Her dinin kendine has birtakım vasıfları vardır. İslâmiyet’in kendine has özellikleri ise sünnette gözlemlenir. Gerek ilke gerekse uygulama olarak sünnet, her devir için Müslümanların ortak değerler kaynağıdır, Müslüman kimliğini oluşturan esaslardır. Sünnet; Peygamber Efendimiz’in (sas) Kur’ân-ı Kerîm’in bildirdiklerini uygulamasıdır, İslâm Dini’ni yaşama tarzıdır. Bundan dolayı sünnete uygun yaşamak, sünnete bağlılık, iman ve amel ile ilgilidir. Tabiatıyla zaman ve mekân kaydı aranmaksızın bütün Müslümanları ilgilendirmektedir.
“Bir ömür sünnete göre yaşamaya çalışmak kişinin özgürlüğünü kısıtlar mı, hayat boyu kişiyi baskı altında tutar mı?” diye sorular akla gelebilir. Sünnete uygun yaşamak, Allah Teâlâ’ya kul olduğunun bilincinde olarak yaşamaktır. Sünnete bağlılık, kişi hürriyetini kısıtlamamakta, tam aksine hayatı sünnete göre tanzim etmekte ve kişiyi başıboşluktan kurtarmakta; başka dinlerin, başka kültürlerin etkisinden korumaktadır. Ayrıca sünnette îtidâl/denge vardır. Hz. Peygamber’de nasıl aşırılık yoksa O’nun (sas) sünnetine sarılan kimse de aşırılıktan korunmuş olur. Sünnete uygun yaşanan İslâm, mûtedil ve dengeli bir Müslümanlık demektir.
Kur’ân-ı Kerîm ve hadîslerde, sünnete uymak, sünnete sarılmak gerektiğinin pek çok delili bulunmaktadır.[1] Kur’ân-ı Kerim’de Hz. Peygamber’e iman edilmesi emri[2] ve O’na (sas) inanmanın iman şartları içinde yer alması, Hz. Peygamber’in konumunu belirlediği gibi O’na (sas) uymayı gerekli kılar. Yine Kur’ân’ın, Resûlullah’ı (sas) bir alan ayırımı yapmadan mutlak olarak Müslümanlara örnek göstermesi,[3] sünnetin hayatın bütün yönlerine hitap ettiğini gösterir.
Resûlullah’a (sas) itaat edilmesi emri hatta O’na (sas) itaatin, Allah Teâlâ’ya itaat sayılması[4] sünnete uymanın zaruretini gösterir. Hz. Peygamber’e ittibâı emreden “De ki: Allah’ı seviyorsanız hemen bana uyun ki Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın”[5] âyetinde ise Allah’ı sevmenin ve O’nun tarafından sevilmenin şartı, Peygamber’e ittiba olarak gösterilmiştir. Sevgi konusunda ittibaın şart koşulması, diğer konularda Peygamber’e ittibaı, tabiî olarak gerekli kılar. Bu âyetlerde de Resûl’e itaat ve ittibâ mutlak olarak bildirildiğinden her konuda sünnete uymak zorunluluğu vardır. Kur’ân-ı Kerîm’deki delillerden bir kısmında ise Hz. Peygamber’in hükmünü kayıtsız-şartsız kabul ve teslimiyet emredilir[6] ve Allah ve Resûlü bir hüküm verdiği zaman Müslümanların o işi kendi isteklerine göre seçme hakkının olmadığı bildirilir.[7] Zira Hz. Peygamber’in Kur’ân’ı açıklama görevi vardır,[8] O’nun (sas) görevinin sadece âyetleri duyurmak olmaması, Kur’ân dışındaki söz ve uygulamalarına da uymayı gerektirir. Sünnete uymayı, sünnete sarılmayı genel ve öz bir biçimde şu âyet ifâde eder: “Resûl size ne verdiyse alın, sizi neden nehyettiyse ondan kaçının!”[9]
Konuyla ilgili sadece birkaçından bahsettiğimiz âyetlerden anlaşılacağı gibi sünnete bağlılık, herşeyden önce Kur’ân-ı Kerîm’in emridir. Bu âyetler, Resûlullah’ın (sas) değerini gösterdiği gibi sünnetinin de değerini gösterir. Kur’ân’ın emirlerine ve yasaklarına uyma konusunda gösterilen titizlik sünnete uymak konusunda da gösterilmelidir. Allah Teâlâ, Kur’ân’a uymayı nasıl farz kılmış ise Peygamberi’nin (sas) sünnetine de uymayı farz kılmıştır.
Kur’ân’ın emirleri çerçevesinde Hz. Peygamber, Kur’ân tebliğinde gösterdiği hassasiyeti, sünnet konusunda da göstermiş, kendisine uyulmasını istemiş, İslâmiyet’in sünnetteki yorumuyla yaşanması için sünnetin yerleşmesine son derece gayret sarfetmiş, Kitab ve Sünnet’e bağlı Müslüman bir nesil yetiştirmeye çalışmıştır. Âdeta Müslüman kimliği ve yaşayışının sünnetle oluştuğunu ve sünnete sarılmakla Müslüman kimliğinin sürekliliğini, İslâmî hayatın sıhhatinin sağlanacağı mesajını vermiştir.
Hz. Peygamber’in sünnete uymayan davranışlarda sahabîleri ikaz ettiğine dair birçok hadîs bulunmaktadır. Çünkü sünnete uymamanın sonuçları ağırdır. “Onun emrine aykırı davrananlar başlarına bir belâ gelmesinden veya kendilerine çok elemli bir azap isâbet etmesinden sakınsınlar”[10] âyeti, Hz. Peygamber’in emir ve yasaklarının herhangi birinin sözü gibi olmadığını göstermekte, emirlerine uymamanın sonucunun kötü olacağını haber vermektedir. Diğer yandan günümüzdeki kültürel kirlenmenin zararları, “sünnet”e uygun bir hayat tarzına, “güzel örneğe” ne kadar muhtaç olunduğunu göstermektedir. İslâm toplum hayatının aslî niteliğinin korunması ancak sünnetle mümkündür.
Kur’ân-ı Kerîm’in emri, Resûlullah’ın (sas) söz ve davranışları doğrultusunda sahâbîler sünnete bağlanmak gerektiği inancını taşıyorlardı. Bu sebeple sahâbîler, birkaç farklı tarzda yapma imkânı olan herhangi bir işi, sünnette olduğu haliyle yapmaktan asla tâviz vermemişlerdir. Hz. Peygamber hayatta iken de O’nun (sas) vefatından sonra da sürekli olarak sünnete uygun bir hayat yaşama gayreti içinde olmuşlardır.
Sahâbîlerin uygulamalarına göre sünnet; onların hayatında vazgeçilmez, bağlayıcı, İslâm dinini ihtilaflardan, yanlışlıklardan koruyucu ve belirleyici bir görev üstlenmiştir. Sahâbîler, sünneti hem ilke hem usûl olarak örnek almış ve uygulamışlardır. Onlar, sünnete bağlılık konusunda önlerine çıkan engellerle mücadele etmişler, sünnete uyulmadığında tepki göstermişler, gerektiğinde lâzım gelen şekilde müdahale etmekten asla çekinmemişlerdir. Sahâbîler, sünnete uyarken hayatlarını, Kur’ân-ı Kerîm’e göre tanzim eden bir rehbere teslim etmiş olmaktaydılar. Ashâbın önem verdiği en büyük şey, O’nun (sas) sözleri ve işleri idi. Bu, sadece Resûl-i Ekrem (sas) onlara tesir ettiği için değil, hayatlarını en ince ayrıntısına kadar Resûlullah’a (sas) göre tanzim etmeyi, Allah’ın emri telakki etmelerinden kaynaklanıyordu.
Sahâbîlerin yaşayışı önemlidir. Çünkü sünnete doğru bir biçimde nasıl uyulacağı, sünnete uygun bir hayat yaşamanın nasıl olacağını öğrenmenin en isabetli yolu, ilk Müslüman neslin, yani sahâbîlerin dînî yaşayışlarını tetkik etmektir. Sahâbîlerin dînî uygulamalarının tüm yönlerinde Hz. Peygamber’in teşviki vardır. Hadîs kitaplarında onların sünnete bakışlarını ve yaşayışlarını ortaya koyan pekçok örnek bulunmaktadır. Anahatlarıyla sahâbenin sünnet anlayışını şöyle ifade etmek mümkündür:
• Sahâbîler, en küçük ayrıntıya kadar Hz. Peygamber’in hayatını takip ederlerdi. Sünneti izlemelerinin en önemli gerekçelerinden biri, Hz. Peygamber’in bütün hayatını sünnet olarak görmeleridir. Sahâbîler, dini asıl kaynağından alabilmek için gece-gündüz demeden Hz. Peygamber’i tâkip ederlerdi. Sünneti öğrenebilmek için hiçbir fedâkârlıktan kaçmazlardı. Burada dikkat çeken bir nokta, Hz. Peygamber’in günlük hayatına gösterdikleri bu hassasiyet ve bu bilgileri rivâyet etmeleri, sahâbîlerin neleri sünnet olarak algıladıklarını açıkça ortaya koymaktadır. Bu tutum, Kur’ân’ın “örnek insan” olarak takdim ettiği Hz. Peygamber’in hayatının ayırıma tâbi tutulmadan, her yönüyle tam bir bütünlük içinde sünnet olarak benimsenmesi ve yaşanması bakımından ehemmiyetlidir.
• Sahâbîlerin sünnete bağlılıklarının bir başka belirtisi, sünneti yaşamak için özel bir gayret içinde olmalarıdır. Sahâbîler, şartların zorluğuna aldırmadan sünneti yaşamaya çalışıyorlardı. Onların bu titizlikleri, hayatlarında sünnetin yeri ve konumunun önemli göstergeleridir. Ayrıca sahâbîler, azim ve gayretlerini sünneti, dînî-gayr-ı dînî ayırımına tâbi tutmaksızın sürdürüyorlardı.
• Sahâbîlerin sünnete bakışlarının tabiî sonuçlarından ve bağlılıklarının alâmetlerinden biri, sünneti her şeyden üstün tutup, hiçbir şeyi ona eşdeğer bulmamaları ve hiçbir şeyi sünnete tercih etmemeleridir. Sünnetin alternatifi yoktu. Sahâbîlerin, sünnete bu yaklaşım ve bakışları, aslında Kur’ân-ı Kerîm ve bizzat sünnetten kaynaklanmaktadır. Sahâbîler, Kitab ve sünneti ölçü aldıkları ve düşünce yapıları bunun üzerine kurulu olduğu için sünneti itirâzsız kabul ederler, tartışmasına girmedikleri gibi tartışılmasına da tahammül edemezlerdi. Sahâbîler, sünneti başka hayat tarzlarından üstün tuttuklarından, onun yerine ikâme edilmek istenen hiçbir şeyi asla kabul etmezlerdi. Onlara göre Resûlullah’ın (sas) sünneti hiçbir şeyle değiştirilmezdi.
• Sahâbîlerin, sünnete sarılma konusunda dikkat çeken özelliklerinden biri de tereddütsüzlükleridir. Sünnet olarak öğrendiklerini veya gördüklerini zaman kaybetmeksizin, ilk fırsatta uygulamaya çalışırlar ve bundan dolayı ne ile karşılaşacaklarının hesabına ve kaygısına asla kapılmazlardı.
• Sahâbîler, herhangi bir sünneti, duydukları veya gördükleri gibi aynen uygulamaya çalışırlar, onun üzerinde en küçük bir değişiklik yapmamaya son derecede özen gösterirlerdi. Çünkü önlerindeki ilk, tek ve en güzel örnek, Hz. Peygamber’di. Öte yandan sahâbîler, umumiyetle hadîsin zâhirine göre hareket etmişler, illetini bilmedikleri emir ve yasakların illetini araştırma ihtiyacı duymamışlardır. Onlar için en büyük illet ve hikmet, o işi Hz. Peygamber’in yapmış olmasıdır. Böylece sünnete kendi görüşlerinin karışmasını büyük ölçüde önlemişlerdir. Sünneti aynen yerine getirmeğe özen gösteren sahâbîler, yeni meselelerin oluşması durumunda ise Kur’ân-ı Kerîm ve sünneti esas alarak ictihâd etmişlerdir.
• Sahâbîler, Sünnete sarılmakta taviz vermemeye gayret ederlerdi. Onların sünnetten tâviz vermemelerinin temelinde, her fiillerinde Hz. Peygamber’i örnek alma anlayışları bulunuyordu. Bu sebeple şartlara aldırmazlar, kınandıkları olursa bunlara itibar etmezlerdi.
• Sahâbîlerin, Hz. Peygamber’e bağlılıkları, pek tabiî olarak onları, arzularını sünnete göre düzenlemeye sevketmiştir. Kişinin arzularını, başka bir kimsenin arzuları istikâmetinde düzenlemesinin nefse zor gelen bir iş olduğu açıktır. Ancak tam teslimiyet; arzuları, Hz. Peygamber’e ve getirdiklerine tâbi kılmakla gerçekleşir. Sahâbîler, benlikleriyle mücâdele ederek kendi arzularını yenmişler ve duygularını; Hz. Peygamber’in arzu ve tercihlerine tâbi kılmayı büyük ölçüde başarmışlardır. Aslında onlar kadar bu konuda başarılı olmuş bir başka nesilden söz etmek mümkün değildir.
• Sahâbîlerin sünnete bağlılığı, genellikle bir dönem veya bir olayla sınırlandırılmış olmayıp hayatları boyunca devam etmiştir. Onlar, “sünnet üzere” olma çizgilerini, tavırlarını Hz. Peygamber’in tavsiye ettiği şekilde sürdürme gayreti içinde olmuşlardır.
• Sahâbîler, sünnete göre hayata bakmışlardır. Bir kimseye bağlılığın en üst göstergelerinden biri, herşeyi onun bakışı ile görmek ve “ona göre” değerlendirmektir. Tabiî olarak bu seviye, Hz. Peygamber ve onun hayatı olan sünnet, (sonuç itibarıyla din) söz konusu olduğunda çok daha yükselir. Sünnete bağlı yaşama ve bunda başarılı olma; hayatı, insanları sünnete göre değerlendirme ile mümkündür. Değerler, arzular, fikirler, tercihler onunla ölçülür ve ona yakınlık ve uzaklıklığa göre değer kazanır. Hz. Peygamber, mihenktir.
Sahâbîlerin her konuda sünnete uygun yaşamaya çalışmalarının sadece o devir için mümkün olduğunu düşünmek, dinin her zamana hitap ettiğini gözardı etmek olur. Sünnetin muhtavasının zenginliği, uygulama kolaylığı, esnekliği ve evrenselliği sahâbe döneminde olduğu gibi her dönemde ve her yerde İslâm kimlik ve kişiliğinin oluşması ve korunması için yeterli olacaktır. Önemli olan sünneti doğru olarak algılayıp maksadına uygun şekilde uygulayabilmektir.
Doç. Dr. Aynur Uraler
Siyer İlim, Kültür ve Tarih Dergisi Nisan-Haziran 2017/2 Sayı
İrtibat ve Detaylı Bilgi İçin: 0212 550 0 571
Whatsapp Abone Hattı: 0531 660 50 18
www.siyerdergisi.com
[1] Bu yazıda konuyla ilgili delillerin tamamını vermek mümkün değildir. Geniş bilgi için bk. Aynur Uraler “Sahâbe Uygulaması Olarak Sünnete Bağlılık”, İfav Yayınları, İstanbul, 2016.
[2] Bk. en-Nisâ (4), 136; el-A’râf (7), 158; et-Teğâbün (64), 8.
[3] el-Ahzâb, 33/21.
[4] en-Nisâ, (4), 80.
[5] Âl-i İmrân, (3), 31.
[6] en-Nisâ (4), 65.
[7] el-Ahzâb (33), 36.
[8] Bk. İbrâhim (14), 4; en-Nahl (16), 44.
[9] el-Haşr, 59/7.
[10] en-Nûr (24), 63.