Size Nübüvvet evine gelin olarak gelen, ama hazin bir şakanın neticesinde bu dünyada müminlerin annesi olma şerefinden mahrum kalan Esma validemizin, hayat hikâyesini anlatacaktık. Hani derler ya; “mahrumiyet nimettir” diye; işte Esma validemiz hayatı ile bize bu sözün adeta bir tefsirini yapacaktır.
Esma validemiz meşhur Arap kabilelerinden Kindiler’e mensup, Numan bin Ebilcevn’in kızıdır. Numan, kabilesinin soylu reislerinden biridir. İslam’ın gür sedası Hicaz yarımadasında yankılanmaya başlayınca, Numan da bu sesi işitir; İslam’a karşı içinde derin bir sevgi hâsıl olur ve bu sedayı daha yakından duymak için Medine’ye, Efendimiz’in (s.a.v.) huzuruna gelir ve burada da iman eder. Numan’ın imanı ile birlikte başta kendi ailesi olmak üzere, Kinde kabilesinin büyük bir kısmı da iman ile tanışır.
Hicretin 9. senesi Numan yine Medine’ye, Efendimiz’i ziyarete gelir. Bu ziyaret sırasında kızı Esma binti Numan’ın bir arzusunu Efendimiz’e iletir. Der ki: “Ya Resulullah! Kızım Esma, amcasının oğlu ile evli iken eşi vefat etti ve o da dul kaldı. Büyük bir istek ve arzu ile sizinle evlenmek istiyor. Eğer bu evliliği kabul ederseniz, tüm Kinde halkını memnun eder, onların da İslam’a girmelerine vesile olursunuz.”
Efendimiz (s.a.v.) baba Numan’ın bu teklifini kabul eder, hemen oracıkta mihr belirlenir, nikâh kıyılır ve Sahabeden Ebû Üseyyidü’s-Said, gelin alayını Medine’ye getirmesi için görevlendirilir. Ebû Üseyyid, Kinde kabilesine gider, halk büyük bir sevinç ile Esma’yı, Medine’ye gelin olarak yolcu eder. Allah Resulü (s.a.v.) Benî Sâide mahallesinde bu gelin için bir ev hazırlatır ve düğün alayını orada konaklatır. Esma validemiz kendisine hazırlatılan bu evde dinlenirken, başta müminlerin anneleri olmak üzere, Medine’nin tüm hanımları onu ziyarete gelirler. O eve her gelen, Esma validemizi görünce şöyle bir sarsılır, onun güzelliğinin karşısında adeta dilleri tutulur. Hz. Aişe ile Hz. Hafsa validelerimiz de böyle bir güzellik karşısında şaşırıp kalanlardandır. Bu validelerimiz, güzelliği ile görenleri büyüleyen Esma’nın, Nübüvvet evine gelin olarak girecek olmasını bir anda hazmedemeyecek, beşeri bir mülahaza ile Efendimiz’in ona karşı fazlaca meyil etmesinden endişe edeceklerdi. Bunu önlemek adına, validelerimizden birinin aklına bir çıkış yolu gelecekti. O validemiz Esma’ya diyecekti ki: “Ey Esma! Sen bir kral hanedanındansın. Yani sıradan bir hanım değilsin, bunun için asaletine uygun sözler söylemeli, buna uygun davranmalısın.”
Esma validemiz masumane bir şekilde bunun nasıl olacağını sorduğunda, sözün sahibi devam edecek ve diyecekti ki: “Biraz sonra Efendimiz senin yanına geldiğinde, sen biraz nazlan ve ‘senden Allah’a sığınırım’ de. Göreceksin Efendimiz bu sözünden çok memnun olacaktır.”
Esma validemiz söylenenleri dikkatlice belleğine kaydetmiş, Efendimiz’i memnun etme adına böyle davranmayı kararlaştırmıştı. Derken, Alemlerin Sultanı o haneye teşrif etmiş, Esma validemize selam verip, yanı başına oturmuştu. Efendimiz (s.a.v.) Esma validemizin bizzat kendi lisanından bu evliliğe rızasının olup-olmadığını sorma adına demişti ki: “Ey Esma! Baban Numan, kendini bana bağışladığını söyledi. Bu doğru mu?” Esma validemiz, kendisine yapılan telkinlerin bir sonucu olarak, beklenmedik bir cevapla dedi ki: “Hiç bir kraliçe, kendisini tebaasına bağışlar mı?” Efendimiz (s.a.v.) böyle bir cevap karşısında şaşıracak, ama bunun heyecan ya da acemilikle söylenmiş bir söz olduğunu varsayarak, Esma validemize yeniden aynı soruyu soracaktı. Bu sefer Esma validemiz “Ben, senden Allah’a sığınırım” diyecek ve bu sözü de üç kez tekrar edecekti. Efendimiz bu söz karşısında Esma’nın gönül rızası ile değil, baba baskısı ile Medine’ye geldiğini düşünerek; “Ey Esma! Sen çok büyük bir makama sığındın. Allah’a sığınan elbette emin olur. Ona kimse karışamaz. Öyle ise geldiğin gibi, selametle babanın evine dönebilirsin” diyecek ve o haneyi hemen terk edecekti.
Esma validemiz neye uğradığını şaşıracak, yaptığının yanlış olduğunu anlayacak ve diğer hanımların tuzağına düştüğünü fark edecek, ama artık iş işten geçecekti. Efendimiz (s.a.v.) dışarıya çıktığında hemen Ebû Üseyyid’i çağıracak, ona birkaç hediye yanına alarak Esma’yı babasının evine geri götürmesini emredecekti. Ebû Üseyyid’de, büyük bir şaşkınlıkla ne olduğunu anlamadan söylenen emri yerine getirecek ve Esma validemiz ile birlikte yeniden yola revan olacaktı. Yolda Esma validemiz başından geçenleri gözyaşları içinde anlatacak ve Ebû Üseyyid’e bundan sonra ne yapması gerektiğini soracaktı. Ebû Üseyyid diyecekti ki: “Olanda hayır vardır. Demek Rabbimiz, senin hakkında böylesini daha münasip görmüştür. Sen bu dünyada Efendimiz’in nikâhı altına girmene rağmen, O’nun hanımı olma nimetinden mahrum kaldın. Ama yine de müminlerin annelerinden biri olma şerefine nail oldun. Şimdi sen evinde bu şerefe gölge düşürmeyecek bir halde otur ve bundan sonra da evlenme. Umulur ki, cennette Efendimiz’in hanımlarından biri olacaksın.”
Esma, bu tavsiyelerle baba ocağına dönecekti. Kavmi büyük bir şaşkınlıkla onu karşılarken; “Ey Esma! Ne oldu? Neden geri döndün?” diye sorular soracaklardı. Esma validemiz “Bana bundan sonra Esma değil, şakî ve bedbaht deyin” diyerek kendini kınayacaktı. Kaçırdığı büyük fırsattan dolayı hep kendine “şakî” diyen Esma validemiz, Ebû Üseyyid’in tavsiyesine uyarak, kalan hayatını müminlerin annelerine yakışır bir hal ile geçirecek ve Hz. Osman’ın hilafet yıllarında da baba evinde vefat edecekti.
O kendisine şakî dese de, sizce bu mazlum ve mahzun annemiz saidlerden biri değil mi? Acaba bu dünyadaki böyle bir mahrumiyeti, öte tarafta en büyük nimet olarak kendisine dönmeyecek mi?
Muhammed Emin YILDIRIM