29 Ağustos, bu çağın büyük Kur’an alimlerindenSeyyidKutub’un şehadetinin 39. yıldönümüdür. Uğruna canların feda edileceği bir kitap olan, ilahî kelam uğruna idam edilen bu yiğit Kur’an aşığının, son yarısını zindanda kaleme aldığı o muhteşem tefsiri halen tüm Kur’an dostlarının yüreklerini ve zihinlerini aydınlatmaya devam ediyor.
Nasıl ki her yiğidin bir yoğurt yiyişi varsa, her aliminde kendine özgü bir dili, usül ve uslubü vardır. SeyyidKutub’un da en önemli eseri olan Fî Zilali’l Kur’an (Kur’an’ın Gölgesinde) isimli tefsirinin öne çıkan bariz özellikleri vardır. Bu özellikleri bilmek, onun Kur’an düşüncesinde nasıl önemli noktaları yakaladığını bizlere öğretir. Hepsinden ötesi “Kur’an’ın İnsanı” olmanın ne anlama geldiğini, böyle bir çabanın nasıl ortaya koyulabileceğini vahyin modern muhatapları olan bizlere, hayatı ile öğretmiş olur.
SeyyidKutub’un, Kur’an’ı tefsir ederken izlediği yöntem konusunda birçok şey söylenebilir. Bu özelliklerin hepsine burada değinmemiz, bir yazı ile bunları ele almamız, mümkün değildir. Bu yazımızda sadece onun tefsirinde izlediği çok önemli olan bir yönteme değinebileceğiz. SeyyidKutub’u çağdaşı olan nice müfessirlerden ayıran temel özellik şudur:O Kur’an’a kayıtsız, şartsız teslim olmuş, tasavvurunu, aklını, şahsiyetini ve tabi ki hayatının tamamını vahye inşa ettirmiş biri olarak , ilahî kelamdan aldığı ilham ile takdim-tehir (önce-sonra) ve ehem-mühim (çok önemli-önemli) kavramlarına vahyin gözüyle bakmış, vakıâyıöncellemiş, pratik çözümler üreterek, toplumun ihtiyaçlarına, bitimsiz hazine olan Kur’an’dan reçeteler yazmıştır. Bu özellik ne yazık ki gerek ilk tefsir kitaplarımızda, gerekse sonraları yazılan eserlerde ihmal edilmiş bir konudur. Özellikle Kur’an’ın tamamını tefsir eden eserler, o anki toplumun ihtiyaçlarını fazlaca dikkate almadan, varolan acil sorunları önemsemeden, o zaman için pratik hiçbir değeri olmayan nice meselelere uzun uzun değinir, muhatabın hem zamanını gereksiz yere meşgul eder, hem de zihnini pratik değeri olmayan konularla doldurarak önemli şeylerin tesirini de kırarak onu gereksiz tartışmaların içerisine düşürürler. SeyyidKutub özellikle İsrailiyat rivayetlerinden bizim kültürümüze girip, koca koca tefsir kitaplarında yer alan İsrailoğullarının sayısı, Musa’nın (a.s.) asasının hangi ağaçtan olduğu ve uzunluğu, Hz. Nuh’un gemisini kaç yılda yapıldığı, gemiye binenlerin sayısı, Hz. İbrahim’in aldığı dört kuşun cinsi gibi pratik hiçbir değeri olmayan ve Kur’an’ın anmakta ihtiyaç duymadığı meselelere dalarak boşa zaman öldüren bir anlayışı reddederek, aksiyonu öncelleyen bir Kur’an anlayışı geliştirir. Bu tarz rivayetleri reddetiği gibi; Kur’an’daki bazı ayetleri tefsir ederken de toplumun yapısını, bilgi düzeyini ve ihtiyaçlarını esas alarak yorumlar yapar. Onun bu düşüncesini daha iyi anlayabilmemiz için Enfal Suresinin 41. ayeti olan “Aldığınız ganimetlerin beşte biri Allah’a, Elçisine, Onun akrabalarına, yetimlere, yoksullara ve yolda kalmışlara (yolculara) aittir.” ayetinin tefsiri bağlamında, söylediği şu önemli sözlerine bakmamız yeterlidir. O diyor ki;
“Ganimetler konusu günümüz İslam pratiğinde asla karşılaşmadığımız bir konudur. Bugün için önümüzde böyle bir vak’a bulunmamaktadır. Çünkü ortada Allah yolunda savaşan ne müslüman bir devlet, ne müslüman bir imamet ve ne de müslüman bir ümmet vardır, İslami bir cihadın varolduğuyerde ancak ganimetten ve ganimetlerin nerelere harcanacağından sözedilebilir. İslami metod, vakî bir metoddur. Fiilen mevcut olmayan konularla ilgilenmez. O halde pratikte mevcut olmayan meselelerin ahkâmı ile uğraşmaz. O, bu tür ahkamla uğraşmayacak kadar ciddi ve gerçekçidir. Bu tür konularla uğraşmak bu dinin metodu değildir. Olsa olsa, boş vakitlerini nazarî araştırmalara ve pratik hayatta karşılığı bulunmayan fıkhi hükümlere harcayan işsizlerin metodudur. Ancak bu gibi kimseler, İslam toplumunu yeniden inşa etme yerine bu tür şeylerle emeklerini harcarlar. Bu ciddi anlayış ve gerçekçi canlı metod sebebiyle burada enfal ve ganimetler gibi özel fıkhî ayrıntılara girmiyoruz. İslam toplumu kurulup fiilî cihad söz konusu olduğunda ve bu gibi meselelerin zamanı geldiğinde onlarla uğraşacak kimseler olacaktır.” (Fi Zilali’lKur’an,c,3 -s,1518)
İşte vahye teslim olmuş bir zihnin ürettiği bilgi, işte imanın zorladığı aksiyoner bir hayat ve işte Kur’an’a aşık olmuş bir alimin dilinden dökülen hakikatler…
SeyyidKutub’a bu hakikatleri söylettiren ve bu hakikatler uğruna canını feda ettiren ve O’nun adını, şanını ve şehadetini unutturtmayan şey Mecid olan kitabın insanı olmasıdır.
Vahiy, kendine adanmış bir hayatı asla zayî etmez. O kelamın sahibi olan Allah, kendi kelamı uğrundaki her çabayı silinmez harflerle ilahî arşivine kaydeder, dünya var oldukça da onların isimlerini unutturmayarak hatıralarını canlı tutar. Bunun en büyük delili şu an Kur’an’ın anlaşılması ve yaşanılmasını kendilerine aslî dert edinen insanların SeyyidKutub’u her an rahmet ve minnetle yad etmeleridir. Ama şu unutulmamalıdır ki; Şehitleri memnun edecek, ruhlarını şad, kabirlerini nur ile dolduracak şey; onların uğruna hayatlarını feda ettikleri değerlerin yolunda verilen mücadelenin boyutudur.
Ne dersiniz dostlar; Onlar gibi Kur’an’a aşık mıyız? Yoksa sadece aşkın dedikodusunu mu yapıyoruz?
Muhammed Emin YILDIRIM