Büyüklüğü muharipliğine yetmez fakat. On üç yaşına geldiğinde Bedir kapısı aralanmış, savaşa katılmak isteyince Hz. Peygamber, yaşı küçük diyerek geri göndermiştir onu.
Bir yıl sonra bu defa Uhud kapısı aralanmıştır inancının sınavını vermek isteyenler için. İşte o zaman yaşıtlarıyla beraber bir kez daha Hz. Peygamber’in huzuruna koşmuştur. Yalnız çocuklar değil aileleri de ısrarcıdırlar bu kez evlatlarının muharebeye katılmaları için. Resûlullah (sas) takdirkâr bir bakışla süzmüştür onları ve bu savaşa da katılamayacaklarını bildirmiştir onlara. Fakat o da ne, Rafi’ b. Hudeyc isimli bir çocuk elindeki mızrağını atik hareketlerle çevirerek Hz. Peygamber’e yaklaşmakta ve “Gördüğünüz gibi atıcıyım ben / Ustayım bu işte izin verin bana artık,” diyerek müsaade istemektedir O’ndan.
Hz. Peygamber bu çocuğun kahraman duruşundan etkilenmiş ve rıza göstermiştir ona savaşa katılması için. Diğer çocuklardan Semure b. Cundeb öne çıkmıştır bu kez. Elini sallamaktadır edeple arkasından gitmek için Rafi’nin. Gülümsemiştir Resûl haline delikanlının, izin vermiştir ona da savaşmak için. On beş yaşındadır Rafi’ ve Semure. Yaşlarından heybetli bedenleri vardır.
Geriye kalan altı delikanlıdan biridir Zeyd b. Sâbit. Ne kadar çabalasalar da Hz. Peygamber savaşa katılmaları için izin vermemiştir onlara. Yaşları küçük bedenleri zayıftır. Bir dahaki gazve için beklemeleri gerekmektedir. Onlara da izin verilecektir, yeter ki sabırlarını ve inançlarını korusunlar. Yine de güçlerine göre bir sorumluluk yüklenebilir onlara özgüvenlerini ayakta tutmak için: Şehirde kalanları koruma görevi.
İki yıl sonra Hendek Savaşı’nda gelir sırası Zeyd’in. On altı yaşındadır ve canla başla taşımaktadır kazılan hendeklerden toprağı. Onun gayretini gören Hz. Peygamber (sas) bir kez daha takdirini ifade etmekten geri durmaz: “Ne kadar iyi bir çocuk!” Ve ona yeni sorumluluklar armağan eder. Bunlardandır Hayber’in fethinde Müslümanların sayısını belirleme görevi.
Fakat asıl sorumluluğu Kur’ân’ın hıfzıyla başlamıştır Zeyd’in. Çocukken ezberlediği surelerle yetinmez, Hz. Peygamber zamanında Kur’ân’ın tamamını hıfzeden dört kişiden biri olur. Sayıları kırka varan vahiy kâtiplerindendir o aynı zamanda. Vahyi her yazı bilen sahâbîye yazdırmayan Hz. Peygamber, kâtiplik göreviyle onurlandırdığı sahâbîlerin arasına Zeyd’i de katmıştır. Okuma yazmayı Bedir’de Mekkeli esirlerden öğrenen Zeyd, gün gelmiş hatırı sayılır fakih sahâbîlerin içinde anılmaya başlanmıştır.
Kur’ân’ın inananlara verdiği ilk anahtar “Oku”dur. Dahası bir başka âyette kaleme ve yazdıklarına yeminle bir anahtar daha lutfedilmektedir müminlere. Bilgi edinme ve onu korumanın anahtarlarıdır bunlar. Hz. Peygamber’in Zeyd b. Sâbit’i istihdam ettiği alanlardan biri de mütercimliktir bu bağlamda. Görüşme ve yazışmalarında güvenilir bir tercümana ihtiyacı olan Allah’ın elçisi, Zeyd b. Sâbit’ten İbranice ve Süryanice öğrenmesini istemiş, “Zeyd sen Yahudilerin yazısını öğren. Çünkü mektuplarımızı Yahudilere teslim edemeyiz” buyurmuştur. Kısa sürede büyük bir çabayla bu dilleri öğrenen Zeyd, zaman içinde bildiği diller arasına Farsça, Rumca, Kıptîce ve Habeşçeyi de katmıştır.
Kâinatın Efendisi’ne o kadar bağlıydı ki Zeyd, her sabah namazı öncesi huzura varıyor, yapılması gereken şeyleri yerine getirdikten sonra Hz. Peygamber’in arkasındaki safta yerini alıyordu. Bir keresinde seher vakti Resûlullah’ın (sas) hurmayla oruca hazırlandığını görmüş, “Gel beraber yiyelim,” daveti üzerine o birkaç hurmayı orucunun azığı etmişti o da.
Zeyd b. Sâbit pek çok sahâbî gibi hayatın sınırlı bir alanında ömrünü geçirmedi. Yalnız Resûlullah zamanında değil, O’nun irtihalinden sonra da kendisine düşen sorumlulukları yerine getirmekte tereddüt etmedi. Hz. Ebû Bekir, Hz. Ömer ve Ebû Ubeyde gibi muhacirlerin ileri gelenleri Hz. Peygamber’in defin işleriyle uğraşırken ensardan bir grup sahâbî toplanmış Sa’d b. Ubâde’yi halife olarak seçmeyi önermişler, onlara karşı çıkan Zeyd tarihi bir sözle olası bir fitnenin önünü kesmişti: “Resûlullah muhacirlerdendi. Biz nasıl O’nun yardımcıları idiysek şimdi de muhacirlerden seçilecek bir imamın yardımcıları olmalıyız.”
Hz. Ebû Bekir devrinde Yemame’de ortaya çıkan peygamberlik iddiasındaki Yalancı Müseylime’ye karşı verilen savaşta da yerini almış, bir ok yarasıyla dönmüştü bu savaştan Zeyd. Fakat bu yaradan daha derini, Yemame harbinde yetmiş hafızın şehadetinin açmış olduğu yaraydı. Hz. Ömer’e göre böyle birkaç savaş cereyan etse, Kur’ân’ı kaybetme tehlikesi baş gösterebilirdi.
Konuyu Hz. Ebû Bekir’e açtı Hz. Ömer. Ondan Kur’ân’ın toplanması için emir vermesini rica etti. Ancak Hz. Ebû Bekir, Hz. Peygamber’in zamanında yapılmayan bir işi yapmakta tereddüt ediyordu. Hz. Ömer’in ısrarları sonunda Hz. Ebû Bekir de ikna oldu bu hususta ve Zeyd b. Sabit’i Ömer’in de bulunduğu bir meclise çağırarak, “Sen genç ve akıllı bir adamsın. Şaibeli hiçbir halin olmadı. Resûlullah’ın (sas) sağlığında onun vahiy kâtibiydin. Kur’ân bütün ayetlerini bulup toplamak sana düşer.”
Zeyd hemen kabul etmedi emri. Hz. Ebû Bekir’in ilk düşüncesi onda da oluşmuştu. Peygamber’in yapmadığı bir şeyi yapması isteniyordu kendisinden. Hem de ne büyük bir iş! Vazifenin zorluğuyla ilgili şunları söylüyordu etrafındakilere: “Vallahi, bir dağın yerini değiştirmekle beni sorumlu tutsalardı, Kur’ân’ı toplama sorumluluğundan daha ağır olmazdı.”
Sonunda Zeyd de Hz. Ebû Bekir gibi ikna olmuş, Kur’ân-ı Kerîm’i cemetme çalışmalarına başlamıştı. Kur’ân’ın bir kısmının Mekke’de, diğer kısmının Medine’de nazil olması dolayısıyla âyetlerin dağınık bir halde bulunuşu işi zorlaştırıyordu. Üstelik deri, kumaş, hurma yaprağı, taş ve kemik levhalar üzerine yazılmıştı metinler. Kendisinin bu işi yapacak heyetin başına geçirilmesinin nedeni, Medine’de vahyolunan çoğu ayetlerin onun tarafından kayda geçirilerek yanında muhafaza ediliyor olmasıydı. “Bunun üzerine levhalardan, taş parçalarından, kemiklerden, hafızların sinesinden Kur’ân’ı toplamaya başladım. Nihayet A’râf suresinin son ayetlerini Ebû Huzeyme el-Ensârî’de buldum,” diyordu Zeyd ve ayetlerin sıralaması için hafızların hıfzına başvuruyordu.
Kendilerinde Kur’ân metinleri olanlar, bunların âyet olduğuna şahitlik edecek iki kişiyle heyete başvurmak zorundalardı. Heyet, sahâbîlerin getirdiği metinleri hafızların ezberiyle karşılaştırdıktan sonra kayda geçiriyordu. Böylece Kur’ân eksiksiz olarak toplandı ve başta Hz. Ebû Bekir, Hz. Ömer ve Hz. Ali olmak üzere sahâbenin onayını aldı. Derlenen metne Abdullah b. Mes’ûd’un önerisiyle “el-mushaf” adı verildi.
Sorumluluğunu yerine getirerek mushafı Hz. Ebû Bekir’e teslim etti Zeyd. İşte o mushaftı, Hz. Ebû Bekir’in ahiret yurduna irtihalinden sonra Hz. Ömer’e, daha sonra da müminlerin annesi Hz. Hafsa’ya emanet edilen. Hz. Osman zamanında ise mevcut nüsha Hz. Hafsa’dan alınarak Zeyd b. Sabit, Abdullah b. Zubeyr, Said b. el-Âs ve Abdurrahman b. Hâris’ten oluşan bir heyet tarafından çoğaltılarak İslam beldelerine gönderilmişti.
Hz. Ömer, halifeliği döneminde İslam hukuk sistemini oluşturmaya başlamış, Zeyd b. Sâbit’i Medine kadısı olarak atamıştı. Übeyy b. Kaab’la arasındaki bir ihtilafı çözümlemek de Zeyd b. Sabit’e düşmüştü bir seferinde. Davalı ve davacı geldiğinde Zeyd, Hz. Ömer’e yanında yer açarak buyur edince halife tepki göstererek, “İşte insafsızlığın başlangıcı budur. Sen şimdiden haksızlığa başladın. Ben ancak davacımla yan yana otururum,” demiş, Zeyd bunun üzerine onları yan yana getirerek bozulan dengeyi yeniden sağlamıştı.
Hz. Ömer’in kuşkusu yoktu aslında Zeyd’in adaletinden. Gelecek zamanların kadılarına işaret vermek istiyordu belli ki. Aksi halde hacca ve Şam’a gittiğinde yerine vekil bırakmaz, devlet hazinesinin başına geçirmez, Yermük Savaşı sonrası ganimetleri taksim ettirmezdi ona. Hz. Osman da Hz. Ömer’in bu uygulamasını benimsemiş, hac zamanı onu yerine vekil bırakmıştı. Zor zamanlarında Hz. Osman’ın yanında olmuştu Zeyd. Evi kuşatıldığında halifenin evine girdi, dışarıdaki muhasaracıları yatıştırmaya çalıştı ve “Ey ensâr! Siz Allah’ın yardımcıları olunuz!” diyerek korumaya çalıştı onu. Zeyd’le adalet öylesine özdeşleşmişti ki dört halifenin Medine Kadısı’ydı o.
Zeyd b. Sâbit, “Kim ki bu hayatta âhireti gözetir, Allah Teala onu derler, toplar ve kalbini zenginleştirir. Dünya her şeyiyle onun emrine girer. Yalnız dünyayı gözetense perişan olur ve yoksulluk ve sefalet yanını gösterir ona dünya…” diyor, bu ölçüyle değerlendiriyordu insanı.
Abdullah b. Ömer, Şam’dan gelen bir adamdan satın aldığı zeytinyağını oracıkta bir başkasına satıyordu ki, el ele tutuşmuş pazarlığı bitirirken kolunu birisi tuttu arkadan. Dönüp baktığında karşısında Zeyd b. Sâbit’i gördü Abdullah. Şöyle diyordu kendisine: “Bir şeyi satın aldığın yerde hemen satma. Malı önce al ve bir başka mekânda sahiplen. Bu muameleyi Resûlullah yasaklamıştır.” Bu söz üzerine İbn Ömer alışverişten vazgeçmişti.
Her haliyle hürmeti hak ettiği halde böyle bir beklenti içinde olmadı hiç. Bineğine yöneldiğinde, İbn Abbas dizgini tutarak Zeyd’in binmesine yardım etmek isteyince “Yapma ey Resûlululah’ın amcasının oğlu!” diye itiraz edecek oldu bir seferinde de bunun üzerine İbn Abbas Hazretleri, “Olmaz, biz âlimlerimize böyle yaparız,” dedi.
Hicretin 45. senesinde 55- 56 yaşlarında vefat etti Zeyd b. Sâbit. Hicaz Valisi Mervân b. Hakem’in kıldırdığı cenaze namazında Abdullah b. Abbas, Sa’d b. el-Müseyyib gibi birçok sahabî ve tabiînin büyükleri hazır bulunmuş, Ebû Hüreyre, gözyaşları içinde “Ümmetin en büyük âlimi öldü,” demişti. Nihayet şu mısralar dökülmüştü Hassan b. Sâbit’in kaleminden:
“Hassan’la oğlundan sonra nereden yetişecek onlar gibi şairler
Ya Zeyd b. Sâbit’in ölümünden sonra manayı çözecek kimdir.”
A. Ali Ural
Siyer İlim, Kültür ve Tarih Dergisi Nisan-Haziran 2017/2 Sayı
İrtibat ve Detaylı Bilgi İçin: 0212 550 0 571
Whatsapp Abone Hattı: 0531 660 50 18
www.siyerdergisi.com
Kaynakça
İbn Sa‘d, et-Tabakat, II.
İbn Kuteybe, el-Ma‘ârif .
Hâkim, el-Müstedrek, II
İbn Asâkir, Târîhu Dımaşk, XIX
İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-ğabe, II
Zehebî, A‘lâmü’n-nübelâ, II
İbn Hacer, el-İsâbe, I
Muhsin Demirci, “Ebû Abdurrahman es-Sülemî”, DİA, X
Ali Bardakoğlu, “Ferâiz”, DİA, XII.