Başörtüsü bu topraklarda son elli yıldır ara ara gündemden düşse de, hep sıcaklığını koruyan bir meseledir. Bu konu birçok farklı açıdan tartışılarak gündeme geldiğinde, o güne kadar tanımadığımız, o yönlerini hiç bilmediğimiz alim ve allamelerle tanışıyor, hayatımızın sorunlarını çözmedeki o eşsiz fetvaları ile epey rahatlıyoruz.(?!) Görünen o ki bu mesele daha çok tartışılacak ve bu konuda bizler daha çok şeyler duyacağız.
Bu mesele hakkında söylenenleri burada değerlendirmeye tabi tutmayı açıkçası doğru bulmadığımı belirtmek istiyorum. Ama bir konu var ki, insanı derinden etkiliyor; işte bu konu üzerinde biraz durmakta fayda görüyorum. Üzerinde duracağımız konu şu ki; başörtüsüne karşı olan belli çevreler, ne yazık ki açıkça dile getirmekten çekindikleri düşüncelerine ve inkârlarına, Kur’an’dan delil getirerek bir meşruiyet zemini bulmaya çalışıyorlar. Bir tarafta Kur’an’ın emrine uyup, her türlü mahalle baskısına, başta kendi aileleri olmak üzere toplumun bir çok kesiminden maddi ve manevi yaptırımlara muhatap olmalarına rağmen, başlarını Allah’ın emri diye örtüp, birçok bedeli göze alan genç kızlarımız; diğer tarafta ise onları iman ettikleri kitapla vurmaya çalışan laf cambazlarını görünce, insanın aklına ve duygularına mukayyet olabilmesi oldukça güç bir hal alıyor. Gerçi bu tavrı anlamakta çok da zorlanmıyoruz. Çünkü biz tarihte bunun birçok örneklerini gördük ve okuduk. Biliyoruz ki, Sıffın savaşında bile konuşan Kur’an olan Hz.Ali’yi, birileri mızrakların ucuna taktıkları Kur’an sayfaları ile mağlup etmişlerdi.
Bugün başörtüsü meselesini Kur’an’ın referansı ile bitirmeye ve sözüm ona çözmeye çalışanlar, aslında yıllar önce başlatılmış olan bilinçli bir senaryoyu devam ettirdiklerinin çok iyi farkındadırlar. Osmanlının son dönemlerinde Abdullah Cevdet, Cenevre’de çıkardığı İçtihad isimli dergisinde, Müslümanların sorunlarını çözme adına bazı tartışmaları başlattığı sırada, Fransız bir edebiyatçı sorunun çözümü noktasında ona şöyle bir teklifte bulunur: “Fermez le Coran, ouvrirlesfemmes! / Kur’an’ı Kapa, Kadınları Aç!
Abdullah Cevdet bu teklif karşısında biraz şaşırır ve daha farklı bir açılım getirdiği iddiası ile bu söze şöyle bir karşılık verir: “Hem Kur’an’ı, hem kadınları aç!” ( Bkz: DücaneCündioğlu, Başörtüsü Risalesi, s.11-12)
Fransız Edebiyatçısı dışarıdan biri olarak biliyor ki; Kur’an insanların önünde okunmak üzere açık olarak durduğu zaman ve onun içerisinde beyan edilen Müslüman hanımlara başörtüsü ve tesettür emri varken, Kur’an’a iman eden birinden ona muhalefet edecek bir tavır ortaya çıkmayacak, en azından yapmadığı zaman bile kendini rahat hissetmeyecektir. Ama Abdullah Cevdet içeriden biri olarak, bu Fransızın bilmediği önemli bir şeyi biliyordu. O da; Kur’an’ın kapanmasının mümkün ol(a)mayacağı gerçeği idi. Öyleyse yapılması gereken Kur’an’ı insanların elinden almak değil, bu ilahi kelamı özne halinden, nesne bir hale dönüştürmektir. Yani dün; “Ey Kur’an! Beni inşa et” diye önüne oturulan o bereketli sofraya artık; “Benim düşündüğümü destekleyecek şeyler söyleyeceksin” tehditleri ile yaklaşmak, daha açık bir ifade ile “Kitaba uymak yerine, kitabına uydurmak” mantığıyla hareket etmektir. Nede olsa önümüzde duran eli kolu bağlı (!) bir metindir, ona ne ölçsek olacaktır; ne biçsek uyacaktır.
İşte o gün başlayan bu plan ne yazık ki halen devam etmekte ve sadece başörtüsü meselesinde değil, Kur’an’ın birçok açık beyanı, bu bilinçli sulandırmadan nasibini almaktadır. Peki, öyleyse bu bilinçli mücadele karşısında ne yapmalı? Yapmamız gereken aslında çok net önümüzde durmaktadır. Buda: “Son vahyin ilk muhataplarına müracaat etmek, Kur’an’ın iniş üssü olan nüzul ortamını öncesini ve sonrasını dikkate alarak ilahi kelamı yeniden okumak, doğrudan ondan alarak ilhamı, bu çağın insanın anlayacağı yeni bir din dili ile idraklere takdim etmektir.”
Bu çok önemli bir ilkedir. Çünkü Kur’an belli bir zamana, belli bir mekâna, belli olan muhataplara inmiş ve Kur’an’ı onlara talim ve tebyin eden bir muallimin gözetiminde zihin dünyalarına ve tabiî ki hayatlarına taşınmıştır. Bugün böyle önemli bir alanı ihmal ederek anlaşılmaya çalışılan ilahi metnin, aslında yürüyecek ayaklarının kesildiğini gözden ırak etmemelidir. Unutmayalım ki; söz yerinde ağırdır ve sözün bağlamı, aslında o sözün anlamıdır. Bağlamı anlaşılmadan ve dikkate alınmadan hiçbir söz anlaşılamayacağı gibi, 1500 sene öncesinde nazil olan ve insanlığın kurtuluş reçetesini muhtevasında saklayan o yüce kitapta anlaşılmayacaktır.
Bugün özelde Kur’an’ın tamamını, genelde ise başörtüsünü Müslüman hanımlara emreden ilgili ayetleri, iniş üssünden ayırarak okumaya tabi tutanlar, kendilerince işi Kur’an’ın üzerinden hal ettiklerini zan etsinler; biz bir dahaki yazımızda ilgili ayetleri son vahyin ilk muhataplarına müracaat ederek anlamaya çalışalım.
Muhammed Emin YILDIRIM