Sözün Sultanı olan Efendimiz (a.s.) içerisinde bulunduğumuz bu mübarek ayın otuz gününü üç eşit parçaya ayırarak; “başı mağfiret, ortası rahmet, sonu ise cehennemden kurtuluş vesilesidir” diyerek, bizlere bu günlerin nasıl bir potansiyel taşıdığını haber verir. Her yönü ile ilahî bir fırsat ve ikram olan bu günler, Efendimiz’in (a.s.) belirlediği yön çerçevesinde geçirilmeli ve ihya edilmelidir.
On bir ayın sultanı olan Ramazan’ın şu an başlarında, yani mağfiret günleri içerisindeyiz. Mağfiret; Allah’ın kullarına olan en büyük nimetidir. Yazgısı kirlenmek olan beşerin; günah ve cürümlerinin boyutuna bakmadan, onları örtmesi, gizlemesi, açığa çıkarıp insanı alçaltmamasıdır. Esmaü’l Hüsna içerisinde geçen; Gafir, Gafur ve Gaffar ism-i celileleri mağfiretin müjdesini, biz günahı meslek haline getirmiş kullara vermektedir. Ama burada çok önemli bir nokta var ki; o da, mağfiretin oluşması için kulun istiğfar vesilesini kullanmasıdır.
Yukarıda saydığımız üç esma-i ilahiye, mağfiret ve mağfiretin gerçekleşme sebebi olan istiğfar hepside aynı kökten gelen kelimelerdir. Tüm bu kelimeler; Ga-fa-re kökünden türetilmiştir. Bu kökün anlamı konusunda sözlüklerimiz genelde şunları söylerler: “Örtmek, üzerini kapamak, çirkinlikleri güzelleştirmek, hataları görmemezlikten gelerek, bağışlamak.” Bu anlamlardan dolayı Araplar savaşlarda başı darbelerden korumak için giyilen başlığa; miğfer, başı sıcaktan korumak için örtülen başörtüsüne ise; gaffare derler. İmam Beyhaki ise; Ga-fa-re kökünün en temel anlamının; yaraların üzerine sürülüp, iyileştirmesi için kullanılan bir bitkiden geldiğini söylemektedir.
Bu anlamlardan yola çıkarak, mağfiretin kazanılma vesilesi olan istiğfar kelimesini daha iyi anlıyoruz. Buna göre istiğfar; insanın bünyesinde var olan her türlü günahın, hatanın ve kötülüğün önce teşhisi, sonra ise onlardan vazgeçme yolunda karar verişidir. Dolayısı ile istiğfar; insanın kusurlarını itiraf etmesidir. Bu ise şeytanın belini kırmaktır. Çünkü şeytanın insan ile savaşının en önemli alanı, insana kusurlarını göstermemesi, yaptığı tüm yanlış ve hataların meşruiyet zemininde olduğuna ikna etmesidir. Şeytanın bu telkinlerine kapılan bir insan, işlediği hata ne kadar büyük olursa olsun hiçbir zaman bunun farkına varamayacak, dışarıdan kendisine yapılan her uyarıyı ise savunma refleksi içerisinde, kendisinin haklılığını ispat için içerisinde bulunduğu yanlışlarının avukatlığını yapacaktır.
Bundan dolayı istiğfar çok önemlidir. Zaten bu öneminden dolayı bir revizyon, tamir ve yenilenme ayı olan Ramazan’ın ilk on günü mağfiret günleri olarak belirlenmiştir. İnsanın kendisini inşa etmesi, öncelikle bünyesinde var olan günah enkazını temizlemesi ile mümkündür. Enkazın üzerine bina edilecek hiçbir yapı sağlam olamayacağı gibi, mümkünde olamayacaktır. Hal böyle iken her insan bünyesinde bulunan her türlü günahını istiğfar ile itiraf etmeli, ortaya dökmeli, hatalarını ve kusurlarını en büyük sırdaş olan Rabbine açmalıdır. Bu itiraf istiğfarın mağfirete dönüşme süreci olan tevbeyi de hızlandıracaktır. Her ne kadar istiğfar ile tevbeyi biz birbiri yerine kullansak da, aslında ikisi aynı şeyler değil, birbirini tamamlayan iki farklı haldir. İstiğfar, günahları itiraf edip, bunlardan yüz çevirmeye karar vermek, tevbe; o günahların yerini alacak iyiliklere yönelmektir. İstiğfar; bünyede var olan enkazı görüp, o enkazı ortadan kaldırma yolunda gayret etmek, tevbe ise; kaldırılan o enkazın yerine sevap ve iyiliğe insanı götürecek doğru şeyleri inşa etmektir.
İşte Ramazanın bu mağfiret günlerinden istifade etmenin yolu istiğfar ile tevbeye sarılmaktır. Zaten Rabbimizin bizden istediği de bu değil midir? O (c.c.) melekleşen insanlar değil, günah işledikten sonra, o günahı itiraf edip, eşiğine baş koyacak kullar istemektedir. O (c.c.) bizi bizden daha iyi bilendir. Bizlerin zaafiyetlerini, kusurlarını, hatalarını, aciziyetlerini ve çaresizliklerini çok iyi bilmektedir. Bildiği için de, bizden hiç günah işlememeyi değil, günahtan sonra istiğfar ve tevbe etmemizi beklemektedir.
O halde bu mağfiret günleri bize sunulmuş ilahî bir ikramdır. Aklı olan bu ikramı kabul eder ve gereklerini yerine getirir.
Unutmayalım ki; Adem istiğfar ve tevbe ile adam oldu. Şeytan ise; günahına meşruiyet kazandırma gayreti ile iblis oldu. Öyleyse Ramazan ayı ile adam olmaya ne dersiniz?
Muhammed Emin YILDIRIM