Nebevî Miras derslerimizin bu haftaki konusu, Hz. Peygamber’in (sas) hadislerini Sahâbe’ye öğretme metotları ile alakalı idi. Muhterem Muhammed Emin Yıldırım Hocamız, Veda Haccı’nda, Efendimiz’in (sas) bir sözünden hareketle belirlediği; “Sözlerimi duyan, duymayanlara ulaştırsın.” serlevhasının altında, bu konunun ne kadar önemli olduğunu çeşitli örneklerle bizlere anlattı. En son bizlere yüklenen vazife ise, gerçekten çok önemli idi. Mevla hepimize bu yolda yardım eylesin, bizleri öğrenen ve öğretenlerden kılsın.
Dersten Cümleler
Asr-ı Saadet dediğimiz o güzel dünyayı doğru tanımak gibi bir sorumluluğumuz var…
Bugün Asr-ı Saadet dünyasını anlama çabalarında arızalı yaklaşımlar:
1. Kendi dünyamızdan bakarak, onların dünyasını tanımaya çalışıyoruz.
2. Beşer olduklarını unutarak, beşer üstü varlıklar gibi algılayıp, kavramaya çalışıyoruz.
3. Sıradan insanlar olarak görerek, vahye şahit olma, peygambere yoldaş olma gibi çok ayrıcalıklı bir hususiyeti, gözden kaçırarak değerlendirmeye çalışıyoruz.
4. Tabi ve doğal olarak değil, hayal ve hisleri ön planda tutarak anlamaya çalışıyoruz.
5. Ön yargısız bir şekilde okuyup, Kur’an’ın hakemliğinde yapılanlar üzerinde tefekkür ederek, o birikime yaklaşacağımız yerde, sadece aktarmaya çalışıyoruz.
Bugün hangi Müslümanın evine gitseniz en az 3-5 tane Mushaf var değil mi? Hicri birinci asrın sonlarına doğru o günkü koca İslam coğrafyasında toplasanız 20 tane kâmilen Mushaf bulamazsınız.
Hicretin 7. veya 8. yılında Efendimiz (sas) bir mektup yazdırıyor Yemame reislerine, adamlar günlerce bir tane okuma-yazma bilen adam arıyorlar, o mektubu okutmak için, aylar sonra ancak buluyorlar da öylece okutuyorlar.
İnsanın yiyeceği en güzel rızık, alnın teri ile kazandığıdır.
Veda Hutbelerinin evrensel mesajları: İnsana onur kazandıran en önemli şeyin kulluk olduğu gerçeği, insan onurunu zedeleyen şeyin ise asabiyet olduğu…
Asıl şeref, Allah’a (cc) kul olmaktır.
“Hepiniz Âdem’in çocuklarısınız. Âdem de topraktan yaratılmıştır. Arap’ın Arap olmayana, Arap olmayanın Arab’a, beyazın siyaha, siyahın beyaza hiçbir üstünlüğü yoktur. Üstünlük sadece takvadadır.”
Canın, malın, namusun mukaddes olduğunu vurgulaması, kadınların haklarının gözetilmesi gerektiğini, haksız kazancın önlenmesini, kan davalarının sonlandırılmasını, suçun şahsiliğini ve daha neler, neleri duyurmuştu…
Efendimiz (sas): “Ey İnsanlar! Yarın beni sizden soracaklar, ne dersiniz?” Ashabı kiram hep birden: ‘Şahadet ederiz ki, Allah’ın dinini tebliğ ettin, görevini hakkıyla yaptın, bize nasihat ve vasiyette bulundun’ dediler. Resulûllah (sas) mübarek şehadet parmağını göğe doğru kaldırdı, cemaat üzerine çevirip indirdikten sonra üç defa: ‘Şahid ol Ya Rab! Şahid ol Ya Rab! Şahid ol Ya Rab!’ buyurdu.”
“Ashabım! Muhakkak Rabbinize kavuşacaksınız. O da sizi yaptıklarınızdan dolayı sorguya çekecektir. Sakın benden sonra eski sapıklıklara dönmeyiniz ve birbirinizin boynunu vurmayınız! Bu vasiyetimi burada bulunanlar, bulunmayanlara ulaştırsın. Olabilir ki burada bulunan kimse, bunları daha iyi anlayan birisine ulaştırmış olur.”
Hz. Peygamber (sas) kendisinden hadis nakledilmesini ve yazılmasını yasakladı mı?
Hadis yazmayı yasaklayan en meşhur hadis, Ebû Said el-Hudrî tarafından rivayet edilmiştir. Bu hadisinde Hazreti Peygamber (sas) şöyle buyurmuştur: “Benden (bir şey) yazmayınız. Kim benden Kur’ân’dan başka bir şey yazdı ise onu imha etsin. Benden rivayet ediniz, bir beis yoktur. Kim benim üzerime kasden yalan söylerse cehennemdeki yerine hazırlansın.” (Müslim, Sahih, IV. 2298)
Ebû Said el-Hudrî’den rivayet edilen bir haberden öğrenildiğine göre, bir sahabi hadis yazmak için Hz.Peygamber’den izin istemiş, fakat o, bu izni vermekten çekinmiştir.” (el-Hatib, Takyidu’l-İlm, s. 32)
Ebû Hureyre’nin (ra) şöyle dediği rivayet olunmuştur: “Bir gün biz hadis yazıyorken Resûlullah (sas) yanımıza geldi ve: ‘Bu yazdıklarınız nedir?’ diye sordu. Biz de: ‘Sizden işitmiş olduğumuz hadislerdir.’ dedik. Bunun üzerine Hz. Peygamber: ‘Allah’ın kitabı haricinde kitap mı (istiyorsunuz) ? Bilir misiniz? Sizden önceki milletler, ancak Allah Teâlâ’nın kitabına rağmen yazmış oldukları kitaplardan dolayı sapmışlardır’ dedi. (el-Hatib, Takyidu’l-İlm, s.34)
Yazıya müsaade ettiği rivayetlere gelince, bu konuda da üç rivayet aktarayım.
Abdullah b. Amr (ra) “Resulullah’dan (sas) duyduğum her şeyi ezberlemek maksadıyla yazıyordum. Kureyşliler beni bundan nehyetti ve: “Resulullah (sas) kızgınlık ve sükûnet hallerinde konuşan bir insan iken sen ondan duyduğun her şeyi nasıl yazarsın?” dediler. Bunun üzerine yazmaktan vazgeçtim Daha sonra bu durumu Resulullah’a söylediğimde: “Yaz! Canım kudret elinde olan Allah’a yemin ederim ki, (ağzını işaret ederek) buradan haktan başka bir şey çıkmaz.” buyurdu.” (Ebû Davud, İlim, 3)
Buhari’de, Ebû Hüreyre’den (ra) şöyle bir rivayette bulunmuştur. “Resûlullah’ın ashabı içerisinde Abdullah b. Amr b. As hariç benden daha fazla hadis bilen hiç kimse yoktu. Çünkü O duyduğu hadisleri yazardı ben ise yazmazdım.” (Buhari, İlim, 9)
Ensar’dan birisi Resulullah’a (sas) gelerek: “Ya Resulullah! Ben senden bir söz işitirim, hoşuma gider. Lakin belleyemem.” Resulullah (sas) eliyle işaret ederek: “Sağ elinden yardım al yani yaz!” buyurdu. (el-Hatib, Takyidul-İlm, 65-66)
Bu konuda çok önemli bir delil de Resulullah’ın bizzat yazdırdığı ve şu an elimizde olan 6 tane diplomatik mektubudur.
Hz. Peygamber (sas) kendi hadislerini Sahabe’ye nasıl bir yöntemle öğretiyordu?
Sözlerinin iyice anlaşılmasını sağlardı.
Sözlerinin doğru bir şekilde kavranılmasına özen gösterirdi.
Sözlerinin ezberlenebilmesi için tekrar ederdi.
Sözlerinin hafızalara kayıt edilmesine teşvik ederdi.
Sözlerinin müzakere edilerek iyice kavranmasını isterdi.
Sözlerinin başkalarına ulaştırılmasını özellikle isterdi.
Âişe radıyallahu anhâ şöyle dedi: “Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in konuşması, herkesin anlayacağı şekilde açık seçikti.” (Ebû Dâvûd, Edeb, 18)
Hz. Âişe “Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem sizin yaptığınız gibi çabuk çabuk konuşarak sözlerini arka arkaya dizmezdi; tane tane konuşur, muhatabının iyice anlamasını sağlardı.” demektedir. (Buhârî, Menâkıb, 23)
Berâ b. Âzib 71 (690) veya 72 (691) yılında seksen küsur yaşlarında iken Kûfe’de vefat etti.
Berâ b. Âzib’in (ra) rivayet ettiği hadislerin toplamı 305 tanedir.
“Ey Bera! Gece yatacağın zaman güzelce abdestini al, sağ tarafına yat ve şu duayı oku!” Efendimiz (sas) sözlerine şöyle devam etmişti: “Ya Rabbi! Kendimi sana teslim ettim. Yüzümü sana yönelttim. İşlerimi sana havale ettim. Sırtımı sana dayadım. Sana muhabbetimden ve senden korkumdan dolayı Sana sığınırım. Senden gayri sığınılacak başka bir yer yoktur. Ancak sen varsın. Ya Rabbi! Senin indirdiğin kitaba inandım. Gönderdiğin Nebi’ye iman ettim.”
Hz. Peygamber (sas) sözlerini şöyle bitirdi: “Ey Bera! Eğer bu sözleri söyler ve o gece ölürsen, İslam dini üzere (mümin olarak) ölürsün. Senin bundan sonra uyumadan önce son sözlerin bunlar olsun.” (Buhari, Vudû, 75; Müslim, Zikir, 56)
Enes radıyallahu anh’in belirttiğine göre: “Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem sözünün iyi anlaşılması için konuşmasını üç defa tekrarlardı. Bir topluluğun yanına varıp onları selâmlayacağı zaman üç defa selâm verirdi.” (Buhârî, İlim, 30, İsti’zân, 13; Tirmizî, İsti’zân, 28)
“Allah, bizden bir söz işitip onu muhafaza edenin ve sonra da bir başkasına onu ulaştıranın yüzünü ak etsin.” (Tirmizi, İlim,7)
“Allah, benim sözümü işitip, onu iyice anladıktan sonra, başkalarına tebliğ edenin yüzünü ak etsin.” (İbn Mace, Mukaddime, 18)
“Benden bir söz işitip, onu tebliğ etmek için (başkalarına ulaştırmak için) ezberleyen kişinin Allah yüzünü ak etsin. Zira kendisine ulaştırılan öyleleri vardır ki bizzat işitenden daha iyi anlarlar.” (Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 6/96)
Zeyd b. Sabit rivayet ediyor: “Kendisine ilim ulaştırılan öyleleri vardır ki bizzat işitenden daha iyi anlarlar. Kimi fıkıh taşıyıcıları vardır ki, kendileri fakih değildirler. Kimi fakihler de kendilerinden daha fakih olanlara o ilmi taşırlar. Allah şu kulun yüzünü ak etsin ki dediğimi işitir, onu anlar ve sonra onu başkalarına duyurur. Zira nice ilim taşıyıcıları vardır ki o ilmi tam olarak anlamaktan yoksundur. Nice ilim taşıyıcısı da kendisinden daha iyi anlayacak olana o ilmi taşır. Üç haslet vardır ki bunlar oldukça mümin kalbi kin ve husumet taşımaz. Ameli Allah rızası için ihlaslı yapmak, Müslüman idarecilere hayırhah olmak ve Müslümanların cemaatine devam etmek… Çünkü Müslümanların duaları ona katılanların hepsini kuşatır.” (İbn Mace, Sünen, 1/ 84, 85)
Berâ b. Âzib: “Bizler her zaman gece-gündüz Resulullah (sas) ile beraber olamıyor, O’ndan bizzat hadisler dinleyemiyorduk. Çünkü her birimizin dünyalık işleri ve meşguliyetleri vardı. Kimimiz tarla ve bahçelerde, kimimiz develerin veya davarlarının peşinde idi. Ama kim o anlara şahit oluyorsa hemen bize o hadiseyi ve o hadisi aktarıyor, biz de onları hafızalarımıza kayıt ediyorduk. Unutmamak için ve iyice anlamak için de bol bol müzakere ediyorduk.” (Marifetü’l-U’lumu’l-Hadis, s.14)
Enes b. Mâlik de şöyle diyor: “Bizler, Resulullah’ın yanında bulunur, ondan hadisler dinler; O’nun yanından ayrıldıktan sonra da o hadisleri kendi aramızda ezberleyinceye kadar müzakere ederdik.” (el-Cami’u li-Ahlaki’-r-Ravi ve Adabi’s-Sami, s. 12)
“Bir kimseye bildiği ilimden sorulur da, o da ilmini gizler, cevap vermezse kıyamet günü ağzına ateşten bir gem vurulur.” (Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 14/5)
Ebû Hüreyre: “Bir ilim öğrenip de, onu anlatmayanın misali, Allah’ın kendisine mal verdiği kişi gibidir ki, o bu malı stoklar ama ondan başkalarına hiç infak etmez.” (el-Cami’u li Ahlaki’r-Ravi, s. 71)
Ebû Said el-Hudrî: “Merhaba, ey Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in bize vasiyet ettiği gençler! Resûlullah bizlere, meclislerimizde size yer açmamızı ve hadisleri size öğretmemizi emrederdi. Çünkü siz bizim halefimizsiniz ve bizden sonraki Ehl-i Hadis siz olacaksınız.” (Beyhakî, Şu‘abü’l-İmân, II, 275)
Abdurrahman b. Ebzâ (ra) “Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem bir gün hitâb ederek Müslümanlardan bir taifeyi övdü. Sonra şöyle buyurdu: “Bazı kimselere ne oluyor da komşularına fıkıh öğretmiyor, ilim öğretmiyor, vaaz etmiyor, iyiyi emretmiyor ve onları kötülükten alıkoymuyorlar? Diğer bazı kimselere de ne oluyor ki, komşularından ne fıkıh, ne de ilim öğreniyorlar. Onlardan öğüt de almıyorlar. Vallahi insanlar, ya komşularına öğretecekler, onlara öğüt verip iyiyi emredecekler, kötüden de alıkoyacaklar, diğer insanlar da komşularından fıkıh öğrenecek ve öğüt alacaklar, ya da ben onları hemen cezalandıracağım!” (Taberânî, Mü’cemü’l-Kebir; Heysemî, Mecmaü’z-Zevaid, 1/165)
“İsrâiloğullarından inkâr edenler, Davud’un ve Meryem oğlu İsa’nın diliyle lanetlenmişlerdi. Bunun sebebi söz dinlememeleri ve sınırı aşmalarıydı.” (Mâide 5/78)