رَبَّـنَٓا اِنّٓيِ اَسْكَنْتُ مِنْ ذُرِّيَّتِي بِوَادٍ غَيْرِ ذِي زَرْعٍ عِنْدَ بَيْتِكَ الْمُحَرَّمِ رَبَّـنَا لِيُقِيمُوا الصَّلٰوةَ
“Ey Rabbimiz! Ey sahibimiz! Namazı dosdoğru kılmaları için ben, neslimden bir kısmını senin Beyt-i Harem’inin (Kâbe’nin) yanında, ziraat yapılmayan bir vâdiye yerleştirdim….” İbrâhîm Sûresi 14/37
İsâm coğrafyacıları, eserlerinin başında -İslâm’ın doğduğu coğrafya olması nedeniyle- Arap Yarımadası’nı, bu bölgeyi de – Kur’ân-ı Kerîm’de “ümmülkurâ”/şehirlerin anası[1] denilen- Mekke’yi anlatırlar.[2] Yine İslâm coğrafyacıları, Allah’a kulluk maksadıyla yapılmış ilk mabet[3] ve Müslümanların kıblesi olması sebebiyle -Mekke’nin merkezindeki- Kâbe’ye göre yeryüzünü bölümlere ayırmışlardır. Buna göre dünya, merkezinde Kâbe’nin yer aldığı bir daire şeklindedir. Yeryüzündeki ülkelerin her biri Kâbe’nin bir cephesine bakar. Bundan dolayı Kâbe’nin etrafında gerçekleşen tavaf dünyanın kendi etrafında dönüşünü sembolize eder.
Mekke’nin içinde bulunduğu Arap Yarımadası düzensiz bir dikdörtgen şeklinde olup, dünya haritasında merkezi bir yer işgal etmektedir. Yarımada kuzeyde Filistin ve Suriye, kuzey-doğuda Irak ve İran, doğuda Basra Körfezi, güneyde Umman Denizi ve Aden Körfezi, batıda Kızıldeniz ve Afrika kıtasıyla çevrilidir.
Coğrafî olarak Mekke, Arap Yarımadası’nda Kızıldeniz’in doğu sahilinde uzanan, kuzeyde Ürdün’ün liman şehri Eyle’den (Akabe) güneyde Yemen sınırındaki Asîr’e ve doğuda -orta Arabistan’da bir bölge olan- Necid çöllerine kadar uzanan Hicaz coğrafi bölgesinin merkezidir.
Binaları taştan yapılmış olan Mekke şehri, Arap yarımadasının kuzeyinde Batn-ı Mekke (Bekke) adı verilen dağların arasında yer alan bir vadi üzerinde kurulmuştur.[4] Merkezinde Kâbe’nin yer aldığı bu vadinin ortasındaki çukur alana “Bathâü Mekke” (sel yatağındaki kumluk) denir. Bu alanın doğusunda eteğinde Safâ ile bunun hizasında Merve tepelerinin bulunduğu Ebûkubeys, batısında Kuaykıân, güneybatısında Sevr, kuzeydoğusunda Nur (Hira) ve Sebîr dağları yer alır. Hac ibadetinin yerine getirildiği mekânlardan Arafat, Müzdelife ve Mina Mekke’nin doğusundadır.
Câhiliye döneminde Mekke, 75 km uzaklıktaki Kızıldeniz’in Şuaybe Limanı’yla denize açılıyordu. Hicretin 26. yılında, Halîfe Hz. Osman’ın (ra) Cidde Limanı’nı açmasıyla durum değişti ve Mekke’nin Kızıldeniz’le bağlantısı bu yeni limanla sağlanmaya başlandı. Şuaybe Limanı ise tali olarak varlığını hala sürdürmektedir.
Kur’ân’da “ekin bitmeyen bir vadi”[5] olarak nitelenen Mekke çevresi, çöl karakterli bir araziye ve bunun üzerinde görülen, dikenli bodur ağaç ve çalılıklardan meydana gelen cılız ve seyrek doğal bitki örtüsüne sahiptir. İbn Havkal, Mekke’nin bu durumunu şu sözlerle dile getirir: “Mekke’de akarsu yoktur. Mekke halkının içtiği ve kullandığı sular genellikle sarnıçları ve su birikintilerini dolduran yağmurlardır…. Mekke’nin en tatlı suyu Zemzem kuyusudur…. Mekke’de meyve ağacı bulunmaz, kır ağaçları bulunur. Harem bölgesinin dışına çıkınca çok sayıda kuyu, pınar, bahçe, yeşil vadi, mezra ve hurmalık vardır. Fah denilen yerde bir miktar hurma ağacı olduğu söylenir.”[6]
Kurak ve sıcak bir iklime sahip olan Mekke, düzensiz yağışlar ve konumu dolayısıyla tarih boyunca birçok defa sel baskınlarına uğramıştır.[7] Mekke, Arabistan’ın diğer şehirlerinin aksine kış aylarında da hava sıcaklığının düşmediği bir şehirdir. Bu dönemde geceleri 18 °C, öğleden sonraları ise 30 °C civarında seyreden sıcaklıklar yaz aylarında aşırı derecede artar ve öğleden sonraları 40 °C’nin üzerine çıkar. Yaz aylarında nadiren yağış görülen şehrin Kasım ile Ocak aylarında düşük miktarlarda bir yağış aldığı görülür.[8]
Beytullah Şehri
İslâm Medeniyeti[9] bakımından Mekke, -Harem-i Şerîf’in ortasında yer alan, yeryüzünde Yüce Allah’a ibadet için yapılmış ilk mâbedi (mescidi) ve Müslümanların kıblesi- Kâbe’yi barındıran, hac ile umre ibadetinin ifa edildiği, Hz. Peygamber’in (a.s.) doğduğu, 63 yıllık ömrünün 53 (peygamberlikten önce 40, peygamberlikten sonra 13) yılını geçirdiği, İslâmiyet’in ortaya çıktığı ve Kur’ân-ı Kerîm’in 114 sûresinden 86’sının nazil olduğu kutsal şehrin ismidir.
Kur’ân-ı Kerîm’de, Allah’ın Evi olarak nitelenen Kâbe’nin yer aldığı Mekke ve çevresi her türlü tecavüzden korunmuş güvenli bir yer (harem) ve insanların manen temizlenip arındığı bir mahaldir. Bu alanla ilgili birtakım özel hükümler konularak çevresi alemlerle/işaretlerle sınırlanmıştır. Mekke, Yüce Allah tarafından harem kılınmış ve bu durum, şehrin emin bir yer yapılması için dua eden[10] Hz. İbrahim (a.s.) tarafından ilân edilmiştir.
Mekke’deki Kâbe, Medine’deki Mescid-i Nebevî/Peygamber Mescidi ve Kudüs’teki Mescid-i Aksâ, Müslümanların göz bebeği, gönüllerindeki sevginin ve dinlerinin azametidir. Bu mescitlerle ilgili hadîslerde, onların yakınında olmanın ve içinde namaz kılmanın sevabının kat kat daha fazla olacağı bildirilmiştir.[11]
“(İbadet için) şu üç mescitten başkasına yolculuk edilmez: Mescid-i Harâm, Mescid-i Resûl, Mescid-i Aksâ”:
(لاَ تُشَدُّ الرِّحَالُ إِلاَّ إِلَى ثَلاَثَةِ مَسَاجِدَ الْمَسْجِدِ الْحَرَامِ، وَمَسْجِدِ الرَّسُولِ -صلى الله عليه وسلم- وَمَسْجِدِ الأَقْصَى) [12]
gibi sahîh hadîslerle yeryüzünün en faziletli yerlerinin mezkûr üç mescit olduğu belirtilmiştir.
İsmi ile Müsemma Şehir
Mekke’ye Kâbe’yi barındırması ve kutsal bir belde sayılması sebebiyle pek çok ad verilmiştir. Mesela Mekke’ye, yüksekliğinden dolayı Kâbe de denir ve bu kelime ka’b ((الكعب) isminden türetilmiştir (وتسمى الكعبة لعلوها من اسم الكعب).
Kur’ân-ı Kerîm’de, şehrin yeryüzündeki bütün yerleşim birimlerinin merkezi ve Müslümanların kıblesi olması sebebiyle “ümmülkurâ”/şehirlerin anası,[13] “karye”,[14] “meâd”,[15] “el-beledü’1-emîn”,[16] “el-beled”,[17] Mekke[18] ve Bekke[19] adları yer almaktadır.
Mekke’nin yerleşim birimi olarak ortaya çıkmasında belirleyici asıl unsur, Kâbe’dir. Bu bakımdan Mekke’de şehir hayatı Kâbe’nin yapımıyla başlamıştır. Hz. İbrahim’den (a.s.) önce Mekke’de veya civarında Amâlika ile Cürhüm’e mensup bazı topluluklardan bahsedilmesi, burada yerleşik hayatın varlığına işaret eder. Kur’ân-ı Kerîm’de Hz. İsmail’in (a.s.) annesi Hâcer ile birlikte Hz. İbrahim (a.s.) tarafından Mekke’ye getirildiği ve Kâbe’nin inşasında birlikte çalıştıkları kaydedilir.[20] Mekke’ye üç defa gelen ve üçüncüsünde Kâbe’nin yapımının ardından insanları hac için davet edip görevini tamamlayan Hz. İbrahim’in (a.s.) Hz. İsmail’i (a.s.) burada bırakarak Filistin’e döndüğü rivâyet edilmektedir.
Anayurtları Yemen olan Cürhümlüler, Mekke civarına Zemzem[21] suyunun bulunmasından sonra gelip yerleşmişlerdir; Hz. İbrahim’in (a.s.) neslinden Arapça konuşan ilk şahıs olan Hz. İsmail (a.s.) da bu dili Cürhümlülerden öğrenmiştir. Mekke’de kısa sürede çoğalan ve önceleri Hz. İsmail’in (a.s.) tebliğ ettiği dini benimseyen Cürhümlüler zamanla tevhit inancından saptılar ve hâkim oldukları Mekke’ye gelenlere işkence yapıp zarar vermeye başladılar. Arîm selinden[22] sonra Mekke ve çevresine gelen Huzâa ve Kinâneoğulları şehre saldırarak Amâlika’nın kolları İyâd, Katûrâ ve Cürhümlüler’i yenilgiye uğratıp Mekke üzerinde hükümranlık kurdular. Huzâa kabilesinden Amr b. Luhay, Mekke ve Kâbe idaresini eline alınca tevhid geleneğini tamamen bozup şehirde putperestliği yaygınlaştırdı.
Cahiliye Döneminde İdari ve Siyasi Yapısı
Kureyş kabilesinin atası sayılan Kusay (Zeyd) b. Kilâb b. Mürre b. Kâ’b b. Lüey b. Fihr (Kureyş) b. Gâlib (v. 480 dolayları), Kinâne ile Kudâa kabilesinin yardımıyla Huzâa kabilesiyle giriştiği mücadele sonucu Mekke ve Kâbe’nin yönetimini üzerine alınca Kureyş kabilesinin kollarını birleştirdi. Kusay, daha önce dağınık halde çadırlarda yaşayan Kureyş kollarını birleştirerek Kâbe çevresinde iskân etti. Kâbe civarından başlayarak Mekke topraklarını on parçaya ayırdı ve Kureyş’in on kolu arasında paylaştırdı. Kureyş’in bazı kolları da Mekke dışında yerleştirildi. Kureyş’ten: ı- Mekke’de iskân edilenlere “Kureyşü’l-bitah”, ıı- Mekke dışında yerleştirilenlere “Kureyşü’z-zevâhir” adı verildi. Böylece kabile yarı göçebelikten yerleşik hayata geçti.
İlk önceleri Kusay, Kâbe, hac ve Mekke idaresiyle ilgili sidâne (hicâbe de denir), sikâye, rifâde ile nedve ve livâ görevlerini kendi üzerine aldı. Kusay, gerekli düzenlemeleri yaparak Mekke ve Kâbe’nin yönetimini bir düzene soktu.
Kusay’ın kurduğu sistemde, Mekke’nin kral mesabesinde bir yöneticisi/meliki yoktu. Kureyş, otorite ve şahsiyetine güvendiği ve bu vazifeye lâyık olduğunu gösteren birisi etrafında toplanıyordu.[23]
Kusay, Kâbe hizmetleri, hac işleri ve Mekke’nin idaresiyle ilgili vazifeleri, oğullarına ve Kureyş’in diğer kollarına bıraktı. Câhiliye devri tarihi, şiir, siyer-megâzî, ensâb, dilbilim ve ıstılah kaynaklarında kaydedilen, çokça bahsedilen ve şahitliklere dayalı tahliller yapılan[24] bu vazifeler ve mesulleri şunlardır:
Nedve (الندوة): Mekke idaresidir. “Toplantı evi” anlamına Dârünnedve denilen yerde yapılırdı. Dârünnedve, İslâm dönemine kadar varlığını sürdürdü. Bu vazife, Abdüddâroğulları’nın elindeydi.[25]
Sikâye (الندوة): Hacılara su temin edilmesidir. Benî Haşim’den Abbas b. Abdilmuttalib bu hizmeti görüyordu.
Ukâb: Kureyş’in bayrağıdır. Kartal manasına gelir. Ordu komutanlığını ifade eden bayrak, savaş zamanında ortaya çıkarılırdı. Bu vazife, Benî Ümeyye’den Ebû Süfyan b. Harb’in elinde idi.
Rifâde (الرفادة): Mekkelilerden para toplayıp fakir hacılara yemek temin etmektir. Bu vazife, Benî Nevfel’den el-Hâris b. Âmir’in elindeydi.
Liva (اللواء) : Kureyş sancağını taşıma (sancaktarlık) imtiyazıdır.
Sidânet/Hicâbet (السدانة-وهي الحجابة): Kâbe’nin perdedarlığı ve anahtarının muhafazası vazifesidir. Rifâde, livâ ve sidânet/hicâbet vazifeleri, Beni Abdüddâr’dan Osman b. Talha b. Ebî Talha’nın elindeydi.
Meşûra veya Meşveret (المشورة): Danışmanlık ve istişaredir. Bu vazife, Benî Esed’den -Tâif muhasarasında (Şevval H. 8) şehit olan- Yezîd b. Zem’a’nın elindeydi.
Eşnâk ve meğârim: Diyetler tayin ve tesbit ile kan davalarını halletmek vazifesidir. Bu görev, Benî Teym’den Hz. Ebû Bekir’in (ra) elindeydi.
Kubbe: Çadır manasına gelir. Savaş zamanında bir çadır kurulurdu. Kureyşlilerin orduyu teçhiz için getirdikleri savaş malzemeleri ve para lar orada toplanırdı. Bilindiği üzere İslâm’dan önce Arapların, düzenli orduları yoktu; bir savaş ihtimali söz konusu olduğunda gerekli hazırlıklar yapılırdı.
E’inne (أعن): Bu kelime, “at gemi dizgini” manasına gelen înân’ın (أعن) çoğuludur. Bu vazife, Kureyş ordusu süvari birliği komutanlığını ifade eder. Kubbe ve e’inne vazifeleri, Beni Mahzûm’dan Hâlid b. Velîd’in elindeydi.
Sifâret: Kureyş’in yabancılar nezdinde temsil edilmesidir. Bu vazife, Benî Adî’den Hz. Ömer’in (ra) elindeydi.
Eysâr (الأيسار): tekili yeser ve yâsir): Bir işe karar vermeden önce, kader ve nasibin ne yönde olduğunu öğrenmek, kısmet aramak ve kumar oynamak, başta Mekkeli müşriklerin nazarında, en büyük put Hübel putu önünde olmak üzere “ezlâm” denilen oklarla fal bakmaktır. Benî Cumah’den Safvan b. Ümeyye b. Halef, bu işi yapıyordu.[26]
Kur’ân-ı Kerîm’de el-eysâr ve el-ezlâmdan şöyle bahsedilir: “Sana, şarap ve kumar (الأيسار)[27] hakkında soru sorarlar. De ki: Her ikisinde de büyük bir günah ve insanlar için birtakım faydalar vardır. Ancak her ikisinin de günahı faydasından daha büyüktür. Yine sana iyilik yolunda ne harcayacaklarını sorarlar. “İhtiyaç fazlasını” de. Allah size âyetleri böyle açıklar ki düşünesiniz”. [28]
“Ey iman edenler! Şarap, kumar (الْمَيْسِرُ) dikili taşlar (putlar), fal ve şans okları (الْأَزْلَامُ) birer şeytan işi pisliktir; bunlardan uzak durun ki kurtuluşa eresiniz”.[29]
“Leş, kan, domuz eti, Allah’tan başkası adına boğazlanan, boğulmuş, (taş, ağaç vb. ile) vurulup öldürülmüş, yukarıdan yuvarlanıp ölmüş, boynuzlanıp ölmüş (hayvanlar ile) canavarların yediği hayvanlar -ölmeden yetişip kestikleriniz müstesna- dikili taşlar (putlar) üzerine boğazlanmış hayvanlar ve fal oklarıyle kısmet aramanız (وَأَنْ تَسْتَقْسِمُوا بِالْأَزْلَامِ) size haram kılındı…”[30]
Hukûme veya Emvâl-ı Muhaccere: Putlara sunulan malların saklanmasıdır. Benî Sehm’den el-Hâris b. Kays bu işe bakıyordu.[31]
Mekke ekonomisinin gelişmesinde: (1) Şehrin saldırı korkusu bulunmaksızın gelinebilecek ve sığınılabilecek Kâbe’yi ve haremi barındırması, (2) Kâbe’ye bağlı olarak düzenlenen hac merasimleri, (3) şehrin yakın çevresinde, hac mevsimi dikkate alınarak kurulan Ukâz, Mecenne ve Zülmecâz gibi serbest ticaret merkezleri, (4) Yemen-Suriye ticaret yolu üzerindeki önemli coğrafî konumu, (5) şehrin ziraate elverişsiz bir vadide[32] kurulmuş olması, (6) Kusay b. Kilâb, Abdümenâf b. Kusay ve Muttalib b. Abdimenâf dönemlerinde, Mekke çevresinde yaşayan kabilelerle yapılan ve Ehâbîş denilen ittifaklarla[33] ve (7) Bizans-Sâsânî rekabeti ve bunun neticesinde meydana gelen yıkıcı savaşlar gibi amiller etkili olmuştur.
Netice itibariyle Mekke, ekonomisi ticaret üzerine kurulu, uluslararası alanda ticarî bazı imtiyazlar elde etmiş, ticari konumu güçlü bir şehirdir. Ziraata elverişsiz arazileri ve coğrafî vaziyeti, Mekke’de ticaretin gelişimini desteklemiştir. Zira Arap Yarımadası dünya haritasında merkezî bir yer işgal etmektedir, etrafı ve kendi sahilleri serbest ticaret merkezleriyle sarılı olup tarihi ipek yolunun kara ve deniz güzergâhlarının kavşak noktasındadır.
Mekke İslâm öncesinde coğrafî konumu, ayrıca dinî ve ticarî bir merkez olmasından dolayı Roma, Bizans, İran ve Habeş hükümdarlarının zaman zaman dikkatini çekmiş, bunlar şehri hâkimiyetleri altına almak için teşebbüslerde bulunmuşlardır. Çünkü Arap Yarımadası’nı gerek siyasî gerekse ekonomik açıdan kontrol etmenin yolu büyük ölçüde Mekke’ye hâkim olmaktan geçiyordu. Mekke’ye melik olmak için Bizans imparatorundan gerekli belgeyi alan Osman b. Huveyris yanına uğradığı Gassânî emîri tarafından kıskançlık yüzünden öldürülmüştür.
Prof. Dr. Kasım Şulul
Siyer İlim, Kültür ve Tarih Dergisi Ocak-Mart 2017/1 Sayı
İrtibat ve Detaylı Bilgi İçin: 0212 550 0 571
Whatsapp Abone Hattı: 0531 660 50 18
www.siyerdergisi.com
[1] el-En’âm 6/92; eş-Şûrâ 42/7.
[2] Mesela İstahrî şöyle der: “Kıble’nin ve şehirlerin anası Mekke’nin orada bulunması, Arapların ülkesi ve vatanı olması nedeniyle Arap yurdundan başladım. Burada Araplardan başkası oturmadı…” [Ebû İshâk İbrâhîm b. Muhammed el-İstahrî el-Fârisî (v. 340/951-52’den sonra], Ülkelerin Yolları (Kitâbü’l-Mesâlik ve’l-memâlik), çev. Murat Ağarı, İstanbul 2015, s. 11]. Eserlerinde ülkeleri, Arap Yarımadası’nı, bu bölgede de Mekke’yi anlatmakla başlayan müellifler arasında Belh coğrafya okuluna mensup Ebû İshâk İbrahim b. Muhammed el-İstahrî el-Fârisî (v. 340/951-52’den sonra) ve İbn Havkal Ebu’l-Kâsım Muhammed b. Alî en-Nasîbî el-Bağdâdî (1V./X. yüzyıl) ile Ebû Ubeyd Abdullah b. Abdilazîz el-Bekrî el-Endelüsî (v. 487/1094) gibi coğrafyacılar anılabilir.
[3] Âl-i İmrân 3/96.
[4] İbn Havkal, 10. Asırda İslâm Coğrafyası (Sûretü’l-Arz), s. 37.
[5] İbrâhîm 14/37.
[6] İbn Havkal, 10. Asırda İslâm Coğrafyası (Sûretü’l-Arz), s. 39.
[7] Nebi Bozkurt – Mustafa Sabri Küçükaşcı, “Mekke”, DİA, XXVIII,556.
[8] Mehmet Apaydın, “Siyer Coğrafyası’nın İklimi, Bitki Örtüsü ve Hayvanları”, 2014-2015 Ders Yılı Siyer Mektebi Müfredatı, Siyer Vakfı, s. 33.
[9] Mesela İslâm coğrafyacıları şöyle der: “Mekke, dağların eteğinde mamur, kalabalık ve büyük bir şehirdir. Çevresi tamamen dağlıktır. Peygamber (a.s.) orada doğduğu ve Yüce Allah’ın Evi (Beytullah: Kâbe) orada olduğu için dünyada en şerefli şehirdir” [Yazarı Meçhul (372/982’de telif edilmiş), Hudûdü’l-Âlem Mine’l-Meşrik ile’l-Mağrib, thk. V. Minorsky, çev. Abdullah Duman – Murat Ağarı, İstanbul 2008, s. 105].
[10] el-Bakara 2/126; İbrahim 14/35.
[11] İbn Haldûn, I,380.
[12] Buhârî, “Fadli’s-Sala fî Mescidi Mekke ve’l-Medine”, 21. Aynı hadîsin son kısmı: (ومسجد بيت المقدس- ومسجد إيليا) şekillerinde de rivâyet edilmiştir.
[13] el-En’âm 6/92; eş-Şûrâ 42/7.
[14] en-Nahl 16/112.
[15] el-Kasas 28/85.
[16] et-Tîn 95/3.
[17] el-Beled 90/1.
[18] el-Feth 48/24.
[19] Âl-i İmrân 3/96.
[20] el-Bakara 2/125, 127; İbrahim 14/37.
[21] Mescid-i Harâm’da Hacerülesved’in tam karşısında Kâbe’ye 19 m. uzaklıkta yer alır. Suya bu isim “bol ve akıcı olma, Cebrâil’in konuşma sesi, akarken çıkardığı ses, şimşek sesi, nereden geldiği belli olmayan ses” anlamlarındaki zemzem ile arasında bir ilişki kurularak verilmiştir. Zemzem tarih boyunca Kâbe’yi ziyaret edenlerin su ihtiyacını karşılamıştır. (M. S. Küçükaşcı, “Zemzem”, DİA, XLIV,242-246).
[22] “Set, baraj; büyük sel ve şiddetli yağmur” anlamına gelen Arîm, Kur’ân-ı Kerîm’de (Sebe’ 34/16) Sebe halkının cezalandırıldığı bildirilen büyük sel baskını sırasında yıkılan set, barajdır.
[23] Hulefâ-yi Râşidîn döneminde Müslümanların seçtiği yöneticiye melik (kral) denilmemesi, halîfe ve emîrü’l-mü’minîn denilmesi, yönetimin intikali ve tarz-ı idarede Bizans ve Sâsânî imparatorluklarının taklit edilmemesi, İslâm öncesi dönemde cârî olan Mekke’deki yönetim geleneğiyle ilişkilidir.
[24]الحجابة: حِجابةُ البيْت وهي في بَني عَبْد الدّار واللِّواءُ لِواءُ الحرْب وهو فيهم إذ ذاك قَالَ حَسَّان بْن ثابت يَهْجو مُسَافِعَ بْن عِياضٍ التَّيميّ: لوْ كُنْتَ من هاشم أوْ من بني أَسَدٍ … أو عَبْدٍ شَمْسِ أو أصحابِ اللِّوَا الصِّيدِ أَوْ من بَني نَوْفَلٍ أَو رَهْطِ مُطْلِبٍ … لله دَرُّك لم تَهْمُمْ بتهديدي قَصر اللِوَاء وهو مَمْدُود. والندْوة الاجْتِمَاع للمَشُورة كانوا إذا حَزَبَهم أمْرٌ تَنادَوْا في دارِ عَبْد مناف أي اجتمعوا فتشاوروا. ويُقال: تَنَادَى القومُ إذا اجتمعوا في النادي. قَالَ المُرقِّش الأكبر: لا يبعد الله التلبب في ال … غارات إذا قَالَ الخَمِيسُ نَعمْ وَالمشْيَ بين المْجلِسَيْن وقد … آد العشيّ وقد تنادى العَمّ (.ومن هذا قِيلَ دارُ النّدوة (.
Ebû Süleymân Hamed b. Muhammed el-Hattâbî (v. 388), Garîbü’l-Hadîs, thk. Abdülkerim İbrahim el-Ğerbavî, Dârü’l-Fikr neşri 1402/1982, I,450 vd.
[25] İbn Hişâm, I, 132; Taberî, II,448; Şâmî, III,231; E. R. Fığlalı, “Dârünnedve”, DİA, VIII,556-557.
[26] M. Öz, “Ezlâm”, XII,76.
[27] T. Fehd, “Meysir”, DİA, XXIX,509.
[28] el-Bakara 2/219.
[29] el-Mâide 5/90.
[30] el-Mâide 5/3.
[31] el-Azrakî, Ahbâru Mekke, I,49 (eş-Şâmile); N. Çağatay, İslâm Öncesi Arap Tarihi, 117-123; M. Fayda, Allah’ın Kılıcı Hâlid b. Velîd, İstanbul 2006, s. 20-22,28..
[32] İbrahim 14/37.
[33] Bu ittifak, Ehâbiş denilen ittifakta yer alan kabilelerin Mekke fethinden (8/630) sonra Müslüman olmalarına kadar devam etmiştir.