Türkçedeki şehit ve şahit sözcükleri, Arapça kökenli olup her ikisi de şehâdet (şühûd) mastarından türemiş isimdir. [1] Şahid ism-i fâil, şehîd ise mübalağa ism-i fâil olmakla birlikte ism-i mef’ûl manasında da kullanılmaktadır. [2] Sözlükteki anlam çerçevesi oldukça geniş bulunan şehâdetin temel manası, hazır olma, tanıklık, bilmek ve ilandır.[3] Buna göre şehîd ve şahid, tanık, hazır olan ve ilan eden manalarına gelmektedir.
Şehîd ism-i mef’ûl manasında kabul edildiğinde ise tanık olunan, hazır edilen, ilan edilen ve malum olan gibi anlamlar ifade etmektedir.[4] Âlimler, şehîd sözcüğünün ism-i fâil ve ism-i mef’ûl gibi anlamlarda kullanılmasına dayanarak onun şahid sözcüğünden daha zengin bir muhtevaya sahip olduğu hususunda ittifak etmektedir.[5]
Şehîd ve şahid sözlükleri temel anlamlarda kesişmekle beraber terim olarak farklılık arz etmektedir. Zira şehîd terim olarak, Allah yolunda öldürülen Müslümanı, şahid ise mahkemede kişilerin can ve mallarını korumaya yönelik tanıklık eden kişiyi ifade etmektedir.[6]
Şehîd kavramı, aslı itibariyle âyet ve hadislerde kullanılmıştır. Şöyle ki her ne kadar âyetlerde şehîd kelimesinin tekili bulunmazsa da bunun çoğulu olan şühedâ sözcüğü kullanılmıştır. Nitekim Nisâ 4/69. âyetindeki “şühedâ” kelimesi ittifakla bu anlamdadır.[7] Ayrıca Zümer 39/69 ile Hadîd 57/19. âyetlerinin de bu anlamda olduğu söylenebilir.[8] Buna ilave olarak Burhânüddîn el-Bikâî (ö. 885/1480), Nisâ sûresinin 72. âyetinde geçen “şehîd” kelimesinin de bu anlama yorumlanabileceğini iddia etmektedir.[9] Buna göre “Allah yolunda canını feda etmek” şeklindeki şehîd kavramı birinci derecede Kur’ân’dan elde edilen bir tabir olup zannedildiği gibi sadece hadis kaynaklı değildir.[10]
“Şehîd” sözcüğünün, terim anlamıyla hadislerde kullanımı ise oldukça yaygındır. Bu konuda “Allah adının yüceltilmesi için canını feda edenlerin şehit oldukları”,[11] “şehitlerin kul hakkı dışındaki bütün günahlarının affedileceği”,[12] “cenneti hak ettikleri”,[13] “cennete ilk girenlerden olacakları”,[14] “tekrar dirilip tekrar şehit edilmeyi arzuladıkları”,[15] “yetmiş kişiye şefaat edecekleri”[16] gibi hadisler zikredilebilir.
Şimdi “şehîd” sözcüğünün, terimsel ve sözlük anlamları arasındaki ilişkiyi incelemeye çalışalım. Bu husus, âlimler tarafından farklı şekillerde izah edilmektedir. Bu yöndeki izahları iki kategoride değerlendirmek mümkündür. Bunlardan birincisi, “şehîd” sözcüğünün, ism-i mef’ûl yani meşhûd (tanıklık edilen) manasında olduğunu söyleyen görüş. İkincisi de onu ism-i fâil yani şahid (tanıklık eden) şeklinde kabul eden görüştür.
Şehîd sözcüğünü, ism-i mef’ûl manasında kabul edenler, söz konusu ilişkiyi şöyle açıklamaktadır: Şehîd, Allah ve Resûlü ile Müminlerin imanına, sadakatine, dürüstlük ve yiğitliğine tanıklık ettiği kişidir.[17] Hz. Peygamber’in (sas) Uhud şehitleri için “Ben, kıyamet gününde onlara şahitlik yapacağım.”[18] buyurması bu görüşe delil olarak zikredilebilir.
Allah melekleriyle beraber şehîdin cennetlik olduğuna tanıklık ettiği için ona “şehîd” denilmektedir.[19] Bu yorum Âl-i İmrân 3/169-171 ve en-Nisâ 4/74 gibi âyetlerin yanı sıra “şehîdlerin cenneti hak ettiklerini [20] ifade eden hadislere binaen yapılmış olmalıdır.
Rahmet melekleri yıkanma ya da ruhun cennete intikali esnasında şehîdle birlikte bulundukları için bu ismi almıştır.[21] Boy abdesti almaya fırsat bulamayan sahâbî Hanzale b. Ebî Âmir’in (ö. 3/625) Uhud’da şehîd düşmesi üzerine meleklerin onu yıkaması meselesi, [22] bu görüşün ilham kaynağı olmalıdır.
Şehîdler, Allah’ın kendileri için hazırladığı büyük kerameti müşahede ettikleri için söz konusu ismi almaktadır.[23] Bu görüş Hadîd 57/19 âyetinden mülhemdir.[24]
Şehîd sözcüğünün, ism-i fâil manasında olduğunu söyleyen âlimler, söz konusu ilişkiyi şöyle açıklamaktadır: Allah’ın, birliğine ve varlığına başkaları sözle şahitlik ederken şehîd buna fiilen şahitlik ettiği için bu ismi almıştır.25 Yaşadığı dönemde insanları hakka yönlendirmek vesilesiyle kendini feda eden gencin kıssası (ashâbü’l-uhdûd) bu görüşe örnek gösterilebilir. Şöyle ki: Hz. Peygamber’in belirttiğine göre (özetle) çok zaman önce bir kral ve bir genç bulunmaktadır. Kral, bu genci imanından döndürmek için ona işkence yapmakta ve ölümle tehdit etmektedir. Bu maksatla birçok vasıtalara teşebbüs etmekte ancak bu genci bir türlü öldürememektedir. Bu genç, bütün bu başarısız teşebbüslerden sonra krala “Gencin Rabbi olan Allah’ın adıyla” demedikçe beni öldüremeyeceksin.” dedi. Bunun üzerine kral, halkı geniş bir meydanda topladı, genci de bir hurma kütüğüne bağladı sonra ok torbasından bir ok alıp “Gencin Rabb’i olan Allah’ın adıyla!” diyerek oku fırlattı. Genç, elini şakağına saplanan okun üzerine koydu ve ruhunu teslim etti. Hayatıyla ve ölümüyle Allah’ın vahdaniyetine tanıklık eden gençten etkilenen halk “Biz gencin Rabb’ine iman ettik diyerek imanlarını ilan etmeye başladılar.26 Muhterem okuyucularım -makalenin sınırlarını aşmamak maksadıyla- bu heyecan verici kıssanın kalan kısmını Kur’ân-ı Kerîm’in Burûc sûresine [27] havale ederek kıssayı bitirelim.
Hz. Peygamberle (sas) birlikte şehîdlerin de geçmiş ümmetlere tanıklık yapacakları için onlara “şehîd” denilmektedir. Bu yorum Bakara sûresi 2/143. âyetine istinaden yapılmaktadır.[28]
Şehîdin üzerinde bulunan kan onun Allah yolunda can verdiğine tanıklık ettiği için bu münasebetle şehîd tabiri kullanılmıştır.[29] Şehîdlerin kıyamet gününde kanlarının misk gibi kokacağını belirten hadisler,[30] bu yorumun kaynağını teşkil ediyor olmalıdır.
Şehîd, Allah’ın mülkünü ve melekûtunu müşahede edendir. Mülkten de müşahede âlemi/kozmos melekûttan da gayb âlemi, kastedilmektedir.[31] Demek oluyor ki şehîd, ölmeden önce manevi cihetten melekût âlemini hissetmiş ve bir nevî tanıklıkta bulunmuştur.
Kısacası Âl-i İmrân sûresinin 3/140. âyetiyle “şehîd” sözcüğünün geniş anlamı mülahaza edildiğinde şehîdi hakka ve hakikate tanıklıkta canını feda eden ve bu yönüyle bütün inanları motive görevini üstlenen bir rehber ve örnek olarak kabul etmek mümkündür.[32]
Muhterem okuyucularım bizler, bir gün ve gecede kılınan kırk rekât namazda kırk kez Fâtiha sûresini tekraren okuyoruz. Bu sûrede Allah’tan bizleri kendilerine nimet verilenlerin yoluna ulaştırmasını diliyoruz.[33] İşte o nimet verilenlerden biri de en-Nisâ sûresinin 69. âyetinde geçtiği üzere, şehîdlerdir.[34] Namazlarda özellikle Fâtiha sûresinin kıraat edilmesinin önemi ve buradaki şehîdliğin zımnen talebi, bütün Müslümanların dualarında şehitliği istemlerinin bir iman alameti olduğunu, şehitliği arzulamayan Müslümanın bir nevi münafık olabileceğini anlamaktayız. Nitekim bazı rivâyetler buna işaret etmektedir.
Bu münasebetle Allah uğruna canını feda eden şehîdlerimizi ve bu sağlam inançla dimdik ayakta duran gazilerimizi minnet, rahmet ve saygıyla yâd ediyoruz. Allah’tan bize, ailemize, ülkemize, İslâm beldelerine ve özellikle de Filistin ve Doğu Türkistan’daki kardeşlerimize dünya ve ahiret saadetini nasip etmesini temenni ediyoruz.
İbrahim Hanek
Siyer İlim, Kültür ve Tarih Dergisi Ekim-Kasım-Aralık 2024/32. Sayı
İrtibat ve Detaylı Bilgi İçin: 0212 544 76 96
www.siyerdergisi.com
Notlar
[1] İbn Fâris, Mekâyîsü’l-lüğa, 3/221; İbn Âbidîn, Reddü’l-muhtâr, 2/247.
[2] İbn Manzûr, Lisânü’l-Arab 3/239-240; Âsım Efendi, Kâmûsu’l-muhît tercümesi, 2/1475.
[3] Ezherî, Tehzîbü’l-lüğa, 6/47; İbn Fâris, Mekâyîsi’l-lüğa, 3/221; Ragıb İsfehânî, Müfredât, 465.
[4] İbn Manzûr, Lisânü’l-Arab, 3/239; Yaran, “Şehitlik ve Fıkhî Hükümler”, (M.Ü. İlahiyat Fak. Dergisi 42, 2014), 214.
[5] Topaloğlu, “Şehîd”, DİA, 38/428.
[6] İbn Fâris, Mekâyîsi’l-lüğa, 3/221; İbn Manzûr, Lisânü’l-Arab, 3/239-240, 242; İbn Âbidîn, Reddü’l-muhtâr, 5/461-463.
[7] Dâmeğânî, Kâmûsu’l-Kur’ân, 269.
[8] Attar, “Şehid”, DİA, 38/429.
[9] Bikâî, Nazmü’d-dürer, 5/325; Attar, “Şehid”, 38/429.
[10] Eker, Şehadet Bilinci, 8; Yaran, “Şehitlik ve Fıkhî Hükümler”, 215.
[11] Buhârî, “Cihâd”, 15; Müslim, “İmâre”, 149-152.
[12] Müslim, “İmâre”, 117, 119-120; Tirmizî, “Fezâilü’l-cihâd”, 13.
[13] Buhârî, “Cihâd”, 14; Müslim, “İmâre”, 149-150.
[14] Müslim, “İmâre”, 143; Ebû Dâvûd, “Cihâd”, 27.
[15] Buhârî, “Cihâd”, 21; Müslim, “İmâre”, 108-109, 121; Nesâî, “Cihâd”, 30.
[16] Tirmizî, , “Fezâilü’l-cihâd”, 25; Ebû Dâvûd, , “Cihâd”, 28.
[17] Zebîdî, Tâcü’l-arûs, 8/255; Birsin, “Şehitlik Kavramı”, (EKEV Akademi Dergisi 15/46 (2011), 102.
[18] Buhârî, “Cenâiz”, 75, “Megazî”, 26.
[19] Ezherî, Tehzîbü’l-lüğa, 6/48; Yazır, Hak Dini Kur’an Dili (İstanbul: Matbaai Ebüzziya, 1935), 1/524-525.
[20] Buhârî, “Cihâd”, 14; Müslim, “İmâre”, 149-150.
[21] İbn Fâris, Mekâyîsi’l-lüğa, 3/221; Zebîdî, Tâcü’l-arûs, 8/254.
[22] İbn Hibbân, es-Sahîh, 15-495-496.
[23] Razî, Mefâtîhu’l-ğayb, 28/42; Zebîdî, Tâcü’l-arûs, 8/255.
[24] İsfehânî, Müfredât, 466.
[25] Gâmidî, “eş-Şehâde fî sebîlillâh”, (Mecelletü’l-Buhûsi’l-İslâmiyye 41/41 1994), 287; Yaran, “Şehitlik ve Fıkhî Hükümler”, 216.
[26] Müslim, “Zühd”, 73.
[27] Bürûc 85/1-16.
[28] Ezherî, Tehzîbü’l-lüğa, 6/48; Zebîdî, Tâcü’l-arûs, 8/254.
[29] Zebîdî, Tâcü’l-arûs, 8/255; Yaran, “Şehitlik ve Fıkhî Hükümler”, 216.
[30] Buhârî, “Cihâd”, 10; Ebû Dâvûd, “Cihâd”, 40.
[31] Zebîdî, Tâcü’l-arûs, 8/255; Âsım Efendi, Kâmûsu’l-muhît tercümesi, 2/1476.
[32] Kâsimî, Mehasinu’t-te’vil, 2/419; Yazır, Hak Dini Kur’an Dili, 1/524.
[33] Fâtiha 1/6-7.
[34] Nisâ 4/69.