Hz. Peygamber’in (a.s.) hayat hikâyesi ve tercüme-i hâli olan siyer, İslâm Dini’nin ikinci temel kaynağı olan Sünnet’in bir kısmı, çerçevesi ve kronolojisidir” denilebilir.
İbn Haldûn’un dile getirdiği gibi: İslâm ilim tarihinde naklî ve şer’î ilimler son derece gelişmiştir. Ulemâ bu ilimleri daha tekâmül ettirilemeyecek derecede ilerletmiş, mükemmel bir surette ıstılahlar vazetmiş, dini ilimleri ayrı ayrı ilimler haline getirmiştir. Bu ilimler mükemmelliğin son derecesine ulaşmıştır. Dini ilimlerin her dalında fikirlerine başvurulan büyük üstatlar yetişmiş, öğretimde istifade edilen metot ve kanunlar vazedilmiştir.[1]
Siyerin diğer dini ilimlerle ilişkisi üç başlık altında ele alınacaktır:
a. Siyer Bir İlimdir ve Her İlim Kendi Kaynaklarından Öğrenilir
Konuların çeşitliliği ve aynı konunun değişik bakımlardan ele alınabilmesi, farklı ilimleri ve ilimlerin tasnifini gerekli kılmıştır. “Her bir ilmin konusu/mevzusu, onu ele alış ciheti, usûlü ve işlevi diğerlerinden farklıdır” kaidesince siyer de bir ilimdir, mevzusu, onu ele alış tarzı ve işlevi diğer dinî ilimlerden az –hadîs gibi- veya çok -fıkıh gibi- farklıdır. Öyleyse siyerden diğer dinî ilimlerin neticeleri tahsil edilemez ve ona diğer dinî ilimlerin işlevi yüklenemez.
İbn Haldûn’un (732-808/1332-1406) dile getirdiği gibi insanlar tarafından öğrenilen ve öğretilen ilimler iki gruptur: “Biri insana göre tabii bir durum olan aklî ilimlerdir ki insan kendi fikriyle onların tahsiline yol bulur. Diğeri nakli ilimlerdir ki kişiler bu ilimleri ancak onları vazedip ortaya koyandan nakletmek suretiyle öğrenirler. Onlarda aklın hüküm ve tasarrufuna mecal yoktur. Fakat ferî meseleleri, usûle ilhak edebilir… Nakli ilimlerin hepsinin aslı Allah ve Resûlü tarafından bizim için vazedilmiş olan Kitap ile Sünnet’tir ve onlardan alınan dini hükümlerden istifadeyi kolaylaştıran ve onlarla alakalı olan diğer ilimlerdir. İşbu şer’î ilimlerin tahsili ulum-i lisan-ı Arabî’nin tahsilini gerektirir ki zikredilen lisan bu milletin lisanıdır. Ve Kur’ân-ı Kerîm onun üzerine nazil olmuştur… Nakli/şer’î ilimlerin tamamı İslâm milletine mahsustur.”[2]
Bin yıldan fazladır çalışılan İslâm Dini’ni konu edinen ilimlerin özgün isimleri, tarifleri, mevzuları, ıstılahları, usulleri, yöntemleri ve kaynakları; başka bir deyişle İslâm ilim tarihi göz ardı edilerek, dini ilimler üzerine yapılacak çalışma ve araştırmalar, şöyle veya böyle zeminsiz, muallâkta ve eksik kalmaya mahkûmdur. Bu, yaşadığımız döneme itibar etmemek anlamına gelmez.
el-Bîrûnî’nin (362-440[?]/973-1048[?]) şu sözleri maksadı ifade etmeye kâfidir: “Ben, her insanın kendi sanatında/ilmî çalışmasında yapması gerekeni yaptım: (1) Öncekilerin gayretlerini/çalışmalarını minnettarlıkla kabul etmek (yani çalışılan alanla ilgili ilim mirasını bilmek ve özümsemek), (2) Şayet tespit edip vakıf olursa yanlışlıkları, özellikle de hakikatin özünün anlaşılması mümkün olmayan hususları (usûl açısından geçerli delillerle) çekinmeden düzeltmek, (3) Kendisine gerçek görüneni, gelecek kuşaklara emanet etmek”.[3]
Başka bir deyişle: “Farkına varılan, anlaşılabilir ve gerçek olan her konunun, zatına arız olan özellikleri araştırmak doğru olduğuna göre, her mefhumun ve hakikatin kendisine has bir ilminin olması gerekir”[4] kaidesi gereği siyer de bir ilimdir.
Her ilmin kendine has bir tarifi, mevzusu, usûlü, meseleleri, kaynakları ve konularını ele alış tarzı ve tahsilini mümkün kılan –dil ilimleri ve saire gibi- araçları vardır. Kâfiyeci, usûle dair bu kaideye şu sözlerle işaret eder: “Derim ki: Varlık; ya kadîmdir ya hâdistir ya da –bizim konumuz dışında olan- ne kadîm ne de hâdistir. Kadîm olan, Allah’ın zâtı ve sıfatlarıdır. Kelâm ilmi, -zikri yüce- Allah’ın zatından, sıfatlarından ve ilgili meselelerden bahseder. Tarihçi, bu konularla kelam ilmi gibi ilgilenmez. Nitekim fıkıh, usûl ve diğer ilimlerin konularıyla da –ilgi alanı dışında olduğu için- ilgilenmez. Evet, tarihçi söz konusu ilimlerle, ihtiyaç duyduğunda, hâdiseleri tanımlama (tahdît) ve vakitlerini belirleme (tevkît) açısından ilgilenebilir”.[5]
Kısacası siyer de bir ilimdir ve kendi kaynaklarından öğrenilmelidir. Mesela fıkha dair bir eserden siyer öğrenilemediği gibi siyer konulu bir eserden de fıkıh, akait gibi ilimler ve konular öğrenilemez. Hadîs, bu kaidenin istisnasıdır. Siyer kaynaklarında yer alan verilerin neredeyse tamamı hadîs kaynaklarında da bulunmaktadır. Ama siyer kaynakları, hadîsin tamamını kapsamaz.
Kaynak niteliğine sahip klasik bir siyer eseri, bir coğrafya, nesep/soy bilim, lügat, fıkıh, akait, tefsir veya bir esbâb-ı nüzûl kitabı değildir. Bir siyer çalışması, söz konusu ilimlere kendi asli konusunu aydınlatmak için atıflar veya gereği kadar alıntılar ve değiniler yapar. Başka ilimlerin konularıyla doğrudan ve teferruatlı bir şekilde ilgilenmez.
Haliyle siyer kaynaklarında geçen coğrafi bilgilerin açılımı, İslâm coğrafya kaynaklarında yer alır. Zikredilen bir yerleşim birimi ile ilgili bilgi için ya İslâm şehir tarihlerine veya ansiklopedik İslâm coğrafya kaynaklarına bakılmalıdır.
Siyerde bahsedilen şahıslar hakkında akrabalık ilişkileri ve kişisel biyografileri için ensâb, tabakât ve ricâl konulu ansiklopedik eserler incelenmelidir.
Siyer kaynaklarında bahsedilen bir bitki veya hayvanla ilgili olarak İslâm bilim tarihinde gelişen ilmü’l-hayvân, ilmü’n-nebât, tıp, şifalı bitkiler, eczacılık/saydana gibi eserler araştırılmalıdır. Tabii ki bu neviden araştırılıp geliştirilmeye açık alanlarda günümüz imkânlarından ve gelinen bilgi düzeyinden mutlaka yararlanılmalıdır.
Siyerde geçen bir âyetin sebeb-i nüzulünü, dil, usûl ve benzeri yönlerden izahını; böylece dönemin inanç ve düşünce bakımından ne tür tartışmaların ve değişimlerin yaşandığını bilip idrak edebilmek için –rivâyet ve diğer türden- tefsirlere müracaat edilmelidir.
Bir hadîsin farklı rivâyet şekillerini, sebeb-i vürudunu, anlamlarını, ondan çıkan hükümleri ve istifade edilen şeyleri tespit için hadîs külliyatları, şerhleri ve benzeri çalışmalar okunmalıdır.
Siyerde geçen bir olayın hüküm bakımından neye tekabül ettiğini tespit için fıkıh kitaplarına bakmak gerekir. Bütün bunların açılımlarını siyer kaynaklarında aramak çok büyük bir usulsüzlüktür ve hatadır.
Siyere dair yapılan bazı yeni çalışmalarda: “Hz. Peygamber’in sîretinin anlaşılması açısından falan konu çok büyük önem arz etmektedir. Ne var ki, klasik siyer ve megazi kaynaklarında dönemin bilgi ve kültür düzeyine bağlı olarak bir takım bilgiler bulunmasına rağmen yazılan çağdaş eserlerde yüzeysel özetlerden ibaret giriş bilgileri dışında bu hususlarda yeterince bilgi bulmak zordur” şeklindeki değerlendirmeler hatalıdır. Zira siyer; coğrafya, ensâb, fıkıh, ilmü’n-nebât (botanik) veya ilmü’l-hayvanâta (biyoloji) ve saire dair değildir. Siyerde bahsedilen ilimlerin konularına, siyer çerçevesinde temaslar ve atıflar yapılır, asla teferruatlı bir şekilde o konular ele alınmaz ve alınmamalıdır.
Üstelik mütekaddimînden olan her bir siyer müellifinin, bilgi kaynakları, öncelikleri vesairesi birbirlerinden farklılık arz eder. Onlar siyer telif etmişlerdir, başka bir şey değil. Ayrıca bir müelliften her şey beklenmez. Her müellif, kendi araştırma ve bilgi birikimi çerçevesinde seçtiği konuyu telif eder ve onu bir düzeye taşır.
b. Hz. Peygamber (sas) Devri Rivâyetleri ve Diğer Dini İlimler Arasındaki İlişki
Şu hakikat bilinmeli ve unutulmamalıdır: İslâm Dini’nin ikinci temel kaynağı olan Peygamber Efendimiz’in (sas) Sünnet ve siyeri, değişik İslâmî ilimler tarafından en ince ayrıntısına kadar -dil, ilmî ıstılah ve usûl gibi- çeşitli yönlerden incelenmiş, hüküm bakımından ne ifade ettiği tesbit edilmiştir. Mesela:
1- Hz. Peygamber’in (sas) Kur’ân-ı Kerîm’le ilgili beyânâtıyla; esbâb-ı nüzûlü de içeren rivâyet tefsirleri ve diğer tefsir türleri ilgilenmiştir. Mesela Kur’ân-ı Kerîm’in nas ile sabit manaları, müteselsil bir şekilde Hz. Peygamber’den (sas) alınıp nakledilmiştir. Öyle ki İbn Cerîr et-Taberî, Kur’ân-ı Kerîm’in bütün manalarını ananeli senetler ile müteselsil bir şekilde menba’-ı Risâlet’e isâl etmiş ve o tarzda mühim ve büyük tefsiri olan Câmi’u’l-Beyân an Te’vîli Âyi’l-Kur’ân’ı yazmıştır. Büyük sahabe Câbir b. Abdillah’ın (ra) bildirdiği gibi: “Kur’ân, Resûlullah’a (sas) indiği için manasını en iyi kendisi biliyordu. O (sas) bir şey yaptığı zaman biz de aynısını yapardık”[6]
2- Hz. Peygamber’in (sas) söz, fiil, takrir ve hallerinin tesbiti işini; hadîs ilimleri tespit etmiştir.
Hz. Peygamber’in (sas) Sünnet’i, insanı insan yapan değerlerin kaynağıdır. En güvenilir ilmî yöntemlerle ve büyük bir titizlikle İslâm’ın ilk kuşakları tarafından tesbit edilip bize emanet bırakılan ve Sünnet’in yazılı ifadesi olan hadîs külliyatları, hayatı aydınlatan ve yön veren, hakikate ulaşmamızı sağlayan en önemli kaynaklardır. Sosyal ahvâl ve olaylar konusunda bir hazine niteliğindeki hadîs külliyatlarının şerhleri de büyük öneme sahiptir ve -hayatın kaynağı ve hakikati ilham eden- hadîsin ve kaynak niteliğindeki siyer-megâzî metinlerinin anahtarları niteliğindedir.
3- Akâidle/inançla ilgili kısmını; akait ve kelâm ilimleri ele alıp incelemiştir.
4- Hukuk vb. konularla ilgili kısmını ve ne tür hükümler içerdiğini; -değişik alt ilim ve disiplinleri içeren- fıkıh ilmi,
5- Hz. Peygamber’in (a.s.) hayat hikâyesini ve tercüme-i hâlini; siyer, megâzî, delâil, şemâil, tabakât, ensâb, ahbâr ve tarih ilimleri, çeşitli tezahürleriyle birlikte tesbit etmiştir.
c. Siyer Bilgisinin Değerlendirilmesi veya Fıkhu’s-Sîre
Siyer rivâyetleri, din ilimleriyle ilgili klasik kaynakların tümünde şu veya bu şekilde işlenmiş; ifade ettikleri mana ve hükümlere yer verilmiştir. Bununla beraber özel olarak ise başta hadîsin kitâbü’s-siyer ve’1-cihâd kısımlarında ve şerhlerinde, fıkhu’l-hadîste, hadîs şerhlerinde, fıkhın kitâbü’s-siyer kısmında ve er-Ravdu’l-Unuf fî Şerhi’s-Sîreti’n-Nebeviyye li İbn Hişâm (Süheylî), Şerh es-Sîretu’n-Nebeviyye Rivâyetu İbn Hişâm (Ebû Zer b. Muhammed b. Mes’ûd el-Huşenî), Subulü’l-Hudâ ve’r-Reşâd fî Sîreti Hayri’l-İbâd (eş-Şâmî), Zâdü’l-Meâd (İbn Kayyim el-Cevziyye), Şerh ale’l-Mevâhibi’l-Ledünniyye (Zürkânî) ve -İbn Seyyidünnâs’ın Uyûnü’l-eser fî fünûni’l-meğâzî ve’ş-şemâ’il ve’s-siyer adlı eserinin şerhi- Nûrü’n-Nibrâs alâ Sîreti İbn Seyyidinnâs (Ebü’l-Vefâ Sıbtu İbni’l-Acemî Burhânüddîn İbrâhîm b. Muhammed b. Halîl et-Trâblusî el-Halebî: 753-841/1352-1438) gibi pek çok eserde, usûlî; yani –garip kelimelerin ve ıstılahların manalarının açıklanması ve tarifi, rivâyetlerin tearüzünün giderilmesi ve telifi, müşküllerin izahı ve müphemliklerin giderilmesi gibi pek çok bakımdan- esaslı ve yöntemli bir şekilde işlenmiş ve değerlendirilmiştir.
Zikredilen eserler ve benzerleri, aynı zamanda siyerin başlı başına bir ilim olduğuna, kendine özgü kaynakları, ıstılahları ve meseleleri olduğuna da işaret eder.
Fıkhu’s-sîre, siyere dair yeni bir çalışma alanı olarak görülebilir. Oysa –eserleri yukarıda zikredilen- Süheylî, Ebû Zer el-Huşenî, eş-Şâmî, İbn Kayyim el-Cevziyye, Zürkânî ve Sıbt İbni’l-Acemî gibi âlimlerin yaptıkları çalışmalar, –adı konmamış olsa dahi- tam manasıyla bir fıkhu’s-sîredir.
Siyer çalışmalarında zikredilen muazzam kaynakların asla ihmal edilmemesi gerekir. İhmal neticesinde siyere dair yapılacak değerlendirmeler, dayanaksız ve tenkide açık, hatta çoğu zaman hatalı ve saptırıcı olmaya mahkûmdur. Zira siyer ile -yukarıda bir nebze bahsedilen- dinî ilimler arasında güçlü bağlar ve kuvvetli atıflar vardır. Bunun göz ardı edilmesi, siyer çalışmalarının eksik ve yüzeysel kalmasını –zorunlu olarak- netice verir.
Netice itibariyle konuların çeşitliliği ve aynı konunun değişik bakımlardan ele alınabilmesi, farklı ilimleri ve ilimlerin tasnifini gerekli kılmıştır. “Her bir ilmin mevzusu, onu ele alış ciheti, usûlü ve işlevi diğerlerinden farklıdır” kaidesince siyer de bir ilimdir, mevzusu, onu ele alış tarzı ve işlevi diğer dinî ilimlerden az –hadîs gibi- veya çok -fıkıh gibi- farklıdır. Öyleyse siyerden diğer dinî ilimlerin neticeleri tahsil edilemez ve ona diğer dinî ilimlerin işlevi yüklenemez. Mesela siyer bir ilimdir ve kendi kaynaklarından öğrenilmelidir. Fıkha dair bir eserden siyer öğrenilemediği gibi siyer konulu bir eserden de fıkıh, akait gibi ilimler ve konular öğrenilemez. Hadîs, bu kaidenin istisnasıdır. Siyer kaynaklarında yer alan verilerin neredeyse tamamı hadîs kaynaklarında da bulunmaktadır. Ama siyer kaynakları, hadîsin tamamını kapsamaz.
İslâm Dini’nin ikinci temel kaynağı olan Peygamber Efendimiz’in (sas) Sünnet ve siyeri, değişik İslâmî ilimler tarafından en ince ayrıntısına kadar -dil, ilmî ıstılah ve usûl gibi- çeşitli yönlerden incelenmiş, hüküm bakımından ne ifade ettiği tesbit edilmiştir.
Siyer; coğrafya, ensâb, fıkıh, ilmü’n-nebât (botanik) veya ilmü’l-hayvanâta (biyoloji) ve saire dair değildir. Siyerde bahsedilen ilimlerin konularına, siyer çerçevesinde temaslar ve atıflar yapılır, asla teferruatlı bir şekilde o konular ele alınmaz ve alınmamalıdır.
Mütekaddimîn veya müteahhirinden her bir siyer müellifinin, bilgi kaynakları, öncelikleri vesairesi birbirlerinden farklılık arz eder. Onlar siyer telif etmişlerdir, başka bir şey değil. Ayrıca bir müelliften her şey beklenmez. Her müellif, kendi araştırma ve bilgi birikimi çerçevesinde seçtiği konuyu telif eder ve onu bir düzeye taşır.
Prof. Dr. Kasım Şulul
Siyer İlim, Kültür ve Tarih Dergisi Temmuz-Eylül 2017/3 Sayı
İrtibat ve Detaylı Bilgi İçin: 0212 550 0 571
Whatsapp Abone Hattı: 0531 660 50 18
www.siyerdergisi.com
[1] İbn Haldûn (732-808/1332-1406), Mukaddime: Osmanlı Tercümesi, mütercim: Ahmed Cevdet Paşa, hazırlayanlar: Yavuz Yıldırım ve diğerleri, İstanbul 2008, III, 31-32.
[2] İbn Haldûn, III,31-32.
[3] Ebu’r-Reyhân Muhammed b. Ahmed el-Bîrûnî (362-440[?] / 973-1048[?]), Kitâbü’l-Kânûni’l-Mes’ûdî, Haydarabâd 1373/1953, I,4-5; Fuad Sezgin, İslâm’da Bilim ve Teknik, çev. A. Aliy, Ankara 2007, I,1 (bu eser, İslâm bilim tarihi konusunda temel bir kaynaktır).
[4] İbn Haldûn, Kitâbü’l-İber ve Divânü’l-Mübteda ve’l-Haber fî Eyyâmi’l-Arab ve’l-Acem ve’l-Berber ve men-Âserehüm min zevi’s-Sultâni’l-Ekber, Beyrut 1413/1992, I,40.
[5] K. Şulul, Kâfiyeci’de Tarih Usûlü, İstanbul 2003, s. 52,101.
[6] Rudânî, Cem’ü’l-Fevâid, el-Hac, hadis no: 3371.