Âiz b. Amr; Müzeyne kabilesine mensup ve Ebu Hübeyre lakabı ile meşhur biridir. Kaynaklarda bu yüce sahabînin ne zaman Müslüman olduğuna dair net bir açıklama yoktur; ama Rıdvan Beyatı’na katılan 1400 sahabîden biri olduğu kesindir. Ayrıca Huneyn gazvesine katıldığı ve bu gazvede ciddi bir biçimde yaralandığını, daha sonra Efendimiz’in (s.a.v.) dua ve müdahaleleri ile tedavi edilip, iyileştiğine dair rivayetler vardır.
Hayatına dair malumatları okuduğumuz kaynaklardan Âiz b. Amr’a ait çok geniş bilgilere ne yazık ki rastlayamıyoruz. Ama aynı kaynaklar onun hakkında önemli iki olayı aktarmaktadırlar. Bu olaylardan ilkini geçen haftaki yazımızda yazmıştık; bu yazımızda da ikinci olayı aktarmaya çalışalım. Bugün aktaracağımız olay, aslında bizlerinde sahabeye bakışlarımızın nasıl olması gerektiği noktasında çok önemli bir mesaj niteliği taşımaktadır.
Âiz b. Amr, Resulullah’ın vefatından sonra Basra’ya yerleşmiş ve burada da hayatının sonuna kadar ikamet etmişti. Basra’nın zulmü ile meşhur valisi Ubeydullah b. Ziyad (ö.67/686) bir gün bu yüce sahabîyi yanına çağırmıştı. İbn Ziyad, huzuruna getirilen ve yaşça kendisinden çokça büyük olan bu yüce İslam şahsiyetine, çok ukala bir eda ile; “Ey Âiz! Söyle bakalım, Allah Resulü’nden ne işittin?” diye sormuştu.
İbn Ziyad bu yüce sahabîden kendisini rahatlatacak, yaptıkları zulümleri meşrulaştıracak yada övecek, bir söz duyma arzusu ile bu soruyu sormuştu. Ama onun unuttuğu bir şey vardı ki, o da; karşısında duran insan sıradan biri değil, sohbet-i risalete mazhar olmuş biri idi. Âiz b. Amr, belki o sohbetlerin birinde, Efendimiz’den; (a.s.) “en büyük cihadın zalim sultanın karşısında hakkı haykırmak” olduğunu duymuştu.
Nebevî tavsiyelerden nasiplenmiş biri olan Âiz b. Amr, o sohbetlerin kendisine kazandırdığı cesaret ve yiğitlikle karşısında duran zamanın en zalim yöneticilerinden biri olan İbn Ziyad’a dedi ki: “Ben Allah Resulü’nün (s.a.v.) şöyle dediğini işittim: “Yöneticilerin en kötüsü, yönettiklerine karşı acımasız davranandır.”
Bu hadisten oldukça rahatsız olan İbn Ziyad, biraz da sinirlenerek Âiz b. Amr’a dedi ki:
“Otur yerine! Sen ancak Hz.Muhammed’in ashabının nühâlesi/ döküntüsüsün.”
Zalim yönetici İbn Ziyad’ın Âiz b. Amr’a kullandığı ifade olan nühâle; Arap dilinde eleğin üzerinde kalan işe yaramaz döküntüleri nitelendirmek için kullanılırdı. Yani; değersiz, hiçbir kıymeti olmayan, tabir yerinde ise; beş para etmeyen, ayak takımı anlamına geliyordu. İbn Ziyad sahabeden olan bu yüce insana böyle hakaret ediyordu. Ama Âiz b. Amr orada İbn Ziyad’a ve ondan sonraki zamanlarda çıkıp, Allah Resulü’nün ashabını basite alıp, onların bazılarını küçük görme seviyesizliğine düşenlere oldukça önemli bir cevap veriyordu.
Âiz ibn Amr diyordu ki: “Sahabîler içerisinde döküntü olanlar mı var? Asıl döküntüler onlardan sonrakilerin ve onların dışındakilerin içlerinde vardır.”
Âiz b. Amr, sohbet-i risalette bulunmuş, bu sohbetin değerini, kıymetini ve insana kazandırmış olduğu tesirin boyutunu çok iyi bilen biri olarak, böyle bir şerefe nail olmuş insanlar arasında döküntü olmayacağını İbn Ziyad’ın şahsında herkese ilan ediyordu.
Bu hadiseden İbn Ziyad’ın kendisine söylenen bu sözden istifade etmediğini çok iyi biliyoruz; ama biz buradaki mesajı bize söylenmiş gibi algılıyor ve buradan bize düşen asıl vazifenin ne olduğunu tespit etmeye çalışıyoruz.
O vazifede şudur ki; Efendimiz’in sohbetinde ve huzurunda bulunan herkesin hissesine bir pay düştüğü gerçeğinden hareket ederek, o yüce insanların nebevî hisselerinden pay kapma uğraşısı içerisinde olmamızdır. Gerçekten Asr-ı Saadet’te yaşama bahtiyarlığına eren bu bereketli hayatların sahipleri olan sahabîlere, o yürek çiftçisi olan Efendiler Efendisi Hz.Muhammed (s.a.v.) çok şey ekmişti. O tohumlar o günde çok meyve vermişti, bugünde halen meyve vermeye devam etmektedir. Her toprak yapısı gereği kendisine ekilen tohumu meyveye dönüştürmektedir. Bizler o meyveleri taşlayacağımıza, onlardan istifade etmenin yollarını aramamız daha isabetli bir davranış olmaz mı?
Herkes aynı meyveden yiyecek diye bir şart yoktur; ama herkesin yiyeceği, istifade edeceği meyvelerin, bu bereketli sofrada olduğu da unutulmamalıdır.
Muhammed Emin YILDIRIM