Allah Resulü’nün (s.a.v.) nübüvvetinin en büyük mucizelerinden biri de hiç şüphesiz O’nun risalet öncesi okuma-yazma bilmemesiydi. Efendimiz (s.a.v.) ilahî kelamın işaret ettiği gibi “ne bir yazı okumuştu, ne de eliyle bir şeyler yazmıştı.” Ama O (s.a.v.) daha Vahyin ilk mesajı ile okuma-yazmanın ne kadar önemli olduğunu anlamıştı. Çünkü ilk inen 5 ayette Kur’an; 2 kez ikra/oku, 2 kez alleme/öğretti, 1 kez kalem, 1 kez ya’lem/bilgi,ilim diyerek, toplam 6 kez ilme ve ilmin gereçlerine dikkat çekiyordu. Kur’an’ın bu dikkat çekişi 23 yıllık nüzul sürecinde hep devam edecekti. Vahyin ilk muhatabı olan Efendimiz’de, elbette bu mesajları en doğru bir biçimde anlayacak ve o gün için Belâzuri’nin verdiği bilgiye göre Mekke’de 17, Medine’de 11 kişinin okuma-yazma bildiği bölgede, bir seferberlik başlatacak ve 23 yılın sonunda hesabı tutulamayacak kadar bir okuma-yazma oranı ortaya çıkacaktı.
Efendimiz (s.a.v.) bu seferberlikte kadın-erkek ayırımı yapmadan herkesin okuma-yazma öğrenmesi için gayretler ortaya koyacaktı. Mesela; kendi hanımlarından Hz. Aişe ve Ümmü Seleme validelerimiz okumayı öğrenecek, yazıyı ise öğrenemeyeceklerdi. Yine Hz. Ömer’in kızı Hafsa validemiz okumayı Şifa el-Adeviyye’den öğrenecek, Efendimiz (s.a.v.) bu durumdan çok memnun olacak ve Hz.Şifa’ya; “Keşke Hafsa’ya okumayı öğrettiğin gibi, yazmayı da öğretseydin” diyecekti. Hz. Şifa’da bu talep gereği Hz. Hafsa’ya yazıyı da öğretecekti.
Yine Allah Resulü’nün okuma-yazma seferberliğinde tarihe altın harflerle yazılması gereken bir çabasını Bedir gazvesinin ardından görüyoruz. İman ile inkârın bu ilk karşılaşmasında iman, küfrün belini kırıp, 70 müşriki öldürüp, bir o kadarını da esir alınca; esirlerin ne yapılacağı konusunda bir belirsizlik ortaya çıkmıştı. Çünkü daha bu konuda Allah (c.c.) her hangi bir hüküm beyan etmemişti. Hal böyle olunca Efendimiz’de esirlerin ne yapılacağı konusunu Sahabe ile istişare etmeye başlamıştı. Başta Hz. Ebubekir ve Hz. Ömer olmak üzere Ashabın büyükleri kendi görüşlerini, Efendimiz (s.a.v.) ile paylaşmışlardı. İşin nihayetinde Allah Resulü (s.a.v.) sahabenin görüşlerini de dikkate alarak bu konuda vereceği hükmü şöyle açıklamıştı: “ Bir esirin kurtuluş fidyesi 4000 dirhemdir. Parası olan bu miktarı öder ve esaretten kurtulur. Parası olmayıp okuma-yazma bilenler ise, Medine’de 10 çocuğa okuma-yazma öğretme karşılığında serbest kalır.” Bu hüküm gereği esirler içerisinde okuma-yazma bilenler Medine’de Müslüman çocuklara okuma-yazma öğretmeye başladılar. 10 çocuğa okuma-yazma öğreten, fidyesi ödenmiş kabul edilerek serbest bırakılıyordu. Bu yolla kaç kişinin okuma-yazma öğrendiğine dair kaynaklarımızda net bir bilgi olmasa da, epey çocuğun Bedir sonrası okuma-yazma öğrendiğini tahmin edebiliyoruz.
Peki, okuma-yazma konusunda bu kadar titiz olan Efendimiz’in (s.a.v.) bizzat kendisi okuma-yazma öğrenmiş midir? Ankebut süresinin 48. ayetinin açık beyanı ile Efendimiz (s.a.v.) vahyin menşeine/kaynağına dair herhangi bir şüpheye meydan vermemek için Allah’ın (c.c.) iradesinin bir tecellisi olarak risalet öncesi okuma-yazma bilmiyordu. Risalet sonrasında ise öğrenmek için herhangi bir çaba ortaya koyduğuna dair rivayetlere rastlamıyoruz. O halde bu konuda nasıl bir çözüm imkânı bulacağız? İlk yazımızda belirttiğimiz gibi Hz.Aişe validemizin bize öğrettiği usul ile bu olayı akıl ve kanaatlerimize arz ederek çözmeye çalışırsak, şunu rahatlıkla tahmin edebiliriz ki; 23 yıl ilimle, yazıyla, kitapla ve kâtiple uğraşan birisi özel bir çaba ortaya koymasa bile, az da olsa okuma-yazma öğrenebilir.
Rahmetli annemden bilirim; kendisi okuma-yazma bilmezdi; ne bir okula gitmiş, nede öğrenmek için özel bir gayreti olmuştu. Böyle olmasına rağmen kendi adını ve soyadını yazabildiği gibi, bazı rakamları da yazabiliyordu. Eğer rahmetli annem o şartlar içerisinde bu kadarını öğrenebilmiş idiyse; herhalde 23 yıl boyunca altı bin küsur Kur’an ayetini kâtiplerine yazdıran, yüzlerce mektup, anlaşma ve vesika kaleme aldıran, başta hanımları olmak üzere tüm sahabeyi okuma-yazma konusunda teşvik ettiren Efendimiz’in (s.a.v.) kendisine yetecek oranda okuma-yazma öğrendiğini iddia etmek çokta havada kalacak bir iddia olmayacaktır.
O’nun (s.a.v.) nübüvvet sonrası okuma-yazma öğrendiğini dile getirmek vahyin kaynağına dair herhangi bir şüphenin ortaya çıkma ihtimaline imkân vermediği gibi, Efendimiz’in (s.a.v.) risalet sonrası okuma ve yazmayı öğrenmesi aslında 40-50 yaşından sonra bir insan için ayrıca bir meziyet olarak da karşımıza çıkmaktadır.
Bu mesele hakkında daha çok şey söylenebilir, ama biz bu kadarı ile iktifa ediyoruz. Bu noktada işin aslını söyleyecek olursak, aslında amacımız sadece Efendimiz’in (s.a.v.) okuma-yazma bilip bilmediğini araştırmak değildi. Asıl amacımız bir konu bağlamında nereden ve ne amaçla geldiğine takılmadan köklerimize müracaat ederek ortaya çıkan sorunlara tepkisel veya savunmacı bir tavır ile değil, itidal ile çözümler bulmayı öğrenebilmekti. Eğer bu konuda doğru bir usul geliştirebilirsek, çözüm bekleyen nice meseleyi daha rahat bir şekilde anlayacağımız muhakkaktır. Zaten en büyük sorunumuz usul değil mi? Vusûle ulaşamamamız da usulsüzlükten kaynaklanmıyor mu?
Muhammed Emin YILDIRIM