Sahâbe içerisinde çok önemli bir yeri olan Sa’d b. Muâz’ın (ra) iman üzere yaşadığı hayatın toplamı 6 yıldır. Peygamberimiz (sas) ile beraberliği sadece 5 yıldır. Efendimiz (sas) ile beraber 3-4 gazveye ancak katılmıştır. O, ne Kur’ân’ı baştan sona ezberlemiş ne Suffa’da çok iyi bir tâlim ve terbiyeye tabi olmuş da bunun neticesinde ciddi bir ilmi seviye kazanmış ne de malını Allah (cc) yolunda defaatle infak edecek bir zemin bulmuştu. Peki, ne yapmıştı ki böyle bir ödülün, böyle bir ilahi taltifin muhatabı olmuştu? Sebebi şu idi: Risalet davasının sıkıştığı bir zamanda, o davanın muallimine kol-kanat germiş, ihlâsla bir adım atmış, Yesrib’in Medine olmasında çok önemli bir rol oynamış, bu ise gayretullaha müspet manada tesir etmiş ve netice de böyle bir iltifât-ı rabbanîyenin sebebi olmuştu.
Hayat Defterinin Sayfalarını Aralarken…
Sa’d b. Muâz, 30’lu yaşlara geldiğinde, Efendimiz (sas) Mina’daki çadırları dolaşırken en son 6 delikanlının çadırına varır ki o çadırda Sa’d b. Muâz’ın teyzesinin oğlu olan Es’ad b. Zürâre ve beş arkadaşı vardır. Onların biat edip iman etmesi ile imanın mesajları o günlerde Yesrib’e girer. Bir sene sonra Es’ad b. Zürâre, 12 kişi ile Akabe’de tekrar Efendimiz (sas) ile buluşur, biat bitince onlar bir Kur’ân muallimi talebinde bulunurlar, Efendimiz (sas) de onlara hiç düşünmeden Mus’ab b.Umeyr’i verir. Hz. Mus’ab’ın Yesrib’e gelişi ile yepyeni bir süreç başlar ve öyle bir noktaya gelir ki Yesrib’de bu iman davasından haberdar olmayan hiç kimse kalmaz. Duyanlardan biri de Abdüleşheloğulları’nın lideri Sa’d b. Muâz’dır. Mus’ab’ın Yesrib’e gelişinin üzerinden daha bir ay geçmemiştir; Mus’ab insanları bu yeni mesaja taşırken bir gün Es’ad b. Zürâre ile birlikte Abdüleşheloğulları ve Zaferoğulları’na ait mahallelere gelmişlerdi. Orada bulunan bir bahçede Marak kuyusunun başında insanları toplamış, onlara bu yeni dinin mesajlarını aktarıyorlardı. Onların bu faaliyetlerinden rahatsız olanlar da vardı. İşte onlardan biri de Sa’d b. Muâz’dı. O anlarda, Sa’d b. Muâz, Üseyd b. Hudayr ve bir kısım Evslilerin ileri gelenleri,oraya yakın bir yerde toplanmış kendi aralarında sohbet ediyorlardı. İşte o an biri geldi ve Sa’d’a dedi ki: “O senin kızdığın ve hakkında endişe duyduğun Mekkeli genç, teyzenin oğlu Es’ad ile beraber Marak kuyusunun başında insanları toplamış onlara yeni dine ait bir şeyler anlatıyorlar.” Sa’d bu sözleri duyunca çılgına döndü; hemen ayağa kalktı Üsyed’e bağırarak dedi ki: “Git oraya, bizim zayıf iradeli adamlarımızın aklını çelen o iki adama hadlerini bildir. Sen bildirmezsen ben gelir bildiririm. Aslında direk ben gideceğim ama teyzemin hatırına gitmiyorum, yoksa gidip önce o Mekke’li genci buralara getiren Es’ad’a haddini bildirmem lazım” diyordu.
Bu sözler üzerine Üseyd, hemen kalktı mızrağını eline aldı, kılıcını beline taktı. Üseyd ile Sa’d arasında, aynı kabileden olmanın dışında şöyle bir yakınlık daha vardı: Sa’d, Üseyd’in halası ile evliydi. [21] Bundan dolayı da araları çok iyiydi. Üseyd büyük bir kızgınlıkla Marak kuyusuna doğru yürümeye başladı. Es’ad onun gelişini görünce; Mus’ab’a dedi ki: “Gelen bu kavmin efendilerinden, en zekilerinden, en güçlülerinden ve en fazla sözü dinlenenlerden biridir. Ona göre…” Üseyd geldi; elindeki mızrağı tam Mus’ab’ın önüne doğru attı, toprağa sapladı ve Mus’ab’ı hiç muhatap almadan direk Es’ad’a döndü ve dedi ki: “Bu yabancıyı neden topraklarımıza getirerek, zayıf iradeli insanlarımızı kandırmasına ve onların akıllarını çelmesine izin veriyorsun.” Daha Es’ad, ona cevap vermeden, yüzünden tebessümler yayılan bir hal ile Mus’ab; “Ey Kavminin Efendisi!” diye nida ediyordu. Üseyd, sert, haşin ve her şeyi yapmaya hazır bir şekilde gelmiş, onlardan da sert bir cevap beklerken, Mekkeli yabancı adam çok sakin, vakarlı ve karşıdaki insanın meziyetlerini dikkate alarak ve kendinden çok emin bir halde bir nida da bulunuyordu. Mus’ab’ın o nidası ile o ana kadar Mus’ab’a bakmayan Üseyd başını kaldırdı ve Mus’ab’a baktı. Mus’ab bir ay gibi parlıyordu. Yüzünde tebessüm vardı. Malumunuz, tebessüm çok güzel bir tebliğ aracıdır. Bundan dolayı Efendimiz (sas) tebessümün sadaka olduğunu söylemiştir.
Mus’ab, Üseyd’in kendine baktığını görünce sözlerini sıraladı: “Ey Kavminin Efendisi! Sen buraya bizi kovmaya geldin, ben sana bundan daha hayırlısını söylesem yapar mısın?” Üseyd meraklandı: “Neymiş daha hayırlısı?” dedi. Mus’ab konuşmasına devam etti ve sözünün sonunda Üseyd iman etti. Üseyd b. Hudayr, iman ettikten sonra Mus’ab ile Es’ad’a diyordu ki: “Benim arkamda bir adam daha var, eğer o adamı ikna eder de kazanırsanız, bilin ki onun kabilesinden hiç kimse ona itiraz edemez, onun peşini bırakmaz.” Es’ad anlar, onun Sa’d b.Muâz’dan bahsettiğini: “Hele sen onu buraya gönder de gerisi Rabbimize kalmış, o dilediğine hidayeti nasip eder, dilediğine etmez” demişti. Üseyd: “İnşallah onu size göndereceğim” der ve Sa’d’a doğru gider.
Öldürmeye Doğru Giderken Dirilenlerden
Üseyd b. Hudayr, saatler sonra dönünce, Sa’d biraz ona da kızar, bakar ki gelen odur; yanındaki insanlara döner ve der ki: “Vallahi! Üseyd gittiği gibi gelmiyor; baksanıza giderken siması nasıldı, şimdi nasıl?” Doğruydu, sadece değişen Üseyd’in elbiseleri değildi; Üseyd’in öfke ve gadap ile dolan siması gitmiş, onun yerine şimdi tebessüm ve vakar ile dolan bir sima gelmişti.” Üseyd geldi; daha konuşmadan Sa’d ona dedi ki: “Ne yaptın? Halletin mi?” Üseyd; “Evet, onlarla konuştum.” “Peki, ne oldu?” dedi Sa’d. Üseyd dedi ki: “Onlarla konuştum, bence endişelenecek bir şey yok; ama o Mekkeli genç çok farklı şeyler söylüyor; bir de sen onunla konuşsan bence daha iyi olur.” Üseyd; Müslüman olduğunu söylemiyor, çünkü o anda böyle bir söz çok ters tepebilir, onun o an için tek derdi; Mus’ab ile Sa’d’ı buluşturmak; çünkü Sa’d da sözden anlayan biridir; o meclise girince, o da ancak kendisi gibi çıkacaktır. Sa’d b. Muâz o anda büyük bir öfke ile ayağa kalktı; Üseyd’e: “Ben, bu meseleyi halletmen için seni gönderdim, sen ise gidip gelmiş, onların güzelliklerinden bahsediyorsun. Anlaşıldı ki bu iş yine bana kaldı” dedi. O da mızrağını ve kılıcını alarak Marak kuyusunun yolunu tuttu. Es’ad, onun gelişini görünce, Mus’ab’a haber verdi; “Gelen Sa’d’dır; eğer onu kazanırsak bu iş tamamdır” dedi. Mus’ab o an ellerini kaldırdı: “Rabbim dedi; ihlâsımı ziyadeleştir; ihlâsımı arttır.” diye dua etti. O bir ihlâs kahramanı idi; ama buna rağmen bu duayı yaptı. Neden peki? Çünkü Mus’ab çok iyi biliyordu ki sözü söyleyen insandır, kendisidir; ama söze tesir veren Allah’tır. Kalpler onun elindedir. O dilemedikçe hiçbir şey olmaz; o dilemedikçe, en güzel sözler bile karşılıksız kalabilir. Sa’d b. Muâz, Üseyd’den daha da öfkeli bir şekilde Marak kuyusuna doğru yürüdü. Hatta öldürmeyi bile aklından geçiriyordu. Ama Sa’d da niceleri gibi öldürmek için çıktığı bu yolda şimdi dirilecekti. Önce teyzesinin oğlu Es’ad’ın yakalarına yapıştı: “Eğer aramızda akrabalık bağı olmasa idi, hiç kimse seni benim elimden alamazdı” dedi. Sonra Mus’ab’a döndü ve ona tehditler yağdırmaya başladı: “Sen ne hakla bizim toprağımıza gelir, gençlerimizin kafalarını karıştırır, yıllarca atalarımızın inandığı dinden başka şeyler söylersin; çabuk burayı terk et, yoksa gözünün yaşına bakmaz ve seni de Es’ad’ı da elimdeki şu kılıç ile buralardan çıkarırım.” Sa’d, öfke ile yoğrulan bakışları ile bu sözleri haykırırken, Mus’ab yine gayet sakin ve vakarlı bir halde ona bakıyor ve Üseyd’e dediği gibi şöyle diyordu: “Ey kavminin büyüğü! Sakin ol, sadece sözümü biraz dinle; sonra ne dersen onu yaparız. Git dersen gider, kal dersen kalırız, sadece biraz beni dinle!” Mus’ab öyle bir söz kullanmıştı ki Sa’d hiçbir şey diyememişti. Öyle ya; Mus’ab’ın sözünü dinleyecek, sonra Sa’d ne derse, o da onu yapacaklardı. Bunun üzerine Sa’d; “Söyle bakalım ne diyeceksin” dedi. Mus’ab, Besmele ile söze başladı. Mus’ab’ın dilinden; aslında dilinden değil, yüreğinden çıkan iki isim Sa’d’ın yüreğinin tellerine dokunmuştu. Rahman ve Rahim; öfke ile yanan yüreğine bir anda bir serinlik vermişti. Sonra Mus’ab, Kur’ân’dan bazı ayetler okumuştu. Ayetler okundukça Sa’d değişiyor, farklılaşıyor, âdeta eriyordu. Bir müddet sonra Sa’d, artık farklı bir havaya girmişti, gönül sandıklarının kilitleri açılmıştı, işte o an o güzel mecliste Sa’d’ın şu sözü yankılanır olmuştu: “Peki, bu dine girmem için ne yapmam gerekiyor!” Mus’ab, şehadet cümlesini söylüyor, arkasından Sa’d da dilinden o büyük cümleyi bir daha düşürmemek üzere tekrar ediyordu, Es’ad b. Zürâre ise o anlara tekbirleriyle eşlik ediyordu.
İman-Amel-Temsil ve Tebliğ
Sa’d b. Muâz öğreneceklerini öğrendikten sonra evine döndü, sonra kavmini topladı; bütün Evs ahalisini; onlara önce kendini takdim etti: “Beni nasıl bilirsiniz?” dedi. Onlar: “Sen bizim ulumuz, büyüğümüz ve efendimizsin” dediler. “Size bir şey söylesem bana inanır mısınız?” dedi. Onlar: “Evet kesinlikle inanırız” dediler. Sa’d devam etti: “Ben bugün Mekke’den gelen elçi Mus’ab’ın sözlerini dinledim. Vallahi şu ana kadar böyle güzel bir söz dinlememiştim. Allah’a yemin olsun ki o sözler Allah’ın katındandır. Çünkü bir beşer o sözleri söyleyemez. Ben de o sözlere iman ettim ve Müslüman oldum. Şimdi sizin de o sözlere inanmanızı istiyorum. Eğer inanırsanız kardeşlerimsiniz; eğer inanmazsanız Allah’a yemin olsun ki kadın erkek hiçbiriniz ile konuşmayacak ve sizlerle konuşmayı kendime haram kılacak, yasaklayacağım.”
Bu sözler üzerine Evs kabilesinin büyük bir kısmı o gün Sa’d’ın vesilesi ile iman edecekti. Mus’ab, sadece Sa’d’ı kazanacak, Sa’d ise neredeyse Yesrib’in yarısını kazanacaktı. Bakın o günü Mus’ab b. Umeyr nasıl anlatıyor: “Allah’a yemin ederim ki o gün akşam olmadan önce Abdüleşheloğulları mahallesindeki erkek ve kadınların tamamı İslâm’a girdi. O gün, Abdüleşheloğulları mahallesi, halkı tamamen Müslümanlardan meydana gelen ilk mahalle olma şerefine nail oldu.”
Arşı titreten ameli görüyor musunuz?
O günden sonra Mus’ab’ın yeri Sa’d’ın evi ve yanı olacaktı. Sa’d, Mus’ab’ın en büyük yardımcılarından biri olacak ve böylece imanın mesajları Yesrib’de kök salacaktı. Öyle bir hale gelecekti ki bir yıl içerisinde Medine’de imanın girmediği ev kalmayacaktı. Bir yıl sonra Mus’ab, Akabe’ye arkasında 73 erkek, 2 kadın 75 kişi ile yürüyecekti. Tarihe 2. Akabe Biatı diye geçen o biata Sa’d b. Muâz katılamayacak, onun ailesinden Useyd b. Hudayr, Ebu’l-Heysem ve Seleme b. Selâme o biatta yerlerini alacaklardı. Sonrasında Yesrib’in kapıları imana tamamen açılacak, Müslümanlar gruplar halinde Medine’ye hicret edeceklerdi, en son Efendimiz de (sas) hicret edip Medine’ye gelecekti.
Yesrib, Medine Oluyor
Mescid-i Nebevî’nin inşasının ardından yapılan ensâr-muhacir kardeşliğinde Sa’d’ın nasibi bir rivayete göre Ebû Ubeyde b. Cerrah, bir diğer rivayete göre -ki bu daha isabetlidir- Mekke’nin Sa’d’ı, Sa’d b. Ebî Vakkas olacaktı. Efendimiz (sas) muhacirlerin Sa’d’ını, ensârın Sa’d’ına kardeş kılacaktı. Onlar da çok kısa bir zamanda, Medine’de bir kardeşlik destanı yazacaklardı.
Artık Medine’de her Müslüman için yepyeni bir dönem başlamıştı. Sa’d b. Muâz da bu yeni dönemde, işin her safhasında kendine yakışan bir kamet ile yerini almıştı. O bir taraftan ticaretini devam ettirirken, bir taraftan da imanın sorumluluğunu yerine getirmeye çalışırdı. Hicretin ilk aylarında Sa’d b. Muâz ticari bir maksatla Mekke’ye gelmiş, o günler daha Müslüman olmamış çok iyi tanıdığı Saffan b. Ümeyye’nin evinde de misafir olmuştu. Dönmeye hazırlandığı anlarda Saffan’a, Kâbe’yi tavaf etmek istediğini söylemişti. Saffan, onun hakkında biraz endişelenmişti. Çünkü o Medineli idi, Medineliler ise Peygamber’e (sas) kucak açmışlardı, bu yüzden ortam biraz gergindi. Bundan dolayı Saffan, öğlen vaktinin daha iyi olacağını söyledi ve öğlen vaktinde onu yanına alarak Kâbe’ye gitti. O anda Ebû Cehil ile Ümeyye b. Halef de orada idiler, Sa’d’ı görünce çılgına döndüler ve aralarında sözlü bir atışma oldu. Onlar Sa’d’a hakaret ediyorlardı, Sa’d da onlara cevap veriyordu. Söz bir noktaya gelince Sa’d, Ümeyye b. Halef ’e dedi ki:
“Ben peygamberimden senin yakın bir zamanda öldürüleceğini duydum.” Bu söz bir anda Ümeyye b. Halef ’i âdeta yıktı, dedi ki: “Bunu Muhammed mi söyledi?” Sa’d “evet” dedi. Ümeyye korkudan ne yapacağını şaşırdı, çünkü sözü söyleyen dost-düşman herkesin üzerinde ittifak ettiği bir isim olan Muhammedü’l-Emin’di. O günden sonra Ümeyye hep bu korku ile yaşadı, hatta Bedir’e gelmemek için epey bahane üretti, ama Ebû Cehil’in baskısı ile geldi ve en son Bedir’de Bilâl’in eliyle o gün haber verilen ölümü tattı.
Arş’tan Gelen Haberler
Sa’d b. Muâz’ın hayatı kısa ama bereketli bir hayattır. Hendek’te yaralanıp, Medine’ye gelince, Efendimiz (sas) onu birkaç kez ziyarete gitmişti. Son ziyaretinden döndüğü gece, Efendimiz’e (sas) Cebrail geldi: “Bu gece senin ümmetinden ölen kişi kimdir? Onun ölümüyle bütün gök ehli birbirlerini müjdeledi. Onun vefatı ile arş titredi, sallandı” dedi. Efendimiz (sas): “Ben bilmiyorum. Ancak dün akşam Sa’d çok hasta idi, Sa’d mı?” diye sordu. Cebrail: “Evet, Ey Allah’ın Resûlü! Sa’d vefat etti! Kavmi gelip onun cenazesini mahallelerine götürdüler” dedi. Bunun üzerine Efendimiz (sas), Sa’d’ın evine doğru koşmaya başladı. Cübbesini toplamış, öylece koşuyordu. Onu gören sahâbe de koşuyordu. Ama onlar bir türlü Efendimiz’in (sas) hızına yetişemiyorlardı. İçlerinden biri; “Ya Resûlulllah! Vallahi çok yorulduk, söyler misiniz ne oldu?” Efendimiz (sas) ise bir taraftan koşuyor, bir taraftan ise şöyle diyordu: “Cebrail bana Sa’d’ın vefatını haber verdi ve şu an semanın ehli bölük bölük yeryüzüne iniyorlar. Eğer onlar bizden önce Sa’d’a yetişirlerse aynen Hanzala’yı yıkadıkları gibi onu da yıkarlar da bizi o sevaptan mahrum bırakırlar. Koşun ve bu hayrı semanın ehlinden önce ele geçirin!”
Efendimiz’in (sas) Hz. Sa’d’ın evine ulaştığında, buradan sonrasını olaya şahit olan Seleme b. Eslem’den (ra) dinleyelim: “Allah Resûlü (sas), bir beze sarılı hâlde yatmakta olan Hz. Sa’d’a doğru ilerlerken birden yavaş yürümeye başladı. Biz de arkasından geliyorduk. Bize olduğumuz yerde kalmamızı söyledi. Odada bizden başka bir insan da yoktu. Resûlullah da parmaklarının ucuna basarak yürüyordu, O’na niçin böyle yaptığı sorulunca: “Odanın içini melekler doldurduğundan oturacak yer bulamamıştım. Onlardan biri bana yer verdi. Ancak o zaman oturabildim.” buyurdular. Daha sonra Efendimiz (sas) Sa’d’ın cenazesinin başına oturdu, gözyaşı döktü, ona istiğfarda bulundu. Sonra cenaze yıkandı ve defnedilmek için Baki Kabristanlığı’na doğru yola çıkıldı.
Kabir Âlemine Yolcu Ediliyor
Bu arada cenazenin taşınması sırasında herkesi şaşırtan bir hâdise daha yaşanıyordu. Sa’d b. Muâz’ın (ra) ruhu gibi cismi de heybetli idi. Onun cenazesi, sahâbîlerin elleri üzerinde giderken hiç kimse bir ağırlık hissetmiyordu. Daha sonra bu konu herkes tarafından konuşulup, çeşitli yorumlar yapılmaya başlanmıştı. Efendimiz (sas) bu konuşmaları duyunca: “Hayatımı elinde tutan Allah’a yemin ederim ki onu yetmiş bin melek taşıyordu” buyurmuştu.
Meleklerin iştirakiyle taşınan cenazenin defnine sıra gelmişti. Kabir kazılmıştı. Kazanlardan biri Ebû Saîd el-Hudri’dir. Diyecektir ki: “Öyle güzel bir koku topraktan geliyordu ki hepimiz bu kokuyu hissetmiştik. Sorduk, Efendimiz (sas) cennetin kokusu dedi.” Böylece defnedilmişti Sa’d b. Muâz; Efendimiz (sas) onun cenaze namazını 6 tekbir ile kıldırmıştı.
Yolunuz düşerse bir gün Baki Kabristanlığı’na, en sonlara doğru Hz. Ali’nin annesi Fatıma bint Esed’in kabrinin hemen arkasında iki kabir daha var, onlardan biri Sa’d’ın, bir diğer ise onun kabrini kazan Ebû Saîd el-Hudrî’nindir. Allah onlara da diğer ashâb-ı kirâm efendilerimize de rahmet eylesin, bizleri onların yollarından ayırmasın, Rabbim bizleri de böyle derin imanlara, sarsılmaz ihlâslara, ihsan şuurlarına erdirsin inşallah…
Efendimiz ve sahâbe az yaşayan; ama çok iş yaparak âleme iz bırakarak giden Sa’d b. Muâz’ı unutmadılar. Bakın vefatının üzerinden 4 yıl geçmiş, Devmetü’l-Cendel emiri, Medine’ye bakanların gözlerini kamaştıran bir ipek kumaş göndermiş. Sahâbe bu kumaşı birbirlerine göstererek kalitesini övüyorlar. O anda Efendimiz’in (sas) mübarek dillerinden dökülen cümle şu oluyor: “Siz bu elbisenin/kumaşın yumuşaklığına bakıp şaşıyorsunuz; Allah’a yemin ederim ki Sa’d b. Muâz’ın cennetteki mendilleri, kumaşları bundan daha güzel ve daha yumuşaktır.”
Sa’d b. Muâz ile cennette olmak istemez misiniz? Kim istemez değil mi? O halde onun yolundan yürümeli, yolunda kurban olduğu davaya kurban olmalı ki Allah bizi de ona kavuştursun. Duamız şudur ki cennette Rabbim onun ve diğer ashâbın sofrasında bizleri buluştursun.
Muhammed Emin Yıldırım