli bir açıklama yapılır ve bu konuda ciddi bir uyarı ortaya konur.
“Sana indirilene ve senden önce indirilenlere inandıklarını ileri sürenleri görmedin mi? Tâğût’a inanmamaları kendilerine emrolunduğu halde, Tâğût’un önünde muhakemeleşmek istiyorlar. Halbuki şeytan onları büsbütün saptırmak istiyor.” (Nisa, 60)
- Tâğût kavramının geçtiği Nisa Sûresi’nin 76. ayetinde, inanların Allah yolunda, inkar edenlerin tâğût yolunda savaşacakları belirtilir ve akıbetin ne olacağına dikkat çekilir.
“İman edenler Allah yolunda savaşırlar, inanmayanlar ise tâğut (bâtıl davalar ve şeytan) yolunda savaşırlar. O halde şeytanın dostlarına karşı savaşın; şüphe yok ki şeytanın kurduğu düzen zayıftır.” (Nisa, 76)
- Tâğût kavramının geçtiği Maide Sûresi’nin 60. ayetinde, tâğûta inanmanın insanı nasıl aşağıların aşağısı kıldığı gerçeğinin altı çizilir.
“De ki: Allah katında, ‘kesinleşmiş bir ceza olarak’ bundan daha kötüsünü haber vereyim mi? Allah’ın kendisine lanet ettiği, ona karşı gazablandığı ve onlardan maymunlar ve domuzlar kıldığı ile tağuta tapanlar; işte bunlar, yerleri daha kötü ve dümdüz yoldan daha çok sapmışlardır.” (Maide, 60)
“İman edenler ve imanlarını zulümle karıştırmayanlar, işte güvenlik onlar içindir ve onlar hidayete ermişlerdir.” (En’am Sûresi, 82)
“Lokman, oğluna öğüt vererek: ‘Yavrucuğum! Allah’a ortak koşma! Doğrusu şirk, büyük bir zulümdür!’ demişti.” (Lokman Sûresi, 13)
“Üç çeşit zulüm vardır. Zulüm vardır ki, Allah onu bırakmaz (affı yoktur)! Zulüm vardır ki onu mağfiret eder, af eder. Zulüm vardır ki, onu kendisi mağfiret etmez. Bağışlanmayan zulüm Allah’a şirk koşulan zülümdür; Allah bunu asla affetmez. Mağfiret edilen zulüm odur ki, kul ile Allah arasındaki zulümlerdir. Kulun günah işleyerek zulme düşmesidir. Allah bunları mağfiret edebilir. Mağfiret edilmeyen zülüm ise kulların birbirlerine yaptıkları zulümlerdir. Allah birinin hakkını ötekinden alır.” (Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, c. 43, s. 155; Ebû Davud Tayalisi, Müsned, c. 2, s. 532)