Mucize; Allah’ın peygamberlerine hidayet, nusret/yardım veya inkârcıları helak etmek amacı ile verdiği bazı ikramlardır. Bu ikramlar bazen hissi olabilir; yaşanan zaman ve mekân ile sınırlı kalabilir. Bazen haberi olabilir; yakın ve uzak gelecekte olacak bazı hadiselerin nasıl gerçekleşeceği yönünde bilgiler verebilir. Bazen de aklî olabilir; buna bilgi mucizesi de denir, zaman ve mekân üstü bir içerik taşıyabilir; ilk gün mucize olduğu gibi, son güne kadar da mucize olma özelliğini devam ettirir. İşte Efendimiz’e (s.a.v.) bahşedilen mucize böyle bir mucize idi ve bu Kur’an’dan başka bir şey değildi.
İlahî vahyin Allah Resulü’ne verilmiş en büyük mucize olduğuna herhalde hiç kimsenin itirazı olmaz. Ama bu noktada şu soruyu sorma hakkımız vardır: “Kur’an’ı en büyük mucize kılan sebep nedir?” Bu soru çok önemlidir ve doğru cevaplar bulmamız, bize ilahî kelamın değer ve kıymetini öğretecektir. Bu soruya cevap bulma amacı ile Kur’an üzerinde araştırmalar yaptığımız zaman görürüz ki; Kur’an’ın bir değil, binlerce mucizesi vardır.
Mesela; 23 yıllık bir zaman diliminde tedricen inmesine rağmen içerisinde hiçbir çelişkinin olmaması, lafız-mana dengesinin insanı hayret içerisinde bırakacak boyutta olması, mesajları ile toplumun her kesimine hitap edebilmesi, akılları ikna ederken yürekleri de tatmin etmesi, belli bir zamandan ve belli muhataplara konuşmasına rağmen evrenselliğini muhafaza edebilmesi, nazım, nağme ve tenasübü ile işitenleri adeta büyülemesi, korunmuşluğu, eşsiz belağat ve fesahati, söz sultanlarına söz söylemeyi bıraktıracak kadar sözü yerinde ve güzel kullanabilmesi ve daha neler neler vahyin mucizelerindendir.
Yine Kur’an’ın en büyük mucizelerinden biri de inşa ettiği ilk ve örnek nesil olan sahabedir. Dolayısı ile sahabe Efendimiz’in, Kur’an’ın elmas kılıcı ile oluşturduğu mucize bir nesildir. Belki bu biraz sizlere mübalağalı gelebilir ama bu iddianın tek ve ilk sahibi bu aciz değildir. Fıkıh usulü sahasında yazdığı “En-vârü’l-burûk fî envâi’l-furûk” adlı eseri ile haklı bir otorite kazanan Maliki Fakihi el-Karafi, Hicri 7. yüzyılda kaleme aldığı eserinde sahabe neslinin mucize bir nesil olduğunu şöyle belirtir: “ Ve kâle ba’du’l-usûliyyin, lev lem yekün li Resûlillahi sallallahu aleyhi ve selleme mü’cizetün illâ ashâbehü le kefevhü fî isbati nübüvvetihi.” Yani; “ Bazı usul alimleri derler ki: Eğer Efendimiz’in nübüvvetinin delili olarak sahabe neslinden başka hiçbir şey ortada olmasaydı, sahabenin varlığı bile tek başına buna delil olmak için yeterdi.”
Görüldüğü gibi Karafi’nin bu sözü bize sahabe neslinin mucize bir nesil olduğu gerçeğini duyurmaktadır. Bundan dolayı şu iddiayı rahatlıkla dile getirebiliriz: “Efendimiz’in en büyük mucizesi Kur’an, Kur’an’ın en büyük mucizelerinden biri de sahabe neslidir.”
Peki, böyle bir iddianın bizim dünyamıza bakan bir yönü var mıdır? Sahabenin mucize bir nesil olduğunu söylemek, bugünün dünyasında bize nasıl bir fayda sağlayacaktır? İşte asıl cevabını bulmamız gereken sorular bunlardır ve bu sorulara bulacağımız cevaplar, bizim karanlık dünyamızı aydınlatacaktır.
Şu temel hakikati unutmayalım ki, sahabenin mucizevî bir nesil olması Kur’an sayesinde olmuştur. Efendimiz (s.a.v.) cahiliyenin zifiri karanlığını, vahyin nuru ile aydınlatmış, diri diri kız çocuklarını toprağa gömecek kadar insanlıktan çıkmış bir topluluktan, karıncaya basmamak için gayret gösteren bir nesil inşa etmiştir. Onları inşa eden tek ve en önemli kaynak, Kur’an’dır. Dolayısı ile Kur’an, içerisinde muhataplarını değiştiren ve geliştiren bir potansiyel taşımaktadır. İşte bugün Kur’an’ın dostlarından daha fazla, onun düşmanlarının farkında olduğu bir gerçek olan bu potansiyel, tüm canlılığı ile halen varlığını devam ettirmektedir. Zaten dünya istikbarini korkutan ve endişeye düşüren de bu değil midir?
Bugün tüm halkı Müslüman olan ülkeleri dikkate aldığımızda, askeri, ekonomik, siyasi ve teknoloji sahasında egemen güçleri rahatsız edecek boyutta bir potansiyele sahip olunmamasına rağmen, yine de baş düşman olarak İslam’ın görülmesi başka ne ile izah edilebilir ki? Onlar bizden, bizim çokluğumuzdan ziyade, elimizde olmasına rağmen farkına varamadığımız Kur’an’ın bu muhteşem potansiyelinden korkuyorlar. Onlar çok iyi biliyorlar ki; tarihte bir kez olan, bir daha olur. Eğer tarih eşkıyadan sahabe, katilden veli, nesneden özne olan bir topluluğun Kur’an’ın elmas kılıcı ile ortaya çıktığını yazmışsa ve 1500 yıldır halen yazmaya da devam ediyorsa, onların İslam’dan korkmalarını çokta yadırgamamak gerekiyor.
Onların bu korkuları bir tarafa, bize düşen bu büyük sermayenin farkına varıp, yeniden mucizevî nesiller oluşturmanın gayretini ortaya koymaktır. Ancak böyle bir gayret bizi dünyada izzete, ahirette ise cennete taşıyacaktır.
Muhammed Emin YILDIRIM