Çoğulu siyer olan siret kelimesi, sözlükte “tavır ve hareket, hayat tarzı, tutulan yol, gidişat, tabiat, tedbir ve idare” anlamlarına gelir. [1] Kur’ân-ı Kerim’de bir yerde Hz. Musa’nın asasının mucize eseri yılana dönüşmesi hadisesi anlatılırken kullanılır. TâhâSûresi’nde denilir ki: “(Allah) ‘Ey Musa! Şimdi onu (asanı) yere at’ dedi. Bunun üzerine onu yere attı; bir de ne görsün! O, hızla sıvışan bir yılan oluvermişti. ‘Onu tut’ dedi ve ‘korkma!” Biz onu ilk haline/şekline döndüreceğiz.” [2]
Ayette geçen,“Biz onu ilk haline/şekline döndüreceğiz.” cümlesinde; siret, “hal, şekil, vaziyet” anlamlarında kullanılmıştır.
Hadislerde ise yine sözlük anlamlarına uygun bir şekilde, “tedbir, tavır ve hareket tarzı” manalarında kullanılmıştır. Mesela, Hicretin 6. yılında Hz. Peygamber (sas) Devmetü’l-CendelSerriyye’si için Abdurrahman b. Avf’ı (ra) komutan tayin ettiğinde ona şöyle buyurmuştu: “Ey Avf’ın Oğlu! Onu (sancağı) al! Hepiniz Allah yolunda gaza edin ve Allah’a inanmayanlarla savaşın, bununla beraber ganimete hıyanet etmeyin, kimsenin uzuvlarını kesmeyin, çocukları öldürmeyin. Bu Allah’ın ahdidir ve aranızda bulunan Peygamberi’nin siretidir/hareket tarzıdır.” [3]
Sözlük anlamları böyle olan siyer kelimesi, ıstılahî olarak ise, “Hz. Peygamber’in (sas) doğumundan vefatına kadar hayat hikâyesini ve tercüme-i halini yani ahlakını, şemâilini, delâilini, mucizelerini, nesebini konu edinen ilmin adıdır.” [4]
Siyer’in Önemi Nedir?
Bir Müslüman için Hz. Peygamber’in (sas) hayatına ve O’nun (sas) dünyasına ait her hatıranın çok mühim bir yeri vardır. Çünkü O (sas) en güzel örnek, en kâmil misal, en doğru rehberdir. Rabbimiz onlarca ayette, Resûlullah’aittibânın/itaatin gerekliliğine ve önemine vurgu yapmış, O’nun (sas) rehberliği olmazsa dinin gerçek manada kemale eremeyeceğini belirtmiş, Efendimiz de, “Sarıldığımız müddetçe asla dalalete sapmayacağımız” iki büyük emanetten birinin Kur’ân, diğerinin ise kendi sünneti olduğunu beyan etmiştir.
Başka bir hadisinde Efendimiz (sas) miras olarak bıraktığı hayatının/sünnetinin değerini şöyle ifade etmiştir: “Allah’a yemin ederim ki, size gecesi gündüz kadar aydınlık, geniş ve takip edilecek bir yol bıraktım.” [5] Gecesinin bile gündüz gibi aydınlık olduğu bu bereketli hayatı her yönü ile öğrenmek, anlamak ve kavramak her Müslüman’ın en önemli gayesi olmalıdır.
Kur’ân O’nu (sas), O (sas) Kur’ân’ı Anlatıyor
Allah Resülü’nün (sas) bereketli hayatı olan Siyer’den, hakkı ile istifade etmek isteyen biri şu temel ilkeyi unutmamalıdır: “Siyer’iKur’ân’ın hakemliğinde ve Kur’ân’ın rehberliğinde öğrenmek zorundayız.” Bu alanda en temel ilkemiz bu olmalıdır. Eğer Siyer, Kur’ân’ın hakemliğinde ve onun mutlak manada rehberliğinde okunmaz ve öğrenilmezse her an yanlış yerlere kapılar açılabilir, ifrat ve tefrite düşülebilir, gereksiz yere zihinler farklı noktalara kayabilir. Bu tarz yanlışlara düşmemek için en başta Siyer’in aslî ve temel kaynağı olan Kur’ân’ı Kerim üzerinden Efendimiz (sas) tanınmalıdır. O’nu âlemlere rahmet olarak gönderen Rabbimiz, elbette O’nu en iyi tanıyan otorite olarak, ihtiyaç duyulan tüm alanlarda, en doğru, en sade ve en kâmil şekilde peygamberini, Kur’ân’ında bize anlatmıştır.
Kur’ân’ın bu manada anlattıklarını biz şöyle tasnif edebiliriz:
A- Peygamberimizin Allah (cc) Katındaki Değer ve Kıymeti
Kur’ân’ın birçok ayetinde Allah ile birlikte Resulûllah’a itaatin istenmesi, (Âl-i İmrân, 3/32; Nisa, 4/136) O’nun herkesten ama herkesten daha çok sevilmesinin emredilmesi, (Ahzab, 33/6) varlık âlemine ilahî bir lütuf olarak gönderilmesi, (Âl-i İmrân, 3/164) Allah’ın, O’na inanıp kendisine yardım etmeleri için diğer peygamberlerden misâk almış olması, (Âl-i İmrân, 3/81) Allah’ın ve meleklerin kendisine salât eyledikleri ve müminlerinde O’nun her adını anışlarında salât ve selam getirmelerini istenmesi, (Ahzab, 33/56) hayatının üzerine yemin edilmiş (le amruke/hayatının hakkı için) olması, (Hicr, 15/72) Makâm-ı Mahmûd’un/ Övgüye layık bir makamın sahibi olması, (İsra, 17/79) okuma, yazma bilmemesine rağmen vahye muhatap olması, (Ankebût, 29/48) kesintisiz bir mükâfata nail olması, (Kalem, 68/3) şanının yüceltilmesi (İnşirah, 94/4) ve daha neler, neler…
B- Peygamberimizin Şahsiyetinin Anahtar Kavramları
Abd/Kul (İsra, 17/1) ve Beşer/Ölümlü olması, (Kehf, 17/ 110; Enbiya, 21/34) Üsve-i Hasene/En güzel [mutlak manada] örnek olması, (Ahzab, 33/21) Rahmetenli’l-âlemin/ Âlemlere rahmet olması, (Enbiya, 21/107) Huluki’n-Azim/Muhteşem ve muazzam bir ahlak üzere olması, (Kalem, 68/41) Hateme’n-Nebiyyîn/Peygamberlik silsilesinin sonuncusu, son mührü olması, (Ahzab, 33/40) hem Nebî, (Ahzab, 33/45; Tahrim, 66/1) hem Resûl olması, (Maide, 5/67) Kerim/Cömert ve şerefli bir elçi olması, (Hakka, 69/40) Şahid/Hayata ve ahirete şahitlik edecek olması, (Nisa, 4/ 41; Ahzab, 33/45) Mübeşşir/Müjdeleyen olması, (Furkan, 25/56; Ahzab, 33/45) Nezîr/Uyaran, korkutan olması, (Furkan, 25/56; Ahzab, 33/45) Sirace’n-Münir/ Aydınlatan bir kandil olması, (Ahzab, 33/46) Raûf/Şefkatli ve Rahim/Merhametli olması (Tevbe, 9/128) ve daha niceleri…
C- Peygamberimizin Görevleri, Yetkileri, Sorumlulukları ve Bunların Sınırları
Verilen vahye ittiba/uyması ve onu alması, (Kıyamet, 75/18) aldığı o vahyi açık ve net olarak muhataplarına tebliğ etmesi, (Nûr, 24/54; Şûra, 42/48) insanları Rabbinin yoluna hikmet ve güzel öğüt ile davet etmesi, (Nahl, 16/125) insanlara, inen vahyi tebyin etmesi/açıklaması, (Nahl, 16/44, 64) yine vahyi tâlim etmesi/hem fikri ve hem de fiili olarak öğretmesi, (Bakara, 2/151) dile getirdiği mesajlarla insanları tezkiye etmesi/arındırması, temizlemesi (Âl-i İmrân, 3/164; Cuma, 62/2) O’nun (sas) en temel görevlerindendir.
Peygamberimize verilen bu görev ve yetkilerle beraber bazı sınırlarda çizilmiştir. Bunlardan bazıları ise şunlardır: Allah’ın bildirmesi dışında gaybı bilemeyeceği ve mucize gösteremeyeceği, (En’am, 6/109, 110; Yunus, 10/20) asla hevasından konuşamayacağı ve ne söylüyorsa söylediklerinin vahiy olduğu, (Necm, 53/3, 4) inkârcılara azabı istediği zaman gönderemeyeceği, (En’am, 6/58) istediğine hidayeti ulaştıramayacağı, (Kasas, 28/56) yapılan işe karşı hiçbir ücret istemeyeceği, (Mü’minûn, 23/72) kıyametin ne zaman kopacağının bilgisini bilmediğini, (Nâziât, 79/42, 43) Allah dilemedikçe kendisine bile fayda ve zarar veremeyeceği, (A’raf, 7/188) Allah’ın helal kıldığı bir şeyi kendisine haram kılamayacağını, (Tahrim, 66/1) münafıkların cenaze namazını kılmaması gerektiğini ve onların kabirlerinin başında istiğfar etmek için durmamasını, (Tevbe, 9/84) O’na en büyük mucize olarak Kur’ân’ın verilmesi, (Ra’d, 13/27, 28; Ankebût, 29/51) ve daha neler, neler…
D- Vahyin İlk Muhatabı Olması Sebebi İle Kur’ân’ın Onu Nasıl Yetiştirdiği ve Bunun Yöntemi
Varlığı Allah adına ve Allah namına (İkra’) okuması, (Alak, 96/1, 3) anlayarak (rattil) okuması, (Müzzemmil, 73/4) tilavet (utlu) etmesi, (Ankebût, 29/45) kıyama (kûm) kalkması, (Müzzemmil, 73/2; Müddessir, 74/2) secde (vescudu) etmesi, (Hac, 22/77) rükû (verkeu) etmesi, (Bakara, 2/43) Allah’ı (sebbih) teşbih etmesi, (A’lâ, 87/1) Rabbinin adını (fekebbir) yüceltmesi, (Müddessir, 74/3) her türlü maddi ve manevi kirlerden (tathir), temizlenmesi, (Müddessir, 74/4) her daim istikamet üzere (festakim) olması, (Hûd, 11/ 112) geçmiş peygamberlerin yoluna (iktedi) uyması, (En’am, 6/90) her türlü zorluğa karşı (ısbır) sabretmesi, (Müzzemmil, 73/10; Müddessir, 74/7) geceleri Rabbine (fetehecced) yönelmesi, (İsra, 17/79) sadece Allah’ı vekil olarak (fettahizhuvekila) edinmesi, (Müzzemmil, 73/9) ve buna benzer pek çok ayet…
E- Bir Beşer Olarak Efendimiz’in (sas) Kur’ân Gölgesinde Yetişirken Buna Nasıl Karşılık Verdiği
Ulaştırdığı vahye karşı kâfirlerin tutumlarına karşı çok üzülmesi, (Fatır, 35/8; Yasin, 36/76) ciddi sıkıntılara düşmesi, (Taha, 20/2) iman etmiyorlar diye kendini harap etmesi/mahvetmesi, (Şuâra, 26/3) vahyi çarçabuk almak için çaba harcaması, (Kıyamet, 75/16) vahyin kesintiye uğramasına üzülmesi (Duhâ, 93/3)ve daha niceleri…
F- Peygamberimizin Kur’ân’dan Öğrendiği İlkeler Çerçevesinde Sahâbe Neslini Nasıl Yetiştirdiğini ve Bu Süreçte Karşılaştığı Olumlu-Olumsuz Tepkileri
Onlara kitabı, hikmeti ve bilmediklerini öğretmesi, (Bakara, 2/151) maruf olanları emretmesi, (Araf, 7/199) ne yaparlarsa yapsınlar bağışlaması ve neticesi ne olursa olsun onlarla istişare etmesi, (Âl-i İmrân, 3/159) onları yüreklendirmesi, cesaretlendirmesi, (En’am, 8/65) Sahâbe’nin, Hz. Peygamber ile nasıl iletişim kurmaları gerektiği (Hucurât, 49/1-5) ve benzeri onlarca ayet…
Görüldüğü gibi Kur’ân’ı Kerim, Hz. Peygamber (sas) hakkında bilinmesi gereken tüm bilgileri çok detaylı bir şekilde gözler önüne sermektedir. İlahî Kelam’ın verdiği bu bilgiler ışığında eldeki mevcut tüm rivayetler değerlendirilmeli, bir yönüyle Kur’ân ile sağlaması yapılmalıdır. Ancak Kur’ân’ın hakemliğinde ve rehberliğinde böyle bir Siyer okuması, daha istifadeli olacak ve hatalara düşmeden bu yolda yürümenin imkânları oluşacaktır.
Siyer Üzerinden Kur’ân’ı, Kur’ân Üzerinden de Siyer’i Okumalı…
Allah’ın (cc) insanlığa gönderdiği son vahiy, belirli bir zaman aralığında sınırlı bir coğrafyada yaşayan belli muhataplara nazil oldu. Son vahyin ilk muhatapları Efendimiz (sas) ve O’nun mübarek ellerinde yetişen Sahâbe nesli idi. Hal böyle olunca Kur’ân, onların yaşadıkları hayatın üzerine ve içerisine indi. Bundan dolayıdır ki karşımızda satırlarda yazılı olan bir vahiy var; bir de hayatın içerisinde ete-kemiğe bürünmüş, yaşayan ve konuşan bir vahiy var. Ve bu iki vahiy birbirinden asla ayrılamaz, birinin tam anlamı ile anlaşılabilmesi için diğerine ihtiyaç duyulur, biri olmadan diğeri kâmil manada kavranıl(a)maz. Çünkü gerek ayetlerin iniş sebepleri, gerek nüzûl ortamı dediğimiz o zemin ve o zeminde yaşayan muhataplar, Kur’ân’ın doğru anlaşılabilmesinin en önemli etkenleridir. Öyleyse Kur’ân dışında var olan bilgileri (hadis, sünnet, tarihi malumat) hâşâ Kur’ân’ın rakibi olarak görmek eğer bilgisizce yapılıyorsa cehaletin, eğer bilinçli yapılıyorsa ihanetin bir sebebidir. Elbette hiçbir kitap, bilgi ve rivayet Kur’ân gibi değildir. O Allah’ın kelamıdır ve Allah’ın (cc) gözetimi altındadır; hiçbir güç onu benzerini, mislini tarih boyunca ortaya koyamamıştır, koyamayacaktır ve bu hal kıyamete kadar da böyle devam edecektir.
Kur’ân’ın bu rakip tanımaz özelliği onun tek kaynak olduğunu söylememizi gerektirmez. O tek kaynak değil, temel kaynaktır. Sözün özüdür. O ilahî söz, ilk muhatap olan Efendimiz’e (sas) vahyedilmiş, o da onun nasıl anlaşılacağını, kavranılacağını ve yaşanacağını bizzat göstermiş, ilk muhataplarına da bunu öğretmiştir. Bize düşen vazife, Kur’ân’ın temel kaynak olduğunu unutmadan mevcut müktesebatı onun rehberliğinde anlamaktır.
Siyer üzerinden Kur’ân’ı, Kur’ân üzerinden de Siyer’i okuduğumuz zaman gerek bazı ayetlerin anlaşılmasında, gerek bazı rivayetlerin kavranılmasında taşların daha iyi yerine oturduğunu görürüz. Çünkü Kur’ân yirmi üç yıllık nübüvvet sürecinin öz halini takdim ederken, Siyer bu sürecin detaylarını nazarlara verir. Bu yönü ile de Siyer Kur’ân’ın, Hz. Peygamber tarafından yaşanarak tefsir edilmiş hali olur.
Böyle bir iddiada bulunmak, Hz. Aişe annemizin bilinen sözü ile çelişmez mi? Ne demişti Aişe annemiz: “Peygamber (sas) Cebrail’in kendisine öğrettiği sayılabilecek kadar mahdut ayet haricinde, Kur’ân’dan bir şey tefsir etmedi.” [6] El-Hak, bu söz doğrudur ve Efendimiz’in (sas) Kur’ân tefsiri sadedinde söylediği sözler, hakikaten sınırlıdır. Ancak burada bir hususa dikkat etmemiz gerekir: Efendimiz (sas) bugün bizim anladığımız manada bir müfessirin yaptığı gibi Mushaf’ı önüne alıp, Fatiha’dan başlayıp, Nas Sûresi’ne kadar Kur’ân’ı anlatmaya ne imkânı, ne fırsatı olmuştur. Buna gerek de yoktu. İnen ayetler O’nun (sas) mübarek lisanı ile Sahâbe’ye duyuruluyor ve o andan itibaren o ayetlerin istedikleri, yasakladıkları ve emrettikleri yaşanmaya başlanıyordu. Böylelikle o andan itibaren Kur’ân’ın tefsiri yaşanarak ortaya konuyordu.
Fiili olarak ayetlerin nasıl uygulanacağını gören o ilk muhataplar artık soru sormaya ihtiyaç duymuyorlardı, onlarda gördüklerini uyguluyorlardı. Ama bizler gibi sonradan gelen muhataplar, o hale şahit olmadığı için, falanca ayet Hz. Peygamber (sas) tarafından nasıl anlaşıldı ve yaşandı? sorusunu sormak durumundayız. İşte bu soruyu sorduğumuzda cevabını hadis, tefsir, siyer ve fıkıh kitaplarında buluruz.
Kur’ân-ı Kerim’de Siyer’i Konu Alan Ayetler
Kur’ân-ı Kerim içerisinde azımsanmayacak düzeyde Hz. Peygamber’in (sas) hayatına dair ayetler bulunduğunu görürüz. Mesela; Kur’ân’ı Kerim’in 114 sûresinden, 40 tanesi adını ya doğrudan doğruya Hz. Peygamber’i (sas) ya da O’nun çağdaşlarının tavırlarını ilgilendiren hususlara işaret eden veya telmihte bulunan bir kelimeden almıştır. Bu sûreler şunlardır: En’âm, Enfâl, Tevbe, İsrâ, Nûr, Rûm, Ahzâb, Muhammed, Fetih, Necm, Mücadele, Haşr, Mümtehine, Saf, Cum’a, Münâfikûn, Tâlâk, Tahrîm, Kalem, Müzzemmil, Abese, Târık, Fecr, Beled, Duhâ, İnşirâh, Alak, Kadir, Beyyine, Tekâsür, Hümeze, Fîl, Kureyş, Mâun, Kevser, Kâfirûn, Nasr, Tebbet, Felak ve Nâs.
Bir tarih kitabı olmayan ve evrensel bir niteliği olan Kur’ân’ın ciddi bir oranda Siyer’in içerisinde geçen hadiselere değinmesi, Hz. Peygamber’in (sas) yaşadığı hayatının da evrensel mesajlar ihtiva ettiğinin en büyük delilidir. Ayetlerin verdiği o kısa ve öz bilgileri Siyer içerisindeki rivayetlerle detaylandırabiliyor, rivayetlerin verdiği bilgilerin büyük bir kısmının da temeli niteliğindeki bilgiyi Kur’ân’da görebiliyoruz.
Mesela, Hz. Peygamber’in (sas) yetim olarak büyümesi ve çektiği sıkıntıların giderilmesinden tutun, (Duhâ, 93/6-8) Onun nübüvvet öncesi ümmi oluşu, kitaptan, imandan mahrum oluşuna, (Şûrâ, 42/52) muhteşem ve muazzam bir ahlaka sahip oluşundan tutun, (Kalem, 68/4) Vahye muhatap oluşu ve Cebrail ile ilk buluşmasına, (Alak, 96/ 1-5) Vahyin ilk günlerinde olan hadiselerden tutun, (Müzzemmil, 73/ 1-8; Müddessir, 74/1-7) Habeşistan Hicreti’ne, (Nahl, 16/41, 42, 110; Zümer, 39/10) Mekke’de Kitap Ehli ile olan münasebetlerden tutun, (En’am, 6/ 92, 159; Hûd, 11/17) Hicret’e ve Hicrette Muhacirlerin ve Ensârın ortaya koyduğu gayretlere, (Haşr, 59/9,10; İsrâ, 17/76,77) ondan sonra Medine döneminin hemen hemen her safhasına ait ayetler okumak mümkündür.
Kur’ân içerisinde Hz. Peygamber’in (sas) hayatı ile alakalı bu kadar ayetin olması Siyer-Kur’ân ilişkisini gözler önüne sermektedir. İşte bundan dolayı diyoruz ki: “Siyer üzerinden Kur’ân’ı, Kur’ân üzerinden de Siyer’i okumalıyız.”
[1] el-Firûzâbâdi, el-Kâmûsü’l-Muhit, s. 528.
[2] Tâhâ, 20/19-21.
[3] İbn Hişam, Es-Sîre, II, 281.
[4] İsmail Hakkı İzmirli, Siyer-i Celile-i Nebeviyye, Mukaddimât, s. 10, 11.
[5] İbnMace, Kitabü’s-Sünne, 5.
[6] Taberî, Câmiu’l-Beyan, I, 90.