Sözün Sultanı, toplum içerisindeki en hayırlı insanların kimler olduğunu belirtirken der ki: “Sizin en hayırlınız Kur’an’ı öğrenen ve öğretenlerinizdir.” (Buhari, Fedâilü’l Kur’an 31) Bu müjdenin içerisine dahil olmak için yaklaşık üç aydır hem öğrenenler, hem öğretenler yazın sıcağına aldırmadan, mekanları doldurup, Allah’ın kendilerine en büyük tenezzülü olan ilahî Vahyi öğrenme çabası verdiler. Yaşları 4 ile 12 arasında olan bu minik yavrular, eğitim adına zihinlerine doldurulan gereksiz bilgileri, vahyin altınoluğunun altında yıkayarak, yepyeni bir zihin ve bilinç kazandılar.
Öncelikle çocuklarının Kur’an eğitimine önem veren, bunu en az okulları kadar önemseyip gayret gösteren, tüm anne ve babaları kutluyorum. İnşallah bu ebeveynler çocuklarına olan hassasiyetlerini okul dönemlerinde devam ettirip, bunu sadece yaz ile sınırlandırmayacaklar, hiç değilse haftada bir evlerinde oluşturacakları Kur’an medresesiyle hem kendilerini, hem çocuklarını vahyin ışığı altında aydınlatacaklardır.
Bu anne ve babalara Efendimiz’in (a.s) vermiş olduğu şu müjdeyi de duyurmak istiyorum. Mahşer gününde tüm defterler dürülüp, hesaplar yapıldıktan sonra, bazı anne ve babalara bakanların gözlerini kamaştıracak taçlar giydirilecektir. İnsanlar bu taç sahiplerini merak edip, onlara; bu tacı nasıl elde ettiklerini soracaklar. O anne ve babalar diyecekler ki: “Biz Kur’an’ı okuyan ve o okuduklarıyla amel eden evlatlar yetiştirdik. İşte bu taç bizlere yaptığımız bu salih ameller karşılığında verildi.” (Ebu Davud, Vitr, 14)
Böyle bir ödüle talip olmak, tüm anne ve babaların en büyük arzusu olmalıdır. Ümit ediyoruz ki ana ve babalarımız çocuklarının ebedi istikballeri için verdikleri bu gayretlerle hem kendilerini, hem çocuklarını mutlak necata (kurtuluşa) erdirirler.
O minik yavruları da kutluyorum. Onların, günahsız dilleriyle ilahî kelamı okumaları değil beni, melekleri bile kıskandırmaktaydı. O minicik yürekler, bir taraftan ilahî kelamı o güzel sesleriyle süslerlerken, bir taraftan da vahyin mesajlarını öğrenmeye gayret edip, çaba harcıyorlardı. Şehitlik ve şehadeti öğreniyor, belki çoğu manalarını anlamasa bile “Şehit tahtında Rabbe gülümser” diyor, “Adın için yaşamak” andını içiyor “Güller Sultanına selat ve selamlar” gönderiyorlardı. Geleceğimiz ve umudumuz olan yavrularımızı böyle kutsî hakikatleri dile getirmelerini görmekten dolayı seviniyor, gözlerimizin aydınlığı olan çocuklarımızın, “Kur’an’ın insanı” olmalarını, kelamın sahibinden niyaz ediyoruz.
Bu başarının asıl sahipleri olan tüm Kur’an öğretmenlerini de kutluyorum. Onlar ecirlerini / ücretlerini Allah’tan bekleyerek, bir çoğu hiçbir maddi karşılık almadan üç aydır gece-gündüz demeden çalışıp, yavrularımızın yürek ve zihinlerine kelam-ı ezeliyi nakşettiler. Bu Nakkaşlar önlerinde duran safî gönülleri çok iyi tanıyor, onlara verilecek eğitimin ömürlerinin sonuna kadar unutulmayacağını da çok iyi biliyorlardı. Çünkü bu mualimler “Ağaç yaşken eğilir” ilkesine uyuyorlardı. Arap bir atasözünde bu hakikat şöyle dile getirilir: “Et-Ta’allemü fi siğar ke nakşî fi’l hacer, et-ta’allemü fi kibâr ke nakşî ala’l mâ” “Küçüklerin eğitimi taşın üzerine nakşetmek gibidir, büyüklerin eğitimi ise su üzerine yazmak gibidir.”
Küçüklükte öğrenilen bilgilerin unutulmaması, yıllar geçse bile zihinden silinmemesi herkesin malumudur. Ama yaş ilerledikçe zihin yığınla gerekli-gereksiz bilgilerle dolunca, artık insan öğrenilen hiçbir şeyi hatırda tutamıyor, aynen suyun üzerine yazılan yazı gibi, hemen kaybolup siliniveriyor.Ama çocukların öğrendikleri bilgiler ise taşın üzerindeki nakışlar gibidir. Yıllar geçse de unutulmaz, eksilmez, kaybolmaz. Bunun için çocuk eğitimi çok önemli ve gereklidir. İşte üç aydır Kur’an öğretmenlerimiz ellerinde hikmet kalemleri, önlerinde minik zihinler, o kalemlerle vahyin bilinç ışıklarını, o körpe zihinlere nakşettirmeye çalışıyorlardı. Onların ziyadesiyle görevlerini yerlerine getirdiklerine inanıyor, bu kıymetli çabalarından dolayı onlara imreniyorum.
Unutmayalım ki değerli şeyler uğruna verilen çaba da değerli, o çabayı verenler de değerlidir. Hele bu çaba sönmez ve söndürülmez bir Nur olan Kur’an’ın öğretimi ve anlaşılması yolundaki çaba ile alakalı ise o daha da değerlidir.
Bu kitap uğruna kimler nelerini vermediler ki? Kimi canını, kimi kanını, kimi malını, kimi de terini verdi. Biz biliyoruz ki bu çağın Müslümanları olarak kusurluyuz, noksanız, eksiğiz. Ayıpları olanlar Allah yolunda kurbanlık olarak verilmezler, verilse bile kabul görmezler. Canımızı veremediğimiz bu kitaba hiç değilse terimizi verelim, çabamızı verelim. Umulur ki; Rahmetin kaynağı olan Rabbimiz az da olsa kitabı uğrundaki bu gayretlerimizi kabul eder ve bizi korktuğumuzdan emin, umduğumuza ise nail eder.