Yeryüzünün en muhteşem mabedi ve her gün beş vakit yöneldiğimiz kıblenin merkezi olan Kabe’nin önündeyiz. Siyahlara bürünmüş bu kutsal yapı, büyük bir ihtişam ile kendisini okumaya gelenlerin önüne açılmış bir kitap gibidir. Bizde okumak için can atan her yürek gibi, okumaya başlıyoruz. Hz. Adem ile başlayan bir serüven, Nuh tufanı ile ortadan kayboluş, sonra Hz.İbrahim ve ailesi ile yeniden ve bir daha kaybolmamak üzere yükselen bu temeller, ne kadar da çok şey söylüyor okumayı becerebilenlere…
Hz. İbrahim’in Harran’dan başlayan yolculuğu, Mısır’ın Firavun’u karşısında hanımı Sare ile ortaya koydukları teslimiyetleri ve bu teslimiyetin kazandırdığı hicretin nazlı gelini Hacer’i… Filistin’de devam eden hayatlarını, İsmail’in doğumunu ve neticesinde kuş uçmaz kervan geçmez, toprağında tek bir ot bitmez bu ıssız çöle Hacer’in ve oğlu İsmail’in terk edilişini. Hicrî İsmail’in önüne gelip, Hatîm duvarına el sürdüğünüzde Hacer annenin eteğine dokunduğunuzu hisseder ve Hz.İsmail’in elinin üzerine el koyduğunuzu zan edersiniz. Safa tepesinde kundaktaki o güzel bebeği görür gibi olur; bu bebeğe su aramak için bir o tepeye, bir bu tepeye koşan bir annenin çabasına şahit olursunuz. Çaba insandan, netice Allah’tan ilkesinin bir tezahürü olarak kundaktaki minik İsmail’in ayaklarının altından fışkıran zemzemi görür ve bu hayat suyunu kana kana Hacer ve İsmail gibi içersiniz.
Zemzemin bu topraklara getirdiği canlılık ve insanların bu bölgeyi mesken olarak edinmelerini görür, İsmail’in gençliğe merdiven dayaması ve baba İbrahim’in verdiği sözü hatırlamasına şahit olursunuz. Baba ile oğulun Müzdelife’den Mina’ya doğru yürüyüşlerine ortak olur, kurbanlık bir koç gibi yere yatırılan İsmail’in teslimiyetini hayran hayran seyredersiniz. “Kes baba! Yoksa sen Rabbimin emrine karşımı geleceksin” diyen titrek bir sesi duyar, taşı ikiye ayıran keskin bıçağın, bir boğazı kesmediğine şahit olursunuz. Ateşe yakmayacaksın, asaya denizi ikiye ayıracaksın, balığa misafirine güzel bir mesken olacaksın, diyen otoritenin bıçağa kesmeyeceksin diye verdiği emri duyar gibi olursunuz. Adanan İsmail’in yerine bedel olarak gönderilen koçu görür, gelen elçinin; “İsmail yaşamalı, çünkü onun soyundan gelecek alemlerin sultanı” müjdesini duyarsınız.
Baba İbrahim ile oğul İsmail’in Kabe’nin duvarlarını yükseltmelerine şahit olur, Hz.Adem’den sonra yeniden inşa edilen Kabe’nin etrafında bir pervane gibi dönenleri büyük bir hayranlıkla seyredersiniz. İsmail’in babasına; “Ey Babacığım! Bir işaret koymak lazım ki; tavafın başlangıcı ve bitişi belli olsun” deyişini duyar, baba İbrahim’in: “Oğlum! Ebu Kubeys dağına git; orada bir taş bulacaksın” haberine şahit olursunuz. İsmail ile birlikte Ebu Kubeys dağına gider ve göz kamaştıran, o cennet taşı haceri beraberce bulup, getirirsiniz. Allah’ın yeryüzünde ki kamerası olacak olan Hacerü’lEsved’in tavafın başlangıç ve bitişini belirtmek üzere yerleştirilmesini görür, sonra da baba ve oğlun sağ ellerini kaldırıp; “işte biz buradayız ve sana selam veriyoruz” ikrarlarını işitirsiniz. İlahî Kudretin Hz. İbrahim’e; “Ey İbrahim! İnsanlığı buralara davet et” emrine şahit olur, dünyanın dört bir tarafından o günden başlayarak bölük bölük insanların buralara hac ve umre için geldiklerini görürsünüz. İbrahim’inde, İsmail’inde, Hacer’inde bu dünyadan ayrılışlarını hüzünle hissedersiniz.
Adnan’dan başlayıp, Mudar ile devam eden, Fihr (Kureyş), Ğalib, Kilab, Abdümenaf, Haşim ve Abdülmuttalib ile kutlu bir soy ağacının gelişimine şahit olursunuz. Yaşlı Abdülmuttalib’in gencecik oğlu Haris ile birlikte kaybolan zemzem kuyusunu beraberce arar, günlerce süren aramalar sonunda büyük bir hazinenin bulunuşunu görürsünüz. Bir anda Kureyş’in öfke dolu bakışlarla bu yaşlı babanın ve gencecik oğulun buldukları hazineleri ellerinden almak için yaptıkları saldırıları görür, alaylı bir ses ile; “Ey Abdülmuttalip! Sen neyine güveniyorsun? Bizler bir sürü adamız, sen ise sadece oğlun Haris’le yapayalnızsın. Bize bu halle karşı mı çıkacaksın?” sözünü öfke ile işitirsiniz. Yaşlı baba Abdülmuttalip’in; “Ey Rabbim! Ne olurdu bana 10 tane erkek evlad verseydin. Verseydin de; şu şakîlere karşı senin bize ikram ettiğin bu hazineleri koruyabilseydim ve yine onları senin yolunda harcayabilseydim. Eğer bana 10 erkek evlad verirsen birini senin yolunda kurban edeceğim” adağını işitir ve sonra kaybolan zemzem kuyusunun yeniden bulunuşuna birlikte sevinirdiniz. Abdülmuttalib’in 10 erkek çocuğa sahip olduğuna şahit olur, unuttuğu adağın hatırlatılmasına ve sonrasında çekilen kur’anın babaların babası Abdullah’a isabet edişine ve en sonunda da Abdullah’ın 100 deve karşılığında kurban edilmekten kurtulmasını görürdünüz.
Baba Abdullah’ın, Amine ile evlenişini, Selam kapısının hemen önünde şu an kütüphane olarak kullanılan yerde alemin en kutlu doğumunun seslerine şahit olurdunuz.
Ve daha neler neler… Eğer işitecek kulaklarımız, hissedecek yüreklerimiz ve algılayacak zihinlerimiz varsa Kabe’yi neredeyse boğacak kadar yükselen o soğuk yapılara rağmen, oralardan yükselen bu sesleri işitir; çarşı pazarda üç kuruş etmeyen Çin mallarının taliplileri olacağımıza, ayak bastığımız bu kutsal toprakları daha fazla okumanın gayretini verirdik.
Muhammed Emin YILDIRIM