İstanbul’un Fatih Sultan Muhammed tarafından fethedilişinin 553. yıldönümünü idrak etmek üzereyiz. Bu hafta yazmam gereken yazıyı sizlerden özür dilerek, yine erteliyor; fetih bağlamında aslında farklı bir noktaya dikkatlerinizi çekmek istiyorum.
Büyük İslam seyyahı Evliya Çelebi’nin verdiği bilgiye göre İstanbul ancak 61. kuşatmada fethedilebilmiştir. Asrı Saadet’in hemen akabinde içlerinde bir çok Sahabenin de bulunduğu ordular İstanbul kapılarına dayanmış, burayı fethederek Allah Resûlü’nün müjdesine nail olmak istemişlerdir. Efendimizin (a.s.) kutlu sözlerinin içerisinde yer alan bu müjde 1453 yılına kadar tüm Müslümanların en önemli ideali olmuş ve İstanbul; onlar için bitimsiz bir tatlı rüyaya dönüşmüştü. Bu müjdesinde Sözün Sultanı diyordu ki: “Kostantiniye elbet bir gün fetholunacaktır; onu fetheden kumandan ne güzel kumandandır; ve onu fetheden asker ne güzel askerdir.” (Hakim, Müstedrek, 4/422—Ahmed b. Hanbel, Müsned, 4/335)
Bu kutlu müjdeyi bizzat Allah Resûlü’nden duyan yada O’nun mübarek ellerinde yetişen sahabeden işiten ilk dönem Müslümanları sizce içlerinde herhangi bir şüphe duymuşlar mıdır? Dillerinden acaba gerçekten böyle zor bir iş gerçekleşebilir mi? yada en azından akıllarından bu işin olup-olmaması yönünde soru işaretleri belirmiş midir? Bu sorulara cevap vermek için Sahabe Neslini azda olsa tanımak yeterlidir. O ilk ve örnek nesil; Sadaka Allah ve Resûlühu dediklerinde bu söz sadece onların dillerinden çıkmaz, bedenlerinin bütün hücreleriyle de buna inanır ve en küçük bir şüphe duymazlardı. Bu iddiamızı ispatlayacak yüzlerce örnekten iki tanesini sizlerle paylaşmak istiyorum.
Miladi 615 yada 616 yılında o gün dünyanın iki süper gücü olan Sasanilerle Bizanslılar karşı karşıya gelir ve Mecusi olan Sasaniler bu karşılaşmadan büyük bir galibiyet ile çıkarlar. O günler Nübüvvetin en zorlu yıllarıdır. Mekke müşrikleri Mecusilerin bu galibiyetine sevinerek Müslümanlara derler ki; Sasaniler nasıl sizin gibi Kitap mensubu olduklarını iddia ettikleri Bizans’ı yerle bir edip, sona erdirdilerse; bizde sizlerin kökünü kazıyarak sizleri bitireceğiz. Mekke’nin ileri gelenleri böyle tehditler savururken İlahî otorite Rum Sûresinde ki ilgili ayetleri indirerek müminlere çok önemli müjdeler verir. Bu müjdeleri Efendimiz’den işiten Hz.Ebubekir, hemen Mekkelilerle bu büyük haberi tartışır ve orada Übey b. Halef ile iddiaya girer. Bu iddialaşmaya göre eğer Kur’an’ın dediği gibi Rumlar, Persleri üç sene içerisinde yenerlerse Übey, Hz.Ebubekir’e on deve verecek, yok bu olay gerçekleşmez ise Hz. Ebubekir develeri verecekti. Hz.Ebubekir yüreğinde bu işin gerçekleşmesi yönünde hiçbir şüphe duymadan bu iddialaşmayı yapmış ve sonra Efendimiz’in yanına gelerek yaptığı bu işten O’nu haberdar etmişti. Allah Resulü; Hz.Ebubekir’in teslimiyetinden memnun olmuş Kur’an’ın; “Fi bid’î sinin” ifadesinin 3 sene değil; 3 ila 9 yıl arasındaki bir zaman olduğunu söylemiştir. Bunun üzerine Hz. Ebubekir Übey’e dönerek, 3 seneyi; 3 ila 9 yıl arasındaki herhangi bir yıla çıkarmış, develeri de ondan yüze yükseltmişti. Aradan 6 yada 7 yıl geçmemişti ki; Vahyin verdiği bu müjde tahakkuk etmiş, Rumlar büyük bir zafer elde etmişlerdi. Müminler o günler hem Bedir’in zaferini, hem de Kur’an’ın bu haberinin gerçekleşmesinin sevincini bir arada yaşamış, Übey’in varislerinden alınan o yüz deve de insanlara sadaka olarak dağıtılmıştı.
İkinci örneğimiz ise bir başka teslimiyet kahramanı olan Hz. Ali’dendir. Hz. Ebubekir’in hilafet günlerinde yaşanan ridde hadiseleri tüm Müslümanları derinden sarsıyordu. O günlerde İslam orduları bir taraftan baş kaldıran bu kavimlerle uğraşırken, bir taraftan da Suriye ve Irak cephelerinde Rumlara karşı savaşıyorlardı. Hz. Ebubekir Sahabenin ileri gelenleri ile Rumlara yönelik cihad için istişare ediyordu. Mecliste bulunan tüm Sahabeler şu an için bu cihadın ertelenmesini talep ediyorlardı. En son Hz. Ebubekir orada bulunan Hz.Ali’ye fikrini sordu. Efendimizin mübarek ellerinde yetişen Hz. Ali, O’ndan aldığı teslimiyet dersi ile dedi ki; “Ey Allah Resulü’nün halifesi! Yapacağını yap, Allah’ın izni ile sen muzaffer olacaksın.” Hz. Ali’nin bu güven ve kararlılık dolu sözü, meclistekileri etkilemişti. Hz. Ali sözünün devamında diyordu ki; “Resulullah bizlere Kisra’nın ve Kayser’in hazinelerini müjdelemedi mi? Bizler şu ana kadar onlarla bu düzeyde bir sıcak karşılaşmayla karşı karşıya gelmedik. İşte şimdi o fırsat elimize düştü. İnşaallah biz onları yenecek ve Resûlullah’ın o müjdesine nail olacağız.”
İşte Sahabenin Allah Resûlü’nün kutlu sözlerine karşı teslimiyetleri böyle idi. Bu teslimiyetlerinden dolayı yaşlarına bakmadan, ellerindeki imkanların azlıklarından yakınmadan, karşıdaki düşmanın güçlerini gözlerinde büyütmeden 60 kez İstanbul surlarını zorlamış, neticesinde de 23 yaşındaki bir delikanlının eşsiz emel ve gayreti ile bu müjde tahakkuk etmişti.
O gün surlarda yükselen tekbir seslerine bir ses daha iştirak ediyordu. O ses İstanbul’da metfun 60 sahabenin sesi idi; komutanları Ebu Eyyüb El-Ensari’nin öncülüğünde Sadakte Ya Resûlallah diye haykırıyorlardı. Yoksa siz bu sesi duymadınız mı?
Muhammed Emin YILDIRIM