Hz. Ali bir gün insanlara Efendimiz’in (s.a.v.) itidalini anlatmak adına yerden bir çubuk alır ve tam ortasından tutarak; “İşte Allah Resulü (s.a.v.) ne ifrada, ne tefride kapı açmadan her meselede işin tam ortasında dururdu” demişti.
Efendimiz’i (s.a.v.) çok iyi tanıyan Hz. Ali’nin bu sözü gerçekten çok önemlidir. Allah Resulü’nün (s.a.s.) hayatında nasıl itidalli davrandığını merak eden ve o bereketli hayata bu özelliği öğrenmek adına bakan, çok önemli mesajlar bulacaktır. 23 yıllık risaleti boyunca yüzlerce olay ve mesele ile karşı karşıya kalmış, bazen acıların en büyüğünü tatmış, bazen sayılması mümkün olmayacak kadar dünyalıklar avuçlarının arasına konmuş, bazen evinde bir tabak sirke dışında hiçbir şey bulamamış, bazen savaşlarda galibiyeti elde etmiş, bazen askerleri dağılıp O’nu tek başına bırakmış, bazen dengesiz insanların ölçüsüzce söz ve davranışlarının muhatabı olmuş, bazen dostlarının hatalı ve yanlış tavırlarını görmüş; ama ne ile karşılaşırsa karşılaşsın asla itidali elden bırakmamış, hayatın her alanında sultan olduğu gibi, itidal alanında tartışılmaz sultanı olmuştur.
Efendimiz’in itidalinin boyutunu anlayabilmek için, hayatın iki farklı hali olan ölüm ve düğün anlarına baktığımızda, akıllara durgunluk verecek boyutta bir itidal ile karşı karşıya kalırız. İnsanın çivilerinin çıktığı, duygularının sınır tanımadığı iki durumdur; ölüm ve düğün halleri. İnsan bazen en yakınını kaybettiği zaman ilk anda sınırları ihlal edebildiği gibi, bazen de sevinçlerin coştuğu bir alan olan düğünlerde aynı tavrı gösterebilmektedir.
Düşünebiliyor musunuz; Efendimiz, daha anne karnındayken baba Abdullah’ı, 6 yaşında Ebva’da gözlerinin önünde ve çölün ortasında; sadece yanında Ümmü Eymen varken, anne Amine’yi, 8 yaşında dede Abdulmuttalib’i, 29 yaşında Kasım’ını, 42 yaşında Abdullah’ını, 50 yaşında önce kendisine kol-kanat geren amca Ebu Talib’i, sonra 25 yıl aynı yastığı paylaştığı hanımı Hatice’yi, 52 yaşında Hz. Osman’ın ilk hanımı olan Rukiyye’sini, 58 yaşında büyük kızı Zeyneb’i, yine aynı yıl Rükiyye’den olan torunu Abdullah’ı, 59 yaşında Hz. Osman’ın ikinci hanımı olan Ümmü Gülsüm’ünü, 60 yaşında Mariye validemizden olan İbrahim isimli evladını yitirecekti.
Efendimiz (a.s.) hayatı boyunca yakınlarının neredeyse hepsinin ve Fatıma validemiz dışında tüm evlatlarının ölümüne bizzat şahit olacaktı. Hayatı boyunca kaç insan böyle bir imtihan ile baş başa kalabilir ki? Ana, baba, amca, hanım, 3 erkek, 3 kız çocuğu muhtelif zamanlarda kaybetmek… Peki bunca acıya rağmen her şeyin sultanı olduğu gibi, itidalinde sultanı olan Efendimiz’de herhangi bir değişiklik oldu mu? Hayır, asla… O (s.a.s.) yüreğinde acıların en büyüğünü taşımasına rağmen, gözünde yaşı, elinde ise işi, yine risalet davası uğruna çırpınıp durmuştu. En zorlu zamanların biri olan küçük İbrahim’in vefatında Uhud dağına bakmış; “Ey Uhud! Eğer bu gün İbrahim’in firakı ile bize çöken hüzün sana çökseydi, sen bu acıya dayanamaz paramparça olurdun” demişti. Aynı olay karşısında nasıl itidal adına dimdik durduğunu şu sözünden de anlayabiliriz: “Gönül mahzun olur, göz yaşarır ama bu dilden Rabbimi hoşnut etmeyecek tek bir söz çıkmaz. Vallahi! Ey İbrahim! Bizler senin ayrılığınla çok mahzunuz.”
Efendimiz ölüm karşısında işte böyle itidal ile duruyordu. Ya düğün gibi duyguların coştuğu bir ortamda nasıl itidalini muhafaza ediyordu? Bunu da öğrenmek için Muavviz’in kızı Rebi’nin düğününe gidiyoruz. Allah Resulü bu düğüne iştirak etmiş, evin genç kızları ve çocukları da, Efendimiz’in etrafında toplanmış, ellerindeki deflerle Bedir şehitleri için mersiyeler ve ilahiler okumaya başlamışlardı. Herkesin coştuğu bir anda ilahiler okuyanlardan biri şöyle bir ifade kullanmıştı: “Aramızda şu an yarın olacak olayları bilen bir Peygamber var.” İtidal sultanı anında bu söze müdahalede bulunmuş ve demişti ki: “Vallahi! Ben yarın nefisimin başına geleceklerden emin değilim. Ben nasıl yarın olacakları bilebilirim ki? Ben ancak bana bildirileni bilebilirim. Siz böyle söylemeyin, biraz önce okuduklarınızı; yani Bedir şehitleri için söylediklerinizi tekrarlayın.”
Allah Resulü’nün (s.a.v.) itidalinin boyutunu anlayabilmek için sadece bu iki tablo bile yeterlidir. Sizce Efendimiz hayatın her hal ve durumunda nasıl savrulmadan dimdik ve böyle bir itidal ile durabilmiştir? Bu soruda bizi Kur’an’ın başına ve ilahî kelam içerisinde geçen el-Adl ve el-Mûksit isimlerinin önüne getirecektir.
Allah’ın ahlakı ile ahlaklanan kutlu Nebi’nin şahsiyetinde, bu iki ism-i şerifin etkileri nasıldı? Bu sorunun cevabını bir dahaki yazıya havale edelim.
Muhammed Emin YILDIRIM