Mekke’nin güney doğusunda Mekke’ye uzaklığı yaklaşık 80 km, Cidde’ye 160 km, Medine’ye 500 km ve Riyad’a uzaklığı ise 800 km kadardır.[1] Tâif bölgesinin yüz ölçümü yaklaşık 39.200 km2.[2] Serât silsilesinden Gazvân dağının güney eteklerindeki dalgalı bir plato içine gömülmüş olan Vecc vadisinde kurulan Tâif,[3] 21-22 kuzey paralelleri, 40-41 doğu meridyenleri arasında yer alır. Denizden yüksekliği 1700 metredir.[4]
Yâkut el-Hamevî’nin (ö. 626/1229) verdiği bilgiye göre o günkü şartlarda Mekke’den Tâif’e bir günde çıkılır, Tâif’ten Mekke’ye yarım günde inilirdi. Tâif’in adının daha önceleri Vecc olduğu ve bu adı Amâlîkoğulları’ndan Vecc b. Abdilhayy isimli kişiden aldığı nakledilmiştir.[5] Tâif kelimesinin bir anlamı da “sur” demektir. Bu surlar sebebiyle Hz. Peygamber hicretin sekizinci yılında Tâif kuşatmasından sonuç alamamıştı.
Zengin su kaynaklarına ve verimli topraklara sahip olan Tâif’te üretilen zıraî ürünlerle beraber mamul eşya ve mallar ihraç edilirdi. Bu ürünler pek çok pazarda müşteriye arz edilse de genelde Mekke’de satılırdı. Tâif, yaz aylarında insanların rahat yaşayabilecekleri iyi bir iklime sahip olduğu için Mekkelilerin sayfiye yeridir. Zaten çoğu Mekkelinin Tâif’te arazisi vardı. Bazı Tâiflilerin de Mekke’de yerleri bulunuyordu.[6]
Tâif, tarım ve hayvancılık yanında çeşitli el sanatları ve ticarette de ilerlemişti. Kuru üzüm, şarap, zeytinyağı ve bal üretiminde meşhurdu. Tâif’teki deri işlemeciliği bütün Arabistan’da tanınıyordu. Tâif’teki üretilen mal ve ürünler başta Ukâz olmak üzere yakın bölgelerde panayırların kurulmasına zemin hazırlamıştır.[7]
Tâif’in sosyal yapısı
Vecc vadisinde ilk yerleşimin ne zaman olduğu kesin olarak bilinmemektedir. Taberî’nin (ö. 310/923) kayıtlarına göre Birinci Abs kabilesinden olan Abd b. Dahmoğulları’nın Tâif’te oturdukları anlaşılmaktadır.[8]
Tâif’in günümüzde izlerine rastlanan en eski sakinleri Kays Aylân’a bağlı kabilelerdir. Önce Advân b. Amroğulları, ardından Âmir b. Sa‘saaoğulları bölgeye geldi.
Hz. Peygamber’in geldiği çağda Tâif’te oturan Sakîfliler, Mekke, Necd ve Yemen arasında geniş bir araziye yayılmış büyük bir kabile olan Hevazin kabilesinin bir koludur.[9] Hevazin kabilesinin Tâif yakınlarında yaşayan bir başka kolu olan Sa‘d b. Bekroğullarıdır. Hz. Peygamber’in sütannesi Halime’nin ailesi bu kabileye mensuptur.
Tâif’in bu coğrafî özellikleri oradaki halkın kültürünü de olumlu yönde etkiledi. Tâifliler kendilerini Mekkelilerle aynı konumda görüyorlardı. Kur’ân-ı Kerim’de, Hz. Peygamber’i (sas) kabul etmeyen müşriklerin ağzından şu ifade nakledilir: “Ve dediler ki: Bu Kur’ân, iki şehrin birinden olan büyük bir adama indirilmeli değil miydi”[10] Herhalde hem Mekke hem de Tâif kamuoyundaki algı bu idi.
Muhammed Hamidullah, birbirine komşu olan Mekke, Medine ve Tâif şehirlerinin oluşturduğu üçgende Mekke’nin, Afrika çöllerini temsil ettiğini; Medine’nin ılıman ülkelerin verimliliğine sahip olduğunu ve nihayet Tâ’if’de, Güney Avrupa ikliminin görüldüğünü söyler. Tâif ve çevresindeki refah ve işten arta kalan boş zamanların çokluğu Tâif’te kültürel etkinliklerin yayılmasını kolaylaştırmış ve insanlarının entelektüel düzeylerini yükseltmişti.[11]
İslam’ın geldiği dönemde ünü Arabistan’da duyulmuş olan ve İran’ın Cündişapur şehrinde tıp tahsili görmüş Haris b. Kelede (ö. 13/634) Tâiflidir. Haris’in oğlu Nadr da en az babası kadar bilgili bir kimse idi. Sakif kabilesinden Gaylân b. Seleme’nin (ö.23/644), Tâif bölgesinde kurulan Ukâz panayırında hâkimlik yaptığı, şiir yazdığı ve kendisini ziyarete gelenlere vakit ayırdığı anlaşılmaktadır. Arabistan’ın en meşhur şairlerinden biri olan en-Nâbiğatu’l-Ca’dî (ö. 65/685 [?]) de ayni kabileye mensuptu.[12]
Hz. Peygamber’in (sas) Tâif yolculuğu
İlk eşi Hz. Hatice ile amcası Ebû Tâlib’in vefatı üzerine artık Mekke’de yaşamak Hz. Peygamber için ciddi riskler taşıyordu. Hz. Muhammed (sas) yanına azat ettiği Zeyd b. Hârise’yi alarak Tâif’e gitmeye ve orada oturan Sakîf kabilesine İslâm’ı tebliğ etmeye karar verdi.[13] Tâif’te hüküm süren Abdüyâlîloğulları, Resûlullah’ın dayıları tarafından akrabası idiler. Mekkeli ve Tâifli bu iki kabile arasındaki ilişkiler hep dostane bir biçimde süregelmişti.[14]
Nübüvvetin onuncu yılında şevval ayının sonlarına doğru Hz. Hatice’nin vefatından bir ay kadar sonra buraya gitti ve zilkade ayında Mekke’ye döndü. Tâif’in ileri gelenlerinden Amr b. Umeyr’in[15] oğulları Abdüyâlîl, Mes’ud ve Habîb’le oturup konuştu. Kureyş’in Cumehoğulları’na mensup bir kadın bu kardeşlerden biriyle evli idi.[16] Onları İslâm’a davet etti ve kendisine yardım etmelerini istedi. Kendisinin Allah tarafından gönderilen bir peygamber olduğunu bildirdi. Kendilerini Allah’a imana davet etti. İslâmiyet’i yaymasına yardımcı olmalarını ve kavmi olan Kureyş’ten muhalefet edenlere karşı kendisiyle birlikte hareket etmelerini istemek üzere yanlarına gelmiş olduğunu söyledi. Ancak hiç kimse onun davetini kabul etmedi.
Hz. Peygamber’in Tâif yolculuğu konusunda dikkatlerden kaçan bir rivayete burada yer vermek istiyorum. İbn Sa‘d’ın kaydına göre Hz. Peygamber, Tâif’te bulunduğu sırada Rukayka isimli bir kadının evine uğrar, kadının ona çorba ikram eder ve kadınla Allah’a iman konusunda konuşur. Tâifliler İslâm’ı kabul için Medine’ye geldikleri zaman heyette bulunan bu kadının oğullarından Vehb b. Kays ve Sufyân b. Kays’a Hz. Peygamber “Anneniz nasıl?” diye sorar. Onlar “O senin bıraktığın gibi öldü.” derler. Bunun üzerine Hz. Peygamber, “O halde anneniz müslüman olmuştur.” der.[17]
Tâif’i terk etmeye çalışan Hz. Peygamber ve Zeyd’i taşa tuttular. Hz. Peygamber’in ayakları kanlar içinde kaldı. Hz. Peygamber’i korumaya çalışan Zeyd b. Hârise de yaralandı.
Tâif’in ayak takımı, bu iki misafire Kureyşli Rebîa’nın oğulları Utbe ve Şeybe’nin bağına gelinceye kadar hakaret ettiler, bağırıp çağırdılar ve taşladılar. Bu zor durumda Hz. Peygamber ellerini kaldırıp Allah’a şöyle yalvarmıştır: “Allah’ım! Gücümün zayıflığını, insanlara karşı tâkatimin ve gücümün azlığını sana arz ediyorum. Ey merhametlilerin merhametlisi! Sen zayıfların rabbisin. Sen benim Rabbimsin. Sen beni kimin eline bırakıyorsun? Bana kötü muamele yapan yabancıya mı? Yoksa beni eline bıraktığın düşmana mı? Bu, senin bana karşı bir öfkenden ileri gelmiyorsa ben buna aldırış etmem. Fakat senden gelecek bir himaye ve koruyuş her zaman çok daha hoştur. Senin öfkene uğramaktan, karanlıkları aydınlatan, dünya ve ahiret işlerini ıslah eden yüzünün nûruna sığınıyorum. Her şey senin hoşnutluğun içindir. Güç ve kuvvet ancak sendendir”.
Hz. Peygamber daha sonraki bir dönemde kendisine sorulan bir soruya verdiği cevapta, Tâif yolculuğu esnasında karşılaştığı sıkıntı ve üzüntünün Uhud Savaşı’nda karşılaştığından daha şiddetli olduğunu söylemiştir.[18]
Hz. Peygamber ve Zeyd, Utbe ve Şeybe’nin bağında istirahat ettiler. Burada bu iki kardeşten birinin kölesi olan Addâs, efendilerinin emriyle Hz. Peygamber’e bir tabak üzüm sundu. Hz. Peygamber’in yemeğe başlarken “Bismillah” demesi Addâs’ın dikkatini çekti ve “Bu bölgenin halkı bu sözü kullanmaz” dedi. Hz. Peygamber ona nereli olduğunu sordu. Addâs, Ninovalı ve Hıristiyan olduğunu söyledi. Hz. Peygamber “Demek ki, sâlih bir kişi olan Yûnus b. Mettâ’nın şehrindensin” dedi. Addâs Hz. Peygamber’e Yûnus b. Mettâ’yı nereden bildiğini sordu. Hz. Peygamber de “O benim kardeşimdir. O bir peygamberdi. Ben de peygamberim” dedi. Addâs bunun üzerine Müslüman oldu.[19]
Tâiften Mekke’ye dönerken Nahle civarında gece namaz kılarken cinlerden bir gurubun Hz. Peygamber’i dinlediği ve konunun Cin suresinde anlatıldığı kaydedilmiştir.[20]
Mekke’den yaklaşık bir ay uzak kalan Hz. Peygamber, şehre emniyet içinde girebilmek uzun görüşmelerden sonra Nevfeloğulları’nın lideri Mut’im b. Adiy onu himayesine aldı ve oğullarıyla birlikte kendisini korudu.[21]
Tâif kuşatması
Huneyn Savaşında yenilen düşman Tâif’e sığınmıştı. Düşmanın gücünü iyice kırıp direncini yok etmek için Hz. Peygamber, Tâif şehrini kuşatmaya karar verdi.
Tâifliler, daha önceden savaşa hazırlandıkları için kale içinde uzun süre savunma savaşı yapabilecek durumda idiler.
Hz. Peygamber mancınık kurulup Tâiflilerin taşa tutulması konusunda ashâbıyla konuştu. Selmân el-Fârisî, mancınık yapılmasını teklif edince Hz. Peygamber ona bu görevi verdi. O da bir mancınık yapıp, Tâif’e karşı dikti. Müslümanlardan bazıları, sığır derisinden yapılmış debbâbenin[22] altına girdiler. Kalenin duvarını delerek geçmek için bu debbâbe yardımıyla sürünerek kaleye yaklaştılar. Sakîfliler, onların üzerlerine ateşte kızdırılmış demirler ile şişleri bırakarak debbâbeyi yardılar ve yaktılar.
Hz. Peygamber’in emriyle bir kişi şunu yüksek sesle açıkladı: “Bu kaleden ne zaman bir köle iner ve yanımıza gelirse, o hürdür.” Bunun üzerine, ondan fazla köle kaleden kaçıp Müslüman olunca, Hz. Peygamber onları hürriyete kavuşturdu ve onları, yedirip içirmeleri için, hali vakti yerinde olan bazı Müslümanların yanlarına verdi ve kendilerine Kur´ân okutmalarını ve sünnetleri öğretmelerini de emretti.[23]
İslam Ordusu kalelere sığınan Sakîfliler ve diğer Hevâzinlileri bir ay kadar kuşatma altında tuttu. Tâifliler, Müslümanları ok yağmuruna tutarak güçlü bir savunma yapıyorlardı. Çeşitli strateji ve taktiğin uygulandığı bu kuşatmada Müslümanlar mancınık ve debbâbe kullandılar. Resûlullah, Tâiflilerin bir yıl yetecek kadar erzak depoladıklarının anlaşılması ve haram aylarının yaklaşması üzerine kuşatmayı kaldırdı. Tâif kuşatmasında Müslümanların on iki şehit verdiği, öldürülen düşman sayısının ise üç olduğu zikredilmiştir.
Tâif Halkının İslam’a Girmesi
Tâif’de, bir kaya üzerine kurulmuş, el-Lât’a ait meşhur bir tapınak vardı. Duvarları perdelerle kaplı olan bu tapınakta, babadan oğla devam eden ve kapıları açıp kapatmakla görevli insanlar vardı. Tapınağın çevresindeki arazi, bir korumaya sahipti. Cihâr denilen put da Hevâzinlilere aitti ve Ukâz’da dikiliydi. Put, Ethal Dağı eteklerinde bulunuyordu.
Epeyce direndikten sonra Tâif’ten bir heyet halkın tamamını temsilen hicretin dokuzuncu yılı Ramazan ayında Medine’ye geldiler. Hz. Peygamber heyeti büyük bir alaka ile karşılayıp itibar gösterdi ve onları Mescid-i Nebevî’ye yerleştirdi. Uzun müzakerelerin ardından heyettekiler de artık İslam’ı kabul etmeye hazır olduklarını bildirip biat ettiler.
Kaynaklarda Kur’ân muhtevasını bilmeyen heyete Medine’de kaldıkları süre içinde Kur’an eğitim ve öğretimi yapıldığı açıklanmaktadır. Mescid-i Nebevî içine kurulan çadıra Hz. Peygamber’in düzenli olarak her gün gittiği de dikkatlerden kaçmamıştır. Kısa bir zaman sonra Tâifliler de Kur’an’ın gösterdiği çizgide hareket eden İslam ümmetinin sadık bir parçası olmuşlardır.
Prof. Dr. Rıza Savaş
Siyer İlim, Kültür ve Tarih Dergisi Temmuz-Eylül 2017/3 Sayı
İrtibat ve Detaylı Bilgi İçin: 0212 550 0 571
Whatsapp Abone Hattı: 0531 660 50 18
www.siyerdergisi.com
[1] Saudi Geologıcal Survey, el-Memleketu’l-Arabiyye es-Saudiyye, Hakaik ve Erkam, Cidde 2012, s. 94,
[2] Dr. Nuzhe Yakazan el-Cabirî, Eşkalü’l-Kura fî Muhafazati’t-Tâif, s. 6, (PDF created with pdf Factory Pro trial version www.pdffactory.com).
[3] Mustafa Sabri Küçükaşcı, “Tâif”, DİA, XXXIX, 443-447.
[4] Grosser Weltatlas Ansiklopedik Dünya Atlası, Hürriyeti 1990 Köln Almanya, s. 144.
[5] Yakut el-Hamevî, Mu’cemü’l-Büldan, Beyrut, Tarihsiz, IV, 10.
[6] Muhammed Hamidullah, İslam Peygamberi, İstanbul 1980, I, 516.
[7] Mustafa Sabri Küçükaşcı, “Tâif”, DİA, XXXIX, 443-447.
[8] Taberî, Tarih, Beyrut 1967, I, 203.
[9] Muhammed Hamidullah, İslam Peygamberi, I, 515.
[10] Zuhruf 43/31.
[11] Muhammed Hamidullah, İslam Peygamberi, I, 19-20, 526.
[12] Muhammed Hamidullah, İslam Peygamberi, I, 516-517.
[13] İbn Hişam, es-Sîretü’n-Nebeviyye, II, 60. Beyrut 1971.
[14] Muhammed Hamidullah, İslam Peygamberi, I, 31,125.
[15] Amr b. Umeyr b. Avf b. Ukde b. Ğiyere b. Avf b. Sakîf (Bakınız: İbn Hişam, es-Sîretü’n-Nebeviyye, I, 60,)
[16] İbn Hişam, es-Sîretü’n-Nebeviyye, II, 60.
[17] İbn Sa‘d, et-Tabakât, VIII, 492.
[18] İbn Hişam, es-Sîretü’n-Nebeviyye, I, 60-63; İbrahim Sarıçam, Hz. Muhammed ve Evrensel Mesajı, Ankara 2002, s. 108-110.
[19] İbn Hişam, es-Sîretü’n-Nebeviyye, I, 60-63.
[20] İbn Hişam, es-Sîretü’n-Nebeviyye, II, 63.
[21] Muhammed Hamidullah, İslam Peygamberi, I, 127.
[22] Debbâbe, askerlerin altlarına gizlenerek düşmanların oklarına karşı korundukları üstü deri ile kaplı bir tür ağaç tankı olarak tanımlanmaktadır. Detaylı bilgi için bkz. Mustafa Zeki Terzi, Hz. Peygamber ve Hulefa-yi Râşidîn Dönemi Askeri Teşkilat, Siyer Yayınları, 2017, s. 239.
[23] Vakıdî, Meğazî, III, 931-932.