Yüce Mevlâ, Resûl-i Ekrem’ini herkesten çok sevdi. Onu bizim de herkesten çok sevmemizi ve baş tacı edinmemizi istedi. Resûlullah’a itaatin kendine itaat, ona bağlılığın kendine bağlılık olduğunu söyledi.
Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem bunun sırrını bize açıkladı. Zât-ı pâkini Cenâb-ı Hakk’ın bütün bir insanlık içinden seçip kendine dost edindiğini şöyle anlattı:
“Eğer içinizden birini dost edinecek olsaydım bu Ebû Bekir olurdu; ama o benim kardeşim ve arkadaşımdır.” Sonra da kendini kastederek “Allah Teâlâ bu arkadaşınızı dost edindi” buyurdu (Müslim, Fezâilü’s-sahâbe 3).
Allah’ın Habîbi
Dostluk, sevginin en ileri derecesidir. O’nun benzersiz kumaşı muhabbetle dokunmuştur. Sevenin kalbinde dostun sevgisinden başka sevgiye yer yoktur. “Şunu iyi bilin, ben Allah’ın habîbiyim” hadisi (Tirmizî, Menâkıb 1; Dârimî, Mukaddime 8) bu gerçeği pekiştirmektedir. Cenâb-ı Mevlâ’nın Kur’ân-ı Kerim’de Peygamber Efendimizden söz ederken ve onu insanlara tanıtırken kullandığı ifadelerin zenginliği, sıcaklığı, hele onu âlemlere rahmet olarak gönderdiğini söylemesi bu dostluğun ve muhabbetin hiçbir sevgiyle kıyaslanamayacak bir yüceliğe eriştiğini göstermektedir.
Eğer Allah bir kulunu sevmiş ve onu dost edinmişse, o güzel insanın Allah’a kulluğun zirvesinde bir bahtiyar olduğu anlaşılır. Artık o her zaman Allah’ın himayesindedir. Cenâb-ı Hakk’ın yardımı ve inayeti onunladır. İlâhî rahmet ve bereket bulutu onu sağanaklarıyla besler. Böylece o devletlinin önündeki engeller, gözündeki perdeler bir bir kalkar ve gerçekleri olduğu gibi görmeye başlar. Hadis-i kudsîde buyrulduğu gibi, artık Allah onun işiten kulağı, gören gözü, tutan eli ve yürüyen ayağı olur (Buharî, Rikak 38). Yani o Allah dostu, Cenâb-ı Mevlâ’nın desteğini kazandığı için bu ilâhî yardım sayesinde her işi düzgün gider.
Sevginin ilk şartı, sevgilinin sevdiğini sevmek, sevmediğini sevmemektir. İşte bu sebeple Allah’ı seven Resûlullah’ı da sevecektir. Peygambere inanmadan Allah’a inandığını iddia etmek tutarsız bir sözdür. Peygamberi sevmeden Allah’ı sevdiğini ileri sürmek ise kocaman bir yalandan ibarettir.
“Biriniz beni anasından, babasından ve bütün insanlardan daha çok sevmedikçe gerçek mümin olamaz” hadis-i şerifini İmâm Buharî, “Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’i sevmek imandandır” başlığı altında vermiştir (Buharî, İman 8). Şu halde Resûlullah’ı sevmeyenin imanından söz edilemez.
Ne Kadar Sevmeli?
Burada küçük bir parantez açalım ve Hz. Davûd’un duasını hatırlayalım. Böylece peygamberlerin, sevgiyi benzer ifadelerle anlattıklarını görelim. Davûd aleyhisselâm şöyle dua ederdi:
“Allah’ım! Senden Seni sevmeyi, Seni sevenleri sevmeyi ve Senin sevgine ulaştıracak amelleri sevmeyi dilerim. Allah’ım! Senin sevgini bana canımdan, ailemden ve soğuk sudan daha ileri kıl!” (Tirmizî, Daavât 73, Tefsîru’l-Kur’ân 39)
Sevgilerin en değerlisi elbette Allah sevgisidir. O sevgiye ulaşmamızın yolunu bize Allah Teâlâ göstermiş, Resûl-i Ekrem Efendimize, Allah’ı sevdiğini iddia eden münafıklara ve benzeri kimselere şöyle demesini emretmiştir:
“Eğer Allah’ı seviyorsanız, bana uyun ki, Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah çok bağışlayıcı, engin merhamet sahibidir.” (Âl-i İmran, 31) Bu âyetten anlaşılan kısaca şudur: Eğer bir kimse Peygamberler Sultanı’na uymazsa, onu Allah da sevmez ve günahlarını bağışlamaz; üstelik o bahtsız, Allah’a giden yolda bir arpa boyu yol alamaz.
Hz. Davûd’un duası bize iki önemli hususu öğretmektedir:
1. İnsana Allah’ı hatırlatan kimseleri, âlimleri ve salihleri sevmelidir.
2. İnsanı Allah sevgisine götürecek ibadetleri terk etmemelidir.
Burada parantezi kapatarak tekrar asıl konumuza dönelim.
Bir mümin Peygamberini sadece anasından, babasından ve bütün insanlardan değil, aynı zamanda ailesinden, çocuklarından ve servetinden (Müslim, İman 69, 70), hatta Hz. Ömer olayında gördüğümüz gibi canından (Buharî, Eymân 3) daha çok sevecektir.
Olayı hatırlayalım: Bir gün Resûl-i Ekrem Efendimiz Hz. Ömer’in elini tutmuştu. Hz. Ömer, elini muhabbetle kavrayan bu sımsıcak elin herhangi bir kimsenin eli değil, âlemlere rahmet olan o eşsiz peygamberin, âhiret gününde Livâü’l-hamd sancağını tutacak bereketli eli olduğunu biliyordu. Öylesine sıcak bir sevgi halesiyle mest olan Hz. Ömer bu iltifata karşılık vermek istedi:
“Yâ Resûlullah! Seni canım dışında her şeyden daha çok seviyorum” dedi. Hz. Ömer sadece hissettiğini söyleyen dosdoğru bir insandı. Onun kitabında riyanın yeri yoktu. Resûl-i Ekrem: “Yoo, işte bu olmadı. Canımı kudretiyle elinde tutan Allah’a yemin ederim ki, beni canından da çok sevmelisin” buyurdu. Bunun üzerine Hz. Ömer: “Yâ Resûlullah! Ben de Allah’a yemin ederim ki, şu anda sen bana canımdan da ilerisin” deyince, Resûlullah Efendimiz “Ömer! İşte şimdi oldu” buyurdu (Buharî, Eymân ve’n-nüzûr 3).
Başımız, Gözümüz Üstüne
Bir müminin Peygamberini derin bir muhabbetle sevdiği nasıl anlaşılır?
Bu sorunun kısaca cevabı şudur: Eğer bir kimse Peygamberinin emrine can verircesine bir bağlılık gösterebiliyor, ona “senin bana yap veya yapma dediğin her şey başım, gözüm üstüne” diyebiliyor, onu memnun eden her şeyi nefsinin arzu ve isteklerinden üstün tutabiliyor ve bunları hayatında uygulayabiliyorsa, işte o kimse Peygamberini gerçekten seviyordur.
Bir müminin Peygamberini sevdiği şöyle de anlaşılabilir: Eğer o, Resûlullah’ın yolunu yani sünnet-i seniyyesini benimsiyor ve o yolda yürümeye gayret ediyor, onun getirip öğrettiği dini, dine ters bakanlara karşı savunuyor, malını ve canını Resûlullah’ın ortaya koyduğu değerler uğrunda feda etmeyi göze alabiliyor ve âhirette Peygamberini görüp onun huzurunda bulunmayı çok arzu ediyorsa, onu gerçekten seviyor demektir.
Meseleye şöyle de bakmak mümkün:
Dünyada herkesin ulaşmak istediği hedefleri vardır. Söz gelimi iyi bir eve ve güzel bir arabaya sahip olmayı çok isteyen, aynı zamanda Peygamberini görmeyi de arzu eden bir Müslümana, “Arkadaş! İkisinden birini seçmek zorundasın, ev ve araba mı, yoksa Resûl-i Ekrem’i görmek mi?” dendiğinde, o en ufak bir tereddüt geçirmeden Fahr-i Cihân Efendimizi görmeyi her şeye tercih edebiliyorsa, onun bir Peygamber sevdalısı olduğu anlaşılır.
Şunu hiç unutmayalım: Biz Peygamber Efendimiz sayesinde doğru yolu öğrendik. Böylece şeytana değil Allah’a kul olduk. Onun sayesinde cenneti, cehennemi tanıdık. Hiç sönmeyecek cehennem ateşine sonsuza kadar yakıt olmaktan onun buyruklarıyla kurtulduk. Onun bereketiyle hayatımız mana ve değer kazandı. O elimizden tuttuğu için ömrümüz heder olmaktan kurtuldu. İşte bu sebeple o bizim biricik sevgilimiz oldu.
Salât ona, selâm ona, her türlü ihtiram ona.