Miraç Gecesini ihya etme ve o rahmet rüzgarlarından nasiplenebilmek adına gerçekleştirdiğimiz Miraç Gecesi Özel programımız Siyer Vakfımızda, yoğun bir katılımla icra edildi.
Hafız Mustafa Yahya Akan’ın Kur’an-ı Kerim tilavetiyle başlayan programımızda, Ammar Acarlıoğlu ve çocuk koromuz da çocuklara özel olarak hazırlanan Miraç konulu “Semalara Yolculuk Miraç” parçasını seslendirdiler.
Ardından söz “Miraç Beldesinin Yiğitleri” konulu konferansını yapmak üzere Muhammed Emin Yıldırım Hocamıza tevdi edildi. Hocamız konferansında Peygamber Efendimizin Miraç hadisesi yaşanana kadar Mekke’de yaşadığı zorlukları ve yalnızlığa terk edilişine değinerek, günümüz dünyasında Miraç’ın mekanında yalnızlığa terk edilen Filistinli kardeşlerimizi nazarlarımıza verdi.
Programımız gönderilen hatimler, ezkar ile birlikte yine Muhammed Emin Yıldırım Hocamızın yaptığı dualarla nihayete erdi.
Programdan Notlar
Filistin’i, çevresi mübarek kılınan o toprakları konuşmak çok da kolay değil. Çünkü söz bitti ve şimdi eylemin ve amelin zamanı. Ama gelin görün ki ümmet-i Muhammed’in amel yapmaya imkanı da feri de tükenmiş vaziyette.
Geçen sene, 6 Şubat depreminde 11 şehrimizin doğrudan etkilendiği ve binlerce canımızın gittiği bir sürecin akabinde Miraç gecesine kavuşmuştuk. Bu sene de 7 Ekim’den beri Gazze’de devam eden bir sürecin içerisinde Miraç gecesine kavuştuk.
İsra ve Miraç hadisesi, Siyer’in içerisinde okuduğumuz ve nübüvvetin 11. yılında gerçekleşen önemli bir olaydır. Kur’ân-ı Kerîm’e baktığımızda; İsrâ sûresinden İsrâ olayını, Necm suresinde de Miraç olayını okuyabiliyoruz. Hadislere baktığımızda da Efendimiz’in (sas) dilinden hem gece yürüyüşünü hem de semaya yükselişini çok farklı boyutlarıyla öğrenebiliyoruz.
İsrâ ve Miraç olayı; 23 yıllık nübüvvet hayatı içerisinde tam ortada yani 11. yılda gerçekleşmiştir. Bu 23 yıllık hayatın yarısı olan ilk 11 yılını bir kelimeyle ifade edecek olursak; o kelime yalnızlık kavramıdır.
Efendimiz’in (sas) nübüvvetin ilk 11 yılı yaşamış olduğu o kadar acı imtihanın neticesinde, İsrâ ve Miraç olayını yaşamasının şöyle bir mesajı var: “Eğer arz sana sahip çıkmazsa ey Muhammed (sas); Allah (cc) arşın kapılarını sana açar ve seni arşa yükseltir.”
Gazze ve yalnızlık dediğimizde, bu iki kelimenin çok uyumlu olduğunu görürüz. Biz oradaki o güzel insanları 120 gündür yalnız bıraktık.
Filistin, 1948’den beri o terör şebekesinin ne kadar cani ve acımasız olduğunu yaşayarak görüyor. Ancak son 14 senedir bu muameleyi ve ambargoyu daha yoğun bir şekilde yaşıyorlar. Gazze’nin ambargosu 120 gün önce başlamadı. Gazze, 14 yıldır Şib-i Ebî Talib’i yaşıyor.
Miraç; o günün insanına yani sahâbeye ve Efendimiz’e (sas) bir teselli, bir umut, bir şifa gibi geldi. İnşallah, bize de depremde etkilenen kardeşlerimize de Gazze’deki kardeşlerimize de böyle gelsin.
Bir sahâbî efendimizi detaylı okumak istiyorsak, bu konuda müracaat edeceğimiz 5-6 temel kaynağımız var. Bu kaynaklardan bir tanesi; İbn Hacer el-Askalânî’nin el-İsâbe fî Temyîzu’s-Sahâbe eseridir. İbn Hacer, hadislere de konu olan bir bölge olan Askalân’dan, yani Filistlinli olan bir alimimizdir. Askalan, günümüzde İsrail’in işgali altında olan bir liman kentidir.
İbn Hacer, bu önemli eserinde 12.304 şahsı anlatır. Bu kitaplardaki tabloları okuyunca, bazen bu hayatların bir kez daha yaşanıp yaşanamayacağı konusunda düşünüyoruz.
Bugün İbn Hacer’in torunları olan Gazzeliler, yeni bir kitap yazdılar. Yazdıkları kitabın adı ‘el-İsâbe’ değil, o kitabın adı ‘el-İzze’ yani izzet kitabıdır. Ve bir de o kitabın altında şöyle bir cümle yazıyor: ‘Ehlu’l-Gazze Ehlu’l-İzze’ yani ‘Gazze ehli, izzet ehli’. Şu an Gazze halkı, 120 gündür sahâbenin el-İsâbe’de anlatıldığı menkıbeleri gibi, faziletleri gibi destan üzerine destan yazıyorlar.
Sâlim Mevlâ Ebû Huzeyfe ve Ebû Huzeyfe (ra) iki yakın arkadaşlar. Bir savaş sırasında aralarında konuşuyorlar ve biri diğerine şunları söylüyor: “Kardeşim! Sen, benden önce şehadete yürüyorsun. Ne olur benden önce cennete gittiğinde Resûlullah’a (sas) selamımı söyle ve ona asla ihanet etmediğimi, beni nasıl bıraktıysa o halde olduğumu ve senin arkandan geldiğimi söyle!”
Bu zor tablonun aynısını, bugün Gazze’de görüyoruz. Bir baba, kucağındaki vefat etmiş 3-4 yaşındaki çocuğuna şöyle hitap ediyor: “Yavrum! Resûlullah’a (sas) selamımı söyle! Ben seni onun davasına kurban ettim.”
Tablo aynı tablo ve sahâbenin teslimiyeti ile Gazze’deki insanların teslimiyeti arasında hiçbir fark yok.
Biz kaynaklarımızdan ümmetin emini olan Ebû Ubeyde b. Cerrâh’ı (ra) okuyoruz. Onun en önemli özelliği; emin olmasıdır. Bugün de Gazze’de birisi çıktı, künyesi Ebû Ubeyde ama adını çoğumuz bilmiyoruz ve 120 gündür cihat bölgesinde olmasına rağmen; hiçbir mübalağa yapmadı ve tek bir yalan söylemedi. Aynen adını taşıdığı Ebû Ubeyde b. Cerrâh (ra) gibi; yanıltmadan, mübalağa etmeden, hakikatleri konuştu ve tek bir parmağıyla, halkı Müslüman olan 57 devlet liderinin yapamadığını yaptı.
Hayır kime nasip olur?
Niyetleri selîm olanlara,
Kazançları helal olanlara,
Usûlleri doğru olanlara.
Eğer hayır, bu üç şartı taşıyanlara nasip olacaksa; Kudüs’ü yüreğinde gerçekten taşıyana bu iş nasip olacak.