“Nihayet kaçışı olmayan o hesap meydanına geldiklerinde; kulakları, gözleri ve derileri işledikleri amellere karşı onların aleyhlerine şahitlik edeceklerdir. Onlar derilerine: ‘Niçin aleyhimize şahitlik ettiniz?’ diye soracaklar. Derileri ise diyecekler ki: ‘Her şeyi konuşturan Allah, bizleri de konuşturdu. İlk defa sizi O yaratmıştı; şimdi de yine O’na döndürülüyorsunuz.’ Siz kulaklarınızın, gözlerinizin ve derilerinizin böyle aleyhlerinizde şahitlik edeceğini sanmıyordunuz. Yaptıklarınızın çoğunu Allah’ın bilmeyeceğini zan ediyordunuz. Zaten Rabbiniz hakkında beslediğiniz bu yanlış zan var ya, sizi mahveden ve ziyana uğratan da bu oldu. Şimdi eğer dayanabilirseniz, varacağınız yer dehşetli bir ateştir. Çok yalvaracaksınız bir daha dünya hayatına dönüp, Allah’ı razı ve hoşnut etmeye; ama artık dönüşü olmayan bir yoldasınız ve böyle bir imkânı bir daha elde edemeyeceksiniz.”
(Fussilet Sûresi, 41/20–24)
Bilmem ki, insanın tüylerini diken diken eden, bu ilahi mesajlar karşısında söylenecek herhangi bir söz var mı? Düşünebiliyor musunuz; her şey ama her şey dile geliyor ve aleyhlerimizde şahitlik ediyor. Sakladığımız, üzerini örtüp kimselere duyurmadığımız, süslü ambalajlarla insanları kandırdığımız ve daha nice günahlarımız bir bir ortaya dökülüyor. Yüzler kızarıyor, alınlar kararıyor ve hiçbir şey karşısında duymadığımız bir pişmanlık tüm hücrelerimizi sarıyor. Başlıyoruz yalvarmaya; “Ne olur Rabbim! Bir kez daha fırsat ver bize! Bir kez daha imtihan hakkımız olsun. Sana tam anlamı ile kulluk edip, öyle gelelim huzuruna!” Yakarışlarımızın ardı arkası kesilmiyor, ama bizi memnun edecek bir cevap alamıyoruz. Hükmedenlerin en hayırlısı olan Rabbimiz; “ Hayır! Kalemler kırıldı, hükümler verildi” diyor. Artık ateşten başka dostumuz ve barınağımız kalmıyor. Orası ise ne kadar kötü bir barınaktır.
Peki, bu hale düşmemenin fırsatı halen elimizde değil mi? Evet elimizde! Hem de on bir ayın sultanı olan Ramazan gibi bir imkân ile elimizde… Rabbimizin bu büyük ikramı son pişmanlığın fayda vermeyeceği o dehşetli günde ağlayıp feryat edenlerden değil, sevinip gülenlerden olabilmek için ellerimize bırakılmış bir sermaye…
Ramazan; “Hasibu kable en tuhasebu/ Hesaba çekilmeden, kendinizi hesaba çekin” fermanın amel sahasında diriltebilmenin en iyi fırsatıdır. Öyleyse daha Ramazan’ın bu üçte ikilik kısmı halen elimizde iken, işin nihayetinde gülenlerden olabilmek için iyi bir muhasebe yapmak zorundayız.
Muhasebe çok geniş bir muhtevası olan ve her inanan insanın sürekli canlı tutması gereken bir ameldir. Birçok amelin içini boşaltıp, aslî değerini yitirip, sadece bazı şekillere indirgediğimiz gibi “muhasebe” ameline de aynısını yapmışız. Biz modern zamanların Müslümanları “mış” gibi yaşamaya alıştığımızdan, muhasebeyi de ne yazık ki yapıyormuş gibi davranıyoruz. Hal böyle olunca da ortaya nefislerimizi temizleyen, bizleri günah bataklığından kurtaran, etrafı yıkıp döken, zihinleri dağıtan ve hayatları bereketsizleştiren bu hallerimizden bir türlü kurtulamıyoruz. Ama muhasebe müessesini istenilen düzeyde bir işletebilsek, inanın yazgısı kirlenmek olan bizler çok farklı bir iklime kapı açacak, fırtınalarla her gün boğuşmak zorunda kalan nefislerimiz bir ruh dinginliğine, bir akıl sükûnetine ve bir yürek itminanına kavuşacaktır. Öyle ise gelin; “gerçek bir muhasebe nasıl yapılır?” sorusuna cevap arayalım.
Öncelikle şu önemli noktanın altını çizelim ki; muhasebe kesinlikle üç zamanı kapsamalıdır. Sadece yapılanların muhasebesi yapılırsa- ki genelde böyle yapılmaktadır- tam anlamı ile muhasebe olmayacak ve bazı yönleri hep eksik kalacaktır. Bundan dolayı nefsini hesaba çekmek için içindeki öz benliğinin karşısına oturan biri; mazinin, halin ve istikbalin muhasebesini yapmak zorundadır. Geçmişte yapılan ve yapılmayanlar, şu an yapılan ve yapılmayanlar, gelecekte yapılacaklar ve yapılmayacaklar muhasebenin ana konuları olmalıdır. İnsan hayatının zaman itibari ile bu üç ayrı halinin iyice gözden geçirilip ortaya bir envanter çıkarılması, yani inceden inceye araştırarak ne var ne yok hepsinin gözler önüne serilmesi, muhasebenin en önemli parçasıdır. Bu önemli ve ilk basamağı kesinlikle son hal olarak değerlendirmemek gerekmektedir. Eğer böyle değerlendirilirse muhasebe tam anlamı ile yapılmamış olduğundan ortaya hayatı değiştirecek bir sonuç ne yazık ki çıkmayacaktır. Bunun için muhasebenin ilk basamağı önce bir dökümdür; maziyi, hali ve istikbali kapsayan bir ön çalışmadır. Bunu yaptıktan sonra önümüzde duran iki basamak daha vardır.
Muhammed Emin YILDIRIM