Son Vahyin ilk muhatapları olan Sahabe neslinin, Kur’an Anlayışları bizim için çok büyük bir önem arz etmektedir. Bugün özellikle din sahasındaki meselelerde, köklerimiz olan bu bahtiyarlar topluluğunu dikkate almadan yapılan tartışmalarla, bir yerlere varılamayacağı kesindir. Bazen bilinçli, bazen bilinçsiz, bu önemli alanın ihmalinden şimdilerde çokça tartışılan başörtüsü meselesi de nasibini almakta, ilgili ayetlerin nüzul ortamı/iniş üssü dikkate alınmadan üzerinde fırtınalar estirilmektedir. Ne yazık ki, bazıları genelde tesettürü, özelde de başörtüsünü, Müslüman hanımlara farz kılan Nur Sûresinin 31.ayetini de, sözün bağlamından kopararak anlamaya yada anlamamaya çalışılmakta ve Kur’an üzerinden, Kur’an’a tabi olan hanımlarımızı mahkum etmeye kalkışmaktadırlar.
Malum çevreler ilgili ayette emredilen örtünün; “başörtüsü değil, boyun örtüsü” olduğunu iddia ederlerken sarıldıkları delil, o günün insanın çıplak dolaştıkları, hatta Kâbe’yi çıplak tavaf ettikleri gerçeğidir. (!) Peki, bu iddia doğrumudur? O günün insanları tamamen çıplak olarak mı dolaşmakta ve bu halde mi Kâbe’yi tavaf etmektedirler? Öncelikle şunu söyleyelim ki; o gün için Kâbe’nin birileri tarafından çıplak tavaf edildiği doğrudur; ama bu halkın tamamı için değil, sadece imkânı sınırlı olanlar için geçerlidir. Nasıl mı?
Özellikle Mekke ahalisi kendilerini Harem’in asli sahipleri olarak gördükleri için, kendilerine “Hums” dışarıdan gelenlere ise “Hılli” adını vermişlerdi. Bu sınıflandırmaya göre dışarıdan gelen bir Hılli, kendi elbiseleri ile Kâbe’yi tavaf etmemeliydi. Çünkü o elbiselerle günah işlemiş olabilirdi. Bunun için Hums’tan olan birinin elbisesini çok ciddi bir para karşılığında kiralamak zorundaydı. İmkânı olan zaten bastırır parayı, alır elbiseyi onunla tavaf ederdi. İmkânı olmayan ise günahlara bulaşmış elbisesi ile tavaf edeceğine, çıplak tavaf etmeyi daha uygun görürdü. İşte o gün için sosyal bir gerçeklik olan bu meseleyi devrin insanın çıplak olduğuna delil olarak getirmek doğru bir iddia olmayacaktır. Kaldı ki, başörtüsünü emreden ayetin genel üslubundan da anlaşılacağı gibi, değil devrin kadınlarının çıplak olduğu, yeterli düzeyde olmayan bir başörtüsü kullanımının var olduğunu ve Kur’an’ın işte zaten var olan bu başörtülerini daha doğru bir hale kavuşturma düzenlemesi yaptığını anlamakta zorlanmamaktayız.
Kur’an’ın nüzul olduğu o coğrafyayı tam anlamı ile araştırmayanlar, bu ayeti ne yazık ki devrin kadınlarının tamamen örtüsüz olduğu şeklinde bir ön kabul ile anlamaya çalışıyorlar, hadi kendileri neyse, bizim de onlara inanmamızı istiyorlar. Ama biz biliyoruz ki, cahiliye Araplarında bile örtü, kadının bir hürriyet ve saygınlık alametiydi. Ve gelen Kur’anî emirler ise, hür kadınlarda zaten var olan başörtüsüne yeni bir düzenleme getirmekten ibaretti. O halde tam bu noktada şu soruyu soralım: Bu düzenleme geldiği zaman Sahabe, gelen bu emre nasıl bir karşılık vermiştir?
Ayetler inince Kur’an’ın başmuallimi olan Efendimiz (s.a.v.) her zaman yaptığı gibi, müphem olan bazı ifadeleri beyan ederdi. Yani, kapalı bazı ifadeleri daha açık bir halde, hatta çoğu zaman fiili uygulama ile Sahabeye izah ederdi. Başörtüsünü emreden ayette nazil olduktan sonra, Efendimiz yanına gelen baldızı Esma binti Ebubekir’in şahsında bu ayetin nasıl uygulanacağını göstermiştir. Hz. Aişe’nin rivayet ettiği bu olaya göre; Hz. Esma üzerinde ince bir elbise olduğu halde Efendimiz’in yanına gelmiş, Allah Resulü önce bu halden hoşnut olmadığını mübarek başını çevirerek ona hissettirmiş, sonra da şöyle buyurmuştu: “Ey Esmâ! Şüphesiz bir hanım ergenlik çağına ulaşınca onun şu ve şu yerlerinden başkasının görünmesi uygun değildir.” Hz. Peygamber bunu söylerken fiili olarak da, yüzünü ve ellerini gösteriyordu. Efendimiz’in bu fiili işaretleri aslında Nur Süresi 31. ayette geçen; “illâ mâ zahera minhâ yani görünmesinde sakınca olmayan yerler müstesna” ifadesinin nereler olduğunun bir izahıydı.
Hz. Aişe validemiz yine bize bu ayetin Sahabe’de nasıl karşılık bulduğuna dair güzel bir açıklamada bulunur. Derki: “Allah muhacir hanımlara rahmet etsin; onlar, Nur Sûresinin 31. ayeti inince, bu emre icabet etmek için hemen eteklerindeki fazla kumaşları kesip bunlardan kendilerine başörtüsü yaptılar.”
Yine Hz.Aişe benzer ifadeleri Ensar’ın hanımları içinde kullanır. Onlar hakkında da der ki: “Nur suresindeki ayet inince, onların erkekleri bu ayetleri okuyarak evlerine döndüler. Bu erkekler eşlerine, kızlarına, kız kardeşlerine ve hısımlarına bu ayetleri okudukları zaman, o hanımlar, anında bu emre icabet ederek her biri etek kumaşlarından, kendilerine başörtüsü hazırladılar. Ayetin inişinin hemen ertesi sabahında ise hepsi, Hz. Peygamber’in arkasında başörtüleriyle sabah namazına durdular.”
İşte Sahabe hassasiyeti böyleydi; onlar tüm emir ve yasaklara böyle canlı ve sıcak bir karşılık verirlerdi. Hal böyle iken, onların yollarını izlemek varken, başka yollara sapmanın nasıl bir izahı olabilir ki?
Muhammed Emin YILDIRIM