Müslümanlar olarak her birimiz için Kur’an’ın “üsvetün hasene/en güzel örnek” olarak tanıttığı ve hayatı mesajlarla dolu olan Allah Resûlü’nün (sas) her bir hadisi, sünneti hayati bir öneme sahiptir.
Bu yazımızda Peygamberimiz’in (sas) aktarmış olduğu ve özellikle toplumsal mesajları ile öne çıkan Sefînetü’n-Necât (Kurtuluş Gemisi) kıssasını ele almaya çalışacağız.
Ravi Nu’man b. Beşir (ra), kıssayı şöyle nakleder:
Hz. Peygamber (sas) şöyle buyurmuştur: “Allah’ın (cc) sınırlarını gözetenlerle çiğneyenler bir geminin kısımlarını kura ile aralarında pay eden ve kurada bir bölümüne geminin üst kısmı, diğer bölümüne de geminin alt kısmı düşen kişilere benzerler. Geminin altındakiler su alacakları zaman yukarıdakilere uğrayıp suyu ordan temin etmektedirler. Bir ara alttakiler: ‘Biz suyun kendi payımıza düşen kısmını geminin altını delerek temin etsek de yukarıdakilere hiçbir sıkıntı vermesek olmaz mı?’ diye sordular.” Hz. Peygamber (sas): “Üsttekiler, alttakilerin böyle yapmasına ses çıkarmazlarsa gemidekilerin hepsi ölür. Onların ellerini tutar (ve böyle yapmalarına engel olurlarsa) kendileri de onlar da kurtulur.” dedi.[1]
Kıssa üzerinden birçok mesajlar çıkarılabilir. Burada bazılarına şöyle değinebiliriz:
Öncelikle Allah Resûlü (sas), rivayette bir ulaşım aracından yani gemiden bahsediyor ve bu da demek oluyor ki bir yol, varılacak olan bir menzil, geminin hareket edebilmesi için olmazsa olmaz bir kaptan ve yolcular olmalıdır. Biz de bu gemiyi nefsimiz, yolu insanın dünya hayatında geçirmiş olduğu serüven, menzili ebedî alem olan ahiret, kaptanı rehberimiz, önderimiz Hz. Muhammed Mustafa (sas) ve yolcuları da toplumumuz/insanlık olarak anlarsak rivayetten istifademiz daha fazla olacaktır.
Peki geminin üzerinde yol aldığı deniz suyu neyi ifade ediyor? Belki de bu sorunun en doğru cevabı dünya nimetleri olacaktır. Yani geminin menzile ulaşması için kesinlikle olması gereken bir etkendir. Ama o deniz suyunun/dünyevi nimetlerin, kesinlikle geminin içerisini yani nefse girmesine izin vermemeliyiz ki varmamız gereken yere kadar gemi batmadan, zarar görmeden gidebilsin.
Toplumsal katmanlar ve sorumluluklar
Rivayet bize gemideki iki kesimden bahsetmektedir. Bir kısmı geminin alt kısmında, diğer kesimi ise geminin üst kısmındadır. İki kesimin de içinde bulundukları konumlarına göre yerine getirmeleri gereken görevleri vardır. Üsttekiler kendi su ihtiyaçlarını rahatlıkla temin edebilmektedirler. Yalnız alt kısım, su temini için üst kısma çıkıp almalıdırlar. Burada üst kısma düşen görev, alt kısmın su teminine yardım edip, onlara kolaylık sağlamak, alt kısmın görevi ise; su temini için gemiyi delmek gibi zararlı yollar denemeden biraz zahmetli de olsa üst kısma çıkarak almaları gereken suyu almalarıdır.
Diyebiliriz ki; üst kısım devlet, alt kısım toplum; üst kısım anne-baba, alt kısım çocuklar; üst kısım koca, alt kısım hanım; üst kısım abi-abla, alt kısım kardeş şeklinde örnekleri çoğaltabiliriz.
Devlet, sorumluluğu altında olduğu toplumun ihtiyaçları karşılamada yapabileceğinin en iyisini yapmak zorundadır. Çünkü ona biçilmiş olan rol, geminin üst kısmında olma rolüdür ve nimetten mahrum olan halkına, o nimetleri ulaştırma sorumluluğu vardır. Devlet-toplum benzetmesinde tüm sorumluluk devlete mi yüklenmiştir? Kesinlikle hayır. Alt kısımda olan toplum da kendi ihtiyaçlarının temini için meşru yollar üzerinden gitmeli, yaşamlarının devâmiyeti için gerekli olanları üst kısma çıkarak, devletin göstermiş olduğu çizgi üzerinde sağlamalı ve gemiyi delmek gibi hem kendilerini hem de devleti batıracak işlere kalkışmamalıdırlar.
Benzetmeyi anne-baba ve çocuklar üzerinden inceleyecek olursak, üst kısımda olan anne-baba, aile olan geminin parçalanmadan devam edebilmesi için çocuk üzerinde yerine getirmesi gereken sorumlulukları yapmalı ve ihtiyaçlarını karşılamalıdır. Çocuk ise, ihtiyaçları için meşru olmayan ve hem kendisine hem de anne-babasına yani ailesine zarar verecek başka yollar aramamalı, gemiyi delmeye yeltenmemelidir. Bu sorumlulukları yukarıda aktarmış olduğumuz diğer üst-alt benzetmeler üzerinde de düşünebiliriz.
İyiliği emretme, kötülükten sakındırma
Kıssa üzerinden çıkartılması gereken bir diğer mesaj ise: Her Müslümanın hem Rabbimiz’in (cc) ayetlerinde hem de Allah Resûlü’nün (sas) hadislerinde defaatle okumuş olduğumuz “emr-i bi’l-marûf ve’n-nehy-i ani’l-münker” yani iyiliği emredip, kötülükten sakındırmak hakikatidir. Ayetleri inceleyecek olursak bu konuyla ilgili birçok ayet buluruz. Bunlardan bir tanesi de Âl-i İmrân sûresi 104. ayetidir. Rabbimiz (cc) bu ayetinde “Sizden, hayra çağıran, iyiliği emredip kötülüğü meneden bir topluluk bulunsun. İşte onlar kurtuluşa erenlerdir.” diyerek kurtuluşun bu emri yerine getirmekle olacağını bizlere gösterir. Ayrıca, “Nefsimi kudret elinde tutan Zat’a yemin olsun ki ya iyiliği emreder ve kötülüğü de yasaklarsınız veya Allah’ın katından genel bir bela göndermesi yakındır. O zaman yalvar yakar olursunuz da duanız kabul edilmez.”[2] hadisi de meseleye ışık tutan bir başka rivayettir.
Kıssamızı ve aktarmış olduğumuz hadisi baktığımızda anlıyoruz ki gemi delindiği zaman yani haddi aşıp meşru yoldan uzaklaşıldığında zarar görecek olanlar, sadece gemiyi delenler değil, geminin içerisindeki herkestir. Evet, gemiyi deldirdiğimizde ilk boğulacak olanlar, gemiyi delenler olacaktır, ama öyle ya da böyle o gemideki herkes bir müddet sonra boğulacaktır. Yani, alt kısımdakiler gemiyi delerken, üst kısımdakiler banane diyerek sorumluluklarını üzerlerinden atmış olmazlar. Toplumdaki yaşanan kötü olaylara, ahlaka aykırı hâdiselere şahid olduğumuz zaman görmezden gelmek, ayetlerin ve hadislerin emrine aykırı hareket etmek demektir. Onun için Allah Resûlü (sas) “Kim bir kötülük görürse, onu eliyle değiştirsin. Şayet eliyle değiştirmeye gücü yetmezse, diliyle değiştirsin. Diliyle değiştirmeye de gücü yetmezse, kalbiyle buğzetsin ki bu imanın en zayıf derecesidir.”[3] buyurmuştur. Bundan dolayı iman etmiş olan insanlar yani Müslümanlar kabuklarına çekilip toplumdan bağlarını koparırlarsa, bu tüm Müslümanların da sonu demektir.
Sonuç olarak her Müslüman üzerine düşen görevi/sorumluluğu, emr-i bi’l-maruf ve’n-nehyi ani’l-münker ilkesine uygun bir şekilde hakkıyla ifa etmesi gerekmektedir. Aksi takdirde ortaya çıkacak sorunlar sadece onu değil, tüm toplumu/insanlığı olumsuz şekilde etkileyecek ve toplu bir felaket ve helaket ile karşılaşmak kaçınılmaz olacaktır. Zira bu durum “Sünnetullah” olarak Kur’an’da zikredilen Cenab-ı Hakk’ın toplumsal/sosyolojik bir kanunudur ve Allah’ın kanunlarını bir değişim de mümkün değildir.
Kıssayı rivayet edip hakikatlerini bizlere emanet eden Nu’man b. Beşir’den (ra), Rabbim ebeden razı olsun. Bizlere de bu kıssadan gerekli hisseyi alarak emanete sahip çıkanlardan eylesin. Âmîn…
Nuri Sardoğu
Siyer İlim, Kültür ve Tarih Dergisi Temmuz-Eylül 2017/3 Sayı
İrtibat ve Detaylı Bilgi İçin: 0212 550 0 571
Whatsapp Abone Hattı: 0531 660 50 18
www.siyerdergisi.com
[1] Buhârî, Kitâbü’ş-Şerike, 6.
[2] Tirmizî, 2170.
[3] Müslim, İman, 20.