Başlığımız yazının yönsemesini de etkileyebilecek üç önemli kavramı içinde barındırmaktadır. Dolayısıyla bu kavramların operasyonel olarak yeniden tanımlanması bir zaruret olarak görünmektedir. Diğer yandan, operasyonel tanımı zorunlu kılan bir başka husus da kavramların bugünkü akıl, zihin ve kültür dünyasındaki algılanış biçimidir. Çoğu zaman tanıdık hissi veren ve bu sebeple de üzerinde pek durulmayan bu kavramların, bugünkü ihtiyaçlar ve kültür dünyasında anlamlandırılmaya da ihtiyaçları vardır. Yoksa bize konuşmaları pek mümkün olmayacaktır. Bir de bu üç kavramın “bugün”den birbiri ile irtibat noktalarını da iyi tespit etmek gerekmektedir.
Sahâbenin, tanım olarak sağlığında Hz. Peygamber’i (sas) görmüş ve ona iman etmiş kişilere tesmiye edildiğini bilmekteyiz. Ancak İslâm’a ilk iman edenlerden başlayarak tebliğ sürecinin sonuna kadar geldiğimizde, sahâbenin sayısının oldukça artacağını hesap edebiliriz. Nitekim Veda Hutbesi’nde onu onbinlerin üzerinde insanın dinlediğini düşünürsek, sahâbenin sayısı hakkında da bir fikre sahip olabiliriz. Bu durum, bize sahâbenin Hz. Peygamber ile mülâki olma düzeyleri ve derinliğinin aynı olmadığını göstermektedir. İkinci kavramımız da ümmetin, içeriği konusunda tarihsel ve aktüel tartışmalar varsa da hiç onlara girmeden ümmeti bugünkü anlamda ülke, ırk, etnisite, mezhep vb. farklılıkları aşarak bunların hepsini dikine kesen ucu açık en geniş siyasi ve sosyal birlik olarak düşünebiliriz. Aslında Hz. Peygamber’in Medine Vesikası’nda farklı dinden olanları da içine alan ümmeti, bugün de gayr-ı müslimleri içerecek düzeyde tüm farklılıkları bir arada toplayacak bir siyasi birlik ve ana gövde şeklinde düşünebiliriz. “Örneklik” de burada özenle seçilmiş bir kelimedir; zira taklidin ötesinde akıl ve ictihadın da kullanılarak bir misyonun devam ettirilmesine istinat ettirilmelidir. Bu anlamda harfiyen ve literal bir taklide değil, özü kavrayarak geliştirilecek misyona işaret eder.
Şimdi bu üç kelimeyi bir araya getirerek başlıkta ne demek istediğimizi daha net anlatabiliriz. Bir başka deyişle, bu kelimeler arasındaki ilinti nedir? Sahâbe, her şeyden önce Kur’an-ı Kerim’in ete kemiğe bürünmüş bir sosyal gerçekliğidir. Bu anlamda, sahâbenin o dönemde Kur’an’ın sosyal gerçekliğinin temel aktörleri olduğunu söyleyebiliriz. Sahâbe, aynı zamanda ümmetin de ilk modeli ve örnekliğidir. Bu çerçevede sahâbenin, özellikle bugün Müslüman coğrafyada bir örneklik olarak düşünülmesi gerektiğini bize vurgulamaktadır. En önemlisi de sahâbenin örnekliğinin, sahâbenin hareketlerini birebir taklit olmayıp, tıpkı onların yaptığı gibi İslâm’ın ruhunu ve misyonunu çağa yansıtmak demeye geldiğini anlamaktır.
Sahâbenin bugün için nasıl algılanacağı gerçekten önemlidir. Çünkü tarihte kalmış şahsiyetler olarak bilinçaltında kuvvet bulması, bir müslümanın sahâbe ile ilişki kurma biçimini problemli kılmaktadır. Zira sahâbenin yaptıkları bir davranış biçimi olarak bugüne bütün formelliğiyle aktarılmakta; bunun doğal bir sonucu olarak da bugünün insanları tarihin içinde kaybolmaktadır.
Açıkça belirtmek gerekir ki bugünü sorun ediyoruz ve sahâbenin bugün ümmete örneklik bağlamında nasıl konumlandırılacağını tartışmak istiyoruz. Bunu aşağıda belirttiğimiz maddeler halinde analiz etmeye çalışacağız.
Yeni Bir İnsan, Yeni Bir Toplum
Peygamberler gönderildikleri toplumların kültürlerini tamamen reddetmeden ancak bu kültürleri de aşacak politika ve strateji izlerler. Bu açıdan ilk yaptıkları şeylerden birisi, içinde yaşadığı kültürel unsurlardan kısmen destek alarak, yanlış inançlara karşı eleştiriler geliştirmektir. Aslı itibarıyla dünyaya farklı bir tarzda bakan, onu farklı biçimde okuyan peygamberler, donuklaşmış olan kültürel ve gelenekselleşerek donuklaşmış unsurları değiştirmeye çalışırlar. Bu ise her şeyden önce yeni bir insan yeni bir toplum anlamına gelmektedir.
Hz. Peygamber (sas) yeni mesajı toplumla buluşturduktan sonra, ilk cemaati de oluştu. Erkam’ın Evi’nden başlayarak gittikçe genişleyen bu cemaat, esasen Hz. Peygamber’in dünyaya yeni mesajın çerçevesinden bakan, yeni bir insan portresi yetiştirmek anlamına gelmektedir. Müslüman toplumun ilk nüveleri olan bu insanlar, yeni bir toplumun inşasında da önemli roller oynamışlardır. Belirtmek gerekir ki, Hz. Peygamber 23 sene gibi bir zaman diliminde bir toplum inşa edebilmiştir. Bu zaman dilimi üzerinde iyice düşünüldüğünde anlaşılacaktır ki, normal şartlarda Hz. Peygamber’in toplum inşası büyük bir başarıdır.
Peki anlattıklarımız bugün için ne anlam ifade etmektedir? Aslında bugünün sahâbîsi olmak, zamanın ihtiyaçları doğrultusunda yeni bir insan anlayışını inşa etmek demeye gelmektedir. Dikkat edilirse, bugün İslâm dünyası ciddi ekonomik, sosyal, siyasal, kültürel birçok sorunlarla malüldür. Bu sorunlar çoğunlukla bazı tedbirlerle halledilmeye çalışılmaktadır. Halbuki Hz. Peygamber yeni bir insan modeli oluşturarak, onu eğiterek işe başlamıştı. Doğal olarak mevcut sorunları, içinden çıktıkları bakış açısıyla çözmek mümkün değildir. Dünyaya, insanlara, evrene farklı bir zaviyeden bakacak insan portresi, ancak sorunların üstesinden gelebilecektir. Bugün mevcut kültürü tamamen karşısına da almadan, ancak sorun üreten noktaları da aşarak hayata farklı bakan ve bunun için kendisinde sorumluluk hisseden zamanın sahâbîlerine ihtiyaç bulunmaktadır.
İman, Akıl ve İçtihat
Sahâbe, Hz. Peygamber’e vahiy geldiği andan itibaren ona kuvvetli bir şekilde inanmaya ve davaları etrafında kenetlenmeye başladılar. Sahâbe içinde Hz. Ebû bekir (ra) belki bu iman konusunda en çok örnek gösterilen kişidir. Onun “sıddık” lakabıyla anılması, Hz. Peygamber’e inen mesajı şeksiz şüphesiz doğrulamasıyla ilintilidir. Bu açıdan sahâbenin imanının önemle altı çizilmelidir. İman, bilindiği üzere güvenlik anlamına geliyor. Yani iman eden kişi, aslında kendisine bir güvenlik alanı açıyor. Diğer yandan iman, insanın, dünyanın, evrenin hakikatine olan sarsılmaz güveni ifade etmektedir. Bu açıdan iman etmek, evrensel varolan hakikati kabul etmek anlamına geldiği gibi, bu imanla kendisine bir güvenlik alanı da açar.
Hz. Peygamber’i kabul etmek demek, Onun getirdiklerinin bir hakikati ifade ettiğini kabul etmek; tamda bu sebeple kendisine emniyetli bir alan açmak demektir. Sahâbeler her şeyden önce bunu yapmışlar, Hz. Peygamber’in mesajının içeriğine güvenmişlerdir. Bunun yansımalarını, daha sonraki süreçte Hz. Peygamber’in yanında sahâbenin dava arkadaşlığını devam ettirmesinde, zor günlerinde yanında olmasında izlemekteyiz. Nitekim muhasara yıllarında başta Hz. Peygamber olmak üzere sahâbenin fedakarlıklarını bilmekteyiz.
Fakat sahâbenin Hz. Peygamber’i takibi bir taklit düzeyinde değildir. Sahâbe, vahyolan Kur’an mesajlarını içselleştirmekte, Hz. Peygamber’le birlikte bir davranışa dönüştürmekte ve hatta bu mesajın içerikleri doğrultusunda tavırlar geliştirebilmektedir. Bilindiği gibi Takriri Sünnet, Hz. Peygamber’in onayladığı sahâbenin geliştirdiği tavırlardır. Dolayısıyla sahâbe, akıl ve ictihadı “iman” unsurunun yanına ekleyebilmiş kişilerdir. Nitekim onlar “bu söylediğin vahiy mi yoksa senin görüşün mü?” şeklinde soru sorabilmişler ve kendi reylerini rahatlıkla ifade edebilmişlerdir.
Peki sahâbenin bu tavrı bugün için nasıl anlaşılmalı ya da nasıl bir örneklik olarak alınmalıdır? Öncelikle din, bir önceki nesilden aktarılan geleneksel unsurlar ve davranış kalıpları değildir. Çünkü din, bugün daha çok insanlar için önlerinde hazır buldukları bir miras gibi anlaşılmaktadır. Halbuki İslâm’ın tavsiyesi, icmali imandan tafsili imana geçmektir. Bu bağlamda, sahâbenin cahili bir yaşam tarzından geçerek iman ettiği gibi bugünkü Müslümanlar da ilahi mesaj bugün iniyormuş gibi yeniden iman etmelidirler. İmanla birlikte akıl, düşünce ve tefekkürü hayatlarının yegane merkezi haline getirmeli ve yaşam tarzlarını bu minvalde düzenlemelidirler.
Güven Toplumu Oluşturmak
Güven toplumu, özgür bir şekilde insanların düşünebildikleri, konuşabildikleri, sorgulayabildikleri, yüz- leştikleri; ilişkilerini açık ve şeffaf bir biçimde kurdukları toplum yapısıdır. Baskıcı, konuşma ve düşünmenin önünde engellerin olduğu toplum, kendi içine kapalı olup orada bir gelişme beklemek imkansızdır. Hz. Peygamber’in (sas) Mekke’de nüvelerini oluşturduğu ve Medine’de kurumsallaştırdığı bu toplum, her şeyden önce güven unsuruna dayanmaktaydı.
Sahâbe Hz. Peygamber’e istediği soruları sorup cevaplarını alırken, aynı zamanda Hz. Peygamber de toplumsal ilkelere bizzat kendisi uymaktaydı. Sahâbe de bu konuda zihninde uyanan problemleri mutlaka dile getirmekteydi.
Bizzat kadınların da Hz. Peygamber’e gelerek birçok mahrem konuda soru sordukları bilinmektedir. Hz. Peygamber, birçok maddi getirilerden fedakârlık yaparken, kendisinin olan birçok şeyi de insanlara ihsan olarak veriyordu. Onun bıraktığı bir maddi miras yoktu. Bu durum kendisinden sonraki dönemde de kendisini bazı örneklerde göstermiştir.
Bugün için ihtiyaç duyduğumuz unsurlardan birisi de hiç şüphesiz güven toplumu oluşturmaktır. Müslümanların birbirine olan güveni zayıflamış, iş ve gündelik hayatta ahlakilik ciddi zararlar görmüştür. Dolayısıyla sahâbenin ümmete örnekliklerinden birisi de güven toplumunun oluşturulması yönündedir. Toplumda yaşayan her insanın, güvenilir bir fert olmak için göstereceği çaba, sahâbe tavrını bugün devam ettirmek olacaktır.
Sorumluluk ve Misyon
Hz. Peygamber, tüm insanlık için geçerli evrensel bir mesaj getirmişti. O, aynı zamanda tüm insanlığın kurtuluşu için kendisini sorumlu görmekteydi. Bu sebeple, hayatı boyunca bu mesajı tebliğ ettiği gibi, o mesaja uygun sorumlu bir insan olarak da yaşadı. Onun söylemleri ile eylemleri arasında bir tutarlılık bulunuyordu. Sahâbe de Hz. Peygamber’in misyonunu takip ederek, mesajı dünyanın farklı yerlerine ulaştırmak için hemen harekete geçmişti. İşte bu noktada sahâbenin de kendisini insanlıktan sorumlu ve misyon sahibi bir varlık olarak konumlandırdığını görmekteyiz. Bu sebeple Hz. Peygamber’in irtihalinden hemen sonra ilimler tedvin edilmiş, farklı kurumlar oluşmuş ve dünyanın farklı coğrafyalarına açılımlar olmuştur.
Bugün için, Müslümanların tüm dünyadan sorumlu olduğunun bilincinde olarak, insanlığın farklı problemlerini çözmeye çalışmaları bu misyonun bir devamı olarak görülmelidir.
Sahâbenin ümmete örnekliği, onların temel misyonlarının bugün sahiplenilmesi demektir. Sahâbeyi sürekli övgülerle, heyecanlı anlatımların konusu yapmak onları örnek almak demek değildir. Örneklik, bunların ötesine geçerek sahâbenin sorumluluğunu üstlenmekle gerçekleşecektir.
Prof. Dr. Mustafa Tekin
Siyer İlim, Kültür ve Tarih Dergisi Ekim-Aralık 2017/4 Sayı
İrtibat ve Detaylı Bilgi İçin: 0212 550 0 571
Whatsapp Abone Hattı: 0531 660 50 18
www.siyerdergisi.com