Hz. Hatice (ra) Efendimiz’in hanesinin istisnaî hanımlarından, bizlerin de annelerinden biridir. Hz. Hatice demek ve onu sınırlı satırları içerisinde anlamaya çalışmak çok da kolay değildir. O, Hz. Peygamber’den sonra ilk kez varlık âleminin semasına La İlahe illallah, Muhammedün Resulullah kelime-i tayyibesini duyurandır. O, Hz. Peygamber ile birlikte ilk kez, imandan sonra en büyük hakikat olan namaz için dergâh-ı ehadiyete yönelendir. O, Hz. Peygamber’in ilk eşi ve yoldaşı olma şerefine nail olandır. O, Hz. Peygamber ile on beş yıl nübüvvetten önce, on yıl da nübüvvetten sonra olmak üzere tam yirmi beş yıl aynı yastığa baş koyandır. O, Hz. Peygamber’in evine ikisi erkek, dördü kız tam altı tane evlat hediye edendir. O, Ehl-i Beyt neslinin kökü olan Hz. Fatıma’yı doğuran ve Hz. Ali’ye ise annelik edendir. O; tüm varlığını, malını, mülkünü, sermayesini Allah yolunda feda etmekten bir an geri durmayandır. O, Hz. Peygamber’in lisanı ile ilk kez cennetle müjdelenen, ondan sonra da defaatle bu müjdeyi alan, Cebrail’i gören, Allah tarafından gönderilen selama muhatap olan bahtiyar bir İslam hanımıdır. O, cahiliyenin zifiri karanlığında kirlenmeden, Meryem misali pak ve temiz kalan, bu özelliği ile de Tahire lakabını kazanan bir annemizdir. O, Firavunları çok olan bir beldenin Asiyece, imanını muhafaza ettirerek, şirke bulaşmadan vahye ulaşarak İslam’ın Kübrası olan biridir. O, on yıl nübüvvetin ve risaletin davasına bir ana gibi sahip çıkarak varlığını davasına adayan bir anamızdır. Ve o hanımlar âleminin sultanı olan Hz. Hatice validemizdir. Allah aşkına söyler misiniz böyle bir İslam’ın hanımı tam anlamı ile nasıl anlatılır, nasıl anlaşılır? Öyle kolay mı Hz. Hatice deyip de bu işin hakkını verebilmek? Ben de kolay olmadığının çok iyi farkındayım ve günlerdir size Hz. Hatice annemizin hayatının hangi sayfasını yazayım diye düşünüp duruyorum.
Çünkü Hatice annemizin hayatının her safhası hayran olunacak mesajlarla doludur. Onun doğumundan başlayarak 37 yıl süren hayat serüveni anlatılmaya gerçekten değerdir. Bu süre zarfında iki evlilik yapan, bu evliliklerden iki erkek, bir kız çocuğu sahibi olan, karanlık ve kirli bir zaman diliminde yaşamasına rağmen ticaretle uğraşan, tüm bu olumsuzluklara karşın tahire ve ceyyide, temiz ve iyi diye isimlendirilen, o hayatı gerçekten anlatılmaya ve anlaşılmaya değerdir.
37 yaşında dul kalan, 3 yıl boyunca onunla evlenmek için onlarcasının evinin yolunu aşındırmalarına rağmen hepsine yok diyen, kader planında Efendimiz (sas) için hazırlanan; hangi sürecin onu Efendimiz’e yaklaştırdığını aktaran o sayfalar gerçekten anlatılmaya ve anlaşılmaya değerdir. Biliyor musunuz Hatice annemiz ile o günler hem Ebû Cehil hem de Ebû Süfyan evlenmek istemiş, ona teklifte bulunulmuş, annemiz ise o teklifleri kabul etmemiş, sonra Efendimiz’i kabul etmiş, O’nu (sas) kabul etmesi de sonraki süreçte onların Efendimiz’e ve getirdiği dine karşı düşmanlıklarını ziyadeleştirmiştir.
O, 40 yaşında, Efendimiz 25 yaşında Nefise bint Münye isimli hanımın vesilesiyle birbirleri ile evlenmeleri, gerek yapılan hazırlıklar, gerek düğün günleri, gerek o günlerde Hatice annemizin teklifi ile düğüne, tabir caiz ise şeref konuğu olarak davet edilen Efendimiz’in süt annesi Halime validemizin gelişi, Hz. Ebû Bekir’in bu düğünde Efendimiz’e nasıl yardımcı oluşu anlatılmaya ve anlaşılmaya değerdir.
Hele hele Hatice annemiz ile Efendimiz (sas) arasında başlayan ve gerçekten ikinci bir örneği olmayan o sevgi bağı, ilk gün başlayıp tam 25 yıl süren evlilikte hiç azalmadan devam etmesi anlatılmaya ve anlaşılmaya değerdir. Düşünebiliyor musunuz; 25 yıl Efendimiz’in hayatına Hatice validemiz varken başka bir hanım girmedi. O günler çok normal bir şey ikinci, üçüncü, dördüncü, beşinci, onuncu evlilik… İslam, o günün insanına Nisa Sûresi’ndeki ayeti nazil ettiği zaman o günün erkekleri sevinmediler bilakis üzüldüler, devrin sosyal yapısını bilmeden bazıları ileri geri konuşuyorlar, ama o zemini tanıdığınızda meseleleri daha iyi anlıyorsunuz. O günün dünyasındaki erkekler gelen ayete üzüldüler, çünkü gelen ayet, dörde kadar evlenin demiyordu, ancak dörde kadar evlenebilirsiniz, diyor ve bu işe bir sınır getiriyor, adaletin sağlanması açısından da tek eşliliği öneriyordu. Çok eşlilik yaygın bir iş olduğu için evliliklerinin 5. veya 6. senesinde Hatice annemiz yine Nefise üzerinden, “Eğer Muhammed başka bir hanımla daha evlenmek istiyorsa evlenebilir.” dediğinde Efendimiz’den gelen cevap: “Hatice’m ile beraber başka bir kadın mı asla!” oluyordu.
Tarihi kaynaklar evliliğin ilk günlerinde amca Ebû Talib’in bir endişesini bize aktarırlar. Amcanın endişesinin kaynağı ise şu idi: O kendi kendine diyordu ki: “Yeğenim Muhammed, oldukça hassas bir insandır. Hatice ise zengin, büyük bir servetin sahibidir. Ya Hatice bu zenginliğin verdiği üstünlük ile yeğeni mi ezerse, ona itaat etmeyip, onu üzerse ben ne yaparım?” Bu düşüncelerden emin olmak için bir gün hizmetlisi Neb’a isimli bir hanımı Hatice’nin evine göndermek istedi. Neb’a’ya dedi ki: “Hatice’nin evine git ve karı – koca arasındaki ilişkilerinin nasıl olduğuna iyice bak ve gel bana, bunu haber ver.” Neb’a denileni yaptı, eve gitti ve biraz da gizlice Hatice ile Muhammed arasındaki ilişkinin nasıl olduğunu gözlemlemeye başladı. Neb’a, onları izledikçe hayran oluyor, böyle bir karı – koca ilişkisine şimdiye kadar hiç şahit olmadığını itiraf ediyordu. Öyle ki Hatice validemiz her konuşmaya başlayınca: “Anam, babam sana feda olsun!” diye başlıyor, evde Muhammed’in birini iki etmiyor, kendi elleri ile ona hizmet ediyordu. Muhammed ise elinden geldiğince ona ev işlerinde yardım ediyor, büyük bir aşk ve muhabbet ile hanımıyla konuşuyordu. Neb’a gördüklerini yaşlı amca Ebû Talib’e anlatınca, Ebû Talib gözyaşlarına boğuluyor, bir taraftan ağlarken, diğer taraftan da şükürler ediyordu.
Onların o muhabbeti Hatice annemizin vefat etmesi ile de bitmiyordu. Biliyorsunuz Hatice annemiz vefat ettiğinde Efendimiz 50 yaşlarında idi. İki yıl dul kalacaktı Efendimiz, sonra Sevde validemiz ile evlenecek, aynı günler Aişe annemiz ile de nişanlanacaktı. Medine’ye hicret ettikten sonra da o haneye birçok hanım daha girecekti. Güzellikleri, ahlakları, soylarının asillikleri ve dinlerine olan düşkünlükleri ile her annemiz gerçekten çok farklıdır. Ancak o haneye kim girerse girsin, Hatice validemiz yine unutulmayacak, adı hep anılacak, her daim Efendimiz tarafından hayırla yâd edilecekti. Tabi bu hal başta Aişe annemiz olmak üzere diğer annelerimizi haklı olarak kıskandıracaktı. Ancak Efendimiz ne onları kıskandırmak için ne onları kızdırmak için o sözleri söyleyecekti. Efendimiz’in derdi kendisine karşı çok vefalı olan eşine vefa üzere davranmak, onun değer ve kıymetini âleme duyurmaktı.
Bu maksatla şöyle siyerin sayfalarını çevirsek neler görürüz neler… Allah Resulü (sas) zorlu Mekke yıllarının ardından Medine’ye hicret etmiş; hicretin üzerinden iki yıl geçtikten sonra da iman ile inkârın ilk karşılaşması için Bedir’e gelmişti. Bedir savaşı, imanın galibiyeti ile neticelenmiş, Müslümanlar karşı taraftan yetmiş kişiyi öldürmüş, yetmiş de esir almışlardı. Esirler arasında Peygamber’in damadı, Zeyneb validemizin iman etmemiş kocası Ebû’l-Âs’da vardı. Zeyneb eşini kurtarmak için düğün günü annesi Hatice’nin boynundan çıkarıp kendi boynuna taktığı gerdanlığı fidye olarak babasına göndermişti. Gelen elçi elindeki gerdanlığı Allah Resulü’nün önüne bırakır bırakmaz, bir anda Efendimiz onlarca sene öncesine gider ve Hatice’nin iklimine yeniden dâhil olur, gözleri dolar ve “Bu Hatice’min gerdanlığı!” diye unutmadığını beyan eder. Sahabe de gözyaşlarına boğulmuştur. Onlar da üzülmekte, gelen gerdanlığın Efendimiz’e bazı hatıraları hatırlatmasına hüzünlenmektedirler. Efendimiz; yaşlı gözlerle: “Bu gerdanlığı Zeyneb’ime geri gönderseniz, eşini de salıverseniz olmaz mı?” diyecek, Sahabe de anında bu talebi yerine getirecekti.
O sevginin boyutunu Mekke’nin fetih günlerinde de görüyoruz. Hz. Hatice’nin vefatının üzerinden tam on bir yıl geçmiştir. Daha dün kovulup yurtlarından çıkarılan Müslümanlar, şimdi zorla çıkarıldıkları beldeyi fethetmek için Mekke’nin kapılarına dayanmışlardı. Allah Resulü on bin askerle Kâbe’ye doğru yürüyordu. Bir anda Efendimiz ordudan ayrılarak Hacûn Kabristanlığı’na yöneldi. Gitti, oturdu Hatice’sinin kabri başına, gözlerinde yaş, dudaklarında dua ve istiğfar orada bir müddet durdu. Sahabe orada da o aşka hayran olmuş, onlar da Efendileriyle beraber gözyaşları dökmüşlerdi. Sahabe sormuş: “Ya Resulallah! Mekke’de evinizde mi kalacaksınız?” Efendimiz demişti ki: “Âkil bize ev mi bıraktı?” O halde çadırınızı nereye kuralım? Cevap hazır: “Hatice’min karşısına?”
Mekke fethedilmiş, Kâbe putlardan temizlenmiş; Bilal, Mekke’nin semalarına artık hiç susmamak üzere Ezan-ı Muhammediye’yi duyurmuştu. Allah Resulü Kâbe’nin avlusunda durmuş, kendisine gelen yüzlerce meseleye çözümler getirmeye başlamıştı. Bir anda Efendimiz (sas) yaşlı, beli bükülmüş, eli bastonlu bir ihtiyar hanımın kendine doğru geldiğini görmüştü. Hemen haykırmıştı: “Açın yolu, gelen hanıma yol verin.” Emir yerine getirilmiş, yollar açılmış, ihtiyar hanım adım adım Allah Resulü’nün huzuruna gelmiş, Efendimiz sırtındaki cübbeyi çıkarıp yere sermiş, bu hanımı yanına oturtmuş ve onunla sohbet etmeye başlamıştı. Allah Resulü o kadar içten, bu ihtiyar hanım ile sohbet ediyordu ki, tüm sahabe heyecanla kadının kimliğini merak etmeye başlamışlardı. Efendimiz zaman zaman gülüyor, zaman zaman duygulanıp ağlıyor, zaman zaman hiç konuşmadan bakışlarını maziye dikiyordu. Derken ihtiyar hanım bir müddet sonra gitmiştir. Aişe validemiz büyük bir merak ile Efendimiz’in yanına gelmiş: “Ya Resulallah! Kimdi biraz önceki yaşlı hanım? Onunla neler konuşuyordunuz?” diye sormuş. Allah Resulü : “Ey Hümeyram! Gelen Hatice’min arkadaşıydı; onunla Haticeli günleri zihnimizde canlandırdık.” demişti. Efendimiz orada isim vermiyor ama ihtimaldir ki gelen evliliklerine vesile olan Nefise bint Münye’dir.
O anda Aişe validemiz dayanamayacak ve diyecektir ki: “Ya Resulallah! Nedir hep Hatice Hatice deyip duruyorsun. Allah şimdi ondan daha hayırlısını ve gencini sana nasip etmişken sen yine de hep Hatice Hatice diyorsun.” Bir anda Efendimiz’in mübarek yüzünün rengi değişmiş, kızdığı zaman alnındaki mübarek damar şişerdi, yine şişmiş ve Aişe’nin şahsında Hatice’nin değerini âleme duyurmak adına şöyle demişti: “Hayır vallahi! Allah Hatice’den daha hayırlısını bana nasip etmedi. Herkes beni yalanlarken o beni doğruladı. Herkes kapıları yüzüme kapatırken o kapısını bana açtı. Herkes beni malından mahrum ederken o malı ile mülkü ile bu risalet davasını destekledi. Şimdi söyleyin onun gibisi var mı?”
Vefa abidesi vefalı eşi Hatice’yi işte yıllar sonra bile böyle bir vefa ile anıyordu. Aişe validemiz Efendimiz’in nazarında Hatice’nin kıymetini çok iyi anlamıştı ama yine de kıskanmadan da edemiyordu. Buharî’de geçen bir rivayette bunu açıkça söylüyor ve diyordu ki: “Onunla aynı zamanı paylaşmama rağmen Hatice’yi kıskandığım kadar hiçbir kadını Efendimiz’den kıskanmadım. Çünkü Efendimiz Hatice’yi o kadar çok anıyordu ki bir an olsun onu unutmuyordu. Ne zaman evimizde bir koyun veya keçi kesilse hemen bir parçasını ayırır, ‘Bu pay Hatice’nin akrabalarının ve arkadaşlarınındır.’ der onlara gönderirdi. Bir gün dayanamadım; Efendimiz’e bu sevginin nedenini sordum. Efendimiz dedi ki; “Ey Aişe! Ben, en çok Hatice’yi seviyorum. Seven; sevdiklerinin sevdiğini de sever.” (Buhari, Menakibü’l-Ensar, 19, 21)
Vefayı vefa sultanından öğrenmeye devam ediyoruz: Efendimiz bir gün yolda yaşlı bir hanım gördü, onu görür görmez, o kadar sevindi ki, hemen yanı başına oturttu; onunla sohbet etmeye başladı ve daha sonra da ona ikramlarda bulunarak, yolcu etti. Bu tabloyu izleyen Sahabe, meraklanmış, o hanımın kim olduğunu öğrenmek istemişlerdi. İçlerinden biri sormuş: “Ya Resulallah! Kimdi o hanım, sizi bu kadar sevindirdi?” Efendimiz demişti ki: “O Ümmü Züfer’dir. Mekke’de evimize gelir, Hatice’min saçlarını düzeltir, onu süslerdi.”
Hz. Hatice’ye ait her hatıra Efendimiz’i böyle heyecanlandırıyor, yıllar önce Mekke’de evlerine gelip, Hatice validemizin saçlarını düzelten bir hanım bile unutulmuyor, sevgilinin hatırına o da vefa sultanından ikram görüyordu.
Yine başka bir gün hücre-i saadetin dışından biri içeriye girmek için izin istedi. O anda Allah Resulü Aişe’nin odasındaydı. Efendimiz dışarıdan izin isteyen sesi duyar duymaz, bir anda ayağa kalktı: “Allah’ım! Bu izin isteyiş evimin sultanı Hatice’nin izin isteyişidir. Muhakkak ki gelen Hatice’nin kız kardeşi Hâle’dir. Allah’ım! Ne olur gelen Hâle olsun!” dedi. Evet, gelen Hâle idi. Allah Resulü aradan yıllar geçmesine rağmen Hatice’sinin izin isteyişini unutmamış, yıllar geçmesine rağmen hanımının hatırına kız kardeşine saygı ve hürmeti esirgememişti.
Müslim’de geçen bir rivayette Efendimiz (sas) Hz. Hatice’ye olan sevgisinin kaynağını bizim üzerinde saatlerce tefekkür etmemiz gereken bir ifade ile dile getirir. Ne der biliyor musunuz? “İnni ked ruziktü hubbeha/ Muhakkak ben onun yani Hatice’nin sevgisi ile rızıklandırıldım.” Hadi gelin bu sevgiyi anlayın, nasıl anlayacaksınız?
Allah Resulü yirmi beş yıllık hayat arkadaşını, yar ve yardımcısını o günün insanına da, bu günün insanına da elini semaya kaldırarak şöyle açıklayacaktı: “Semanın en hayırlı hanımı İsa’nın annesi Meryem, yeryüzünün en hayırlı hanımı ise Hatice’dir.”
Yine Efendimiz bir gün: “Hanımlar âleminin en hayırlıları şu dört hanımdır: İmran’ın kızı Meryem, Huveylid’in kızı Hatice, Muhammed’in kızı Fatıma ve Firavun’un hanımı Asiye” (Buhari, Ehâdisi’l-Enbiya, 27; Tirmizi, 3878)
Hz. Hatice validemizin değer ve kıymetinin ne olduğunu anlayabileceğimiz birkaç numune bunlar… Onun değer ve kıymetini ifade eden daha nice farklı rivayetler vardır. Hatice validemizin yaşadığı hayat tek cümle ile “Peygamber evine nasıl hanım/sultan olunur?” sorusunun cevabı niteliğindedir.
Hz. Hatice annemizin hayatının her karesi bugünün dünyasında yaşayan kadın-erkek herkese çok önemli mesajlar vermektedir. Bu mesajlardan beş tanesini paylaşarak yazımızı nihayete erdirelim.
Nedir bu mesajlar?
1- Zaman ve mekân her ne kadar iffet perdesini aralayıp, edebi ve hayâyı hayatın dışına itse de, sen çağın Hatice’si ol ki, tahire kalıp, tahir olan biri ile yastığını birleştirebilesin.
2- Muhabbet evliliğin en önemli azığı ve işin olmazsa olmazıdır; bundan dolayı onu her daim canlı tutmalısın; böyle yap ki, gerçek manada sevdiğin için sevilebilesin.
3- Vefa, unutmamak, unutturmamaktır. Vefa, sevmek, sevdiğinin sevdiklerini de sevmektir. Vefa, bir ömür sevdiğinin yolundan yürümektir. Öyleyse menfaati değil, merhameti işin temeli olarak edin ki, vefalı olabilesin, vefalı kalabilesin.
4- Eşine karşı güven duyman, onun da sana karşı güven duymasını sağlayacaktır. Eşine ve yaptığı işine saygılı ol, güven duy, alakalı ol; böyle davran ki, başa bir şey geldiğinde ilk gelinen liman sen olabilesin.
5- Hatice gibi hanımlar bekleyen erkekler, Muhammedî ahlakı kuşanmış erkekler bekleyen hanımlar, bu iş beklemekle olmaz; yaşamakla olur; yaşa ki, bulabilesin.
Hayatını hayat, ahlakını ahlak, vefasını vefa, fedakârlığını fedakârlık ve iffetini iffet olarak edinme duası ile…
Muhammed Emin Yıldırım