“Eğer iyi bir anlatım tekniğine, yeterli bir sunum becerisine sahipsek İslâm’ın açamayacağı kilit yok gibiydi. Kalplere erişmek zordu ama yeterli koşulları sağlayabilecek bir kıratta olursak pekâlâ İslâm da en gür sedanın sahibi olacaktı.”
İslâm üzerine düşüncelerin çoklukla takdim üzerine şekillendiği bir ortamda uzunca bir süre dini tebligatın önem kazandığını söylemek hiç de abartılı olmayacaktır. Gerçekten de 60’lı yıllardan başlayarak 80’leri de içine katan geniş bir tarihsel düzlemde din üzerine konuşmanın tek bir gerekçesi vardı, o da muhatabı ikna etmekti. Tebliğ denilen şey anlatmaya ve böylece tebellüğ etmeye; davet dediğimiz şey de çağırmaya ve öylece kabul etmeye yönelik bir protokol icabı gibiydi. Değerliydi, asla atlanamazdı, o halde mütemadiyen geliştirilerek sürdürülmesi elzemdi.
İslâm üzerine etraflıca düşünmenin önünde anlaşılır pek çok sıkıntı vardı ve özelikle 80’lerde yaygın bir şekilde ilgi gören davet kitaplarının arkasındaki temel motivasyon da bu sorunu tanımlama iddiasıyla şekillenmişti. Gerçek olan İslâm’dı ve onu duyurmak, başkalarına öğretmek asla ertelenecek bir şey değildi. Nasıl tebliğ etmeli sorusunun cevapları üç aşağı beş yukarı aynıydı ve eğer belli başlı kurallara ve kriterlere uyulursa karşımızdakinin İslâm’a ram olmaktan başka bir yolu yoktu. İki kere iki eşittir dört kesinliğindeki bu beklentiyle hidayetten de söz etmek kuşkusuz mümkündü ancak burada sanki gerekli şartları yerine getirmiş biri için Allah’ın takdiri de artık tamamıyla beklenen bir şeydi. Muhatabımız Müslüman olmayıp da ne yapacaktı, sonuç az çok kestirilebilecek kadar netti, belliydi.
80’lerin ortalarında güçlü ve geniş bir literatür dalgasıyla sorumluluk sahibi dindarlar arasında kendine bir karşılık bulmakta zorlanmayan tebliğ ve davet kitapları, giderek İslâm üzerine konuşmanın usul ve icapları hakkındaki tartışmaları da beraberinde getirecek, böylece din dilinin evsafından başlayarak muhatap kitlenin özelliklerine kadar hemen pek çok konuda alevli tartışmalar yaşanacaktı.
Her bakış açısının kendi okumalarından devşirdiği bir tebliğ dili söz konusuydu. Referans metin olarak sadece Kur’ân’a yaslandığını iddia edenlerin diliyle buna sünneti ve sahâbe-i kiramın yaşantılarını ortak edenlerinkiyle kesinkes farklıydı. Bir tebliğ dilinin olması gerektiğinde gerçi şüphe yoktu ama onun nasıl kurgulanacağı konusunda ciddi görüş farklılıkları mevcuttu.
Dünya küçük, meseleler pek de büyük sayılmazdı. Etrafta İslâm’dan yana ilgileri artıracak, Müslümanca yaşama üzerine gerekli adımları atmaktan imtina eden hatırı sayılır bir kitle vardı ve nereden bakılırsa bakılsın onların bu tercihlerinin çok da uzaklara gitmeye gerek duymadan çözümlenebilecek birkaç temel sorunu vardı. Bilmiyorlardı, bilselerdi kesin doğru bir yerde olacaklardı. Onlara ulaşmak lazımdı, gereken tüm teknik ve yöntemleri takip ederek dîni mübin-i İslâm’ın pak aydınlığından onların da müstefit olması için durmaksızın çalışmak gerekiyordu. Bunun için de bir davet ve tebliğ seferberliği şarttı.
Memleket dindarlığına hâkim olan ruh hali hemen hemen aynı minvalde işliyordu ve Hz. Peygamber’den başlayarak bütün bir tarih boyunca belli başlı dîni önder ve temsillerin nasıl bir davet dili oluşturdukları, 80’li yıllarda üzerinde en çok durulan konular arasında yer alıyordu. Gerçekten de bu bağlamda sorumluluk sahibi insanlar bağlı bulundukları inanç biçimi, dahil oldukları muhit ve sahiplendikleri meşrep ve ideoloji adına bir tebliğ edebiyatı geliştiriyorlar, böylece de zinhar karanlıkta ömür tüketenlerin kaderini etkileyecek özgün bir dilin inşası için yöntem üzerine yöntem, metot üzerine metot öneriyorlardı.
Anlatmaya, sunuma ve muhatabı yeniden inşa etmeye yönelik bir dilin başka pek çok şeyi ihmal eden döngüsünün bedeli hepimiz için kuşkusuz ağır olacaktı. Tebliğde usul üzerine oldukça yetkin çalışmalar yapıldı ancak toplumu yerinde gözlemek ve orada neler olduğuna ilişkin sahici gözlemlerden epeyce bir müddet sarfı nazar eylemek sonuçta kendi içinde tıkanan ölgün bir tebliğciliğin hakimiyetine yol açmış oldu. Ortaya çıkan literatürün saygınlığına bir diyecek yoktu ancak bütün bunların nasıl ve ne şekilde ve hangi sahada işe yarayacağı konusunda ciddi bir emeğe daha ihtiyaç vardı.
Bugün bütün bunları dikkate alan bir dil arayışı bu alandaki belli başlı usul ve yöntemleri göz ardı etmeksizin mevcut birikimi de ihmal etmeden yeni bir yol tutturmak zorunda.
Tebliğ ve Davet Üzerine Kitaplar-Bazı Tanınmış Çalışmalar
Abdullah Ulvan, Gençler İşte Davanız, Çev. Hüseyin Küçükkalay, y.y., Konya 1978.
Abdülkerim Zeydan, İslâm’da Davet ve Tebliğ Esasları, Çev. Ruhi Özcan, Hisar Yay. İstanbul 1979.
Ahmet Önkal, Rasulüllah’ın İslâm’a Davet Metodu, Konya 1978.
Ebu’l-Hasan en-Nedevi, İslâm’da Tebliğ Metodu ve Tebliğciler, Çev. Kemal Sandıkçı, Çığır Yay., İstanbul 1978.
İhsan Süreyya Sırma, İslâmi Tebliğin Medine Dönemi ve Cihad, Beyan Yay. İstanbul t.y.
İhsan Süreyya Sırma, İslâmi Tebliğin Medine Dönemi, Beyan Yay. İstanbul 1983.
İhsan Süreyya Sırma, İslâmi Tebliğin Örnek Halifeler Dönemi, Beyan Yay., İstanbul t.y.
Mustafa Meşhur, İslâm’a Davet Fıkhı, Çev. M. Ahmet Varol, Hikmet Neşriyat, İstanbul.y.
Said Havva, Allah Erinin Ahlak ve Kültürü. Çev. Ramazan Nazlı, Hilal Yay., Ankara 1977.
Thomas Walker Arnold, İslâm’ın Tebliğ Tarihi, Çev. Bekir Yıldırım, Cenker İlhan Polat, İnkılap Basım Yayım, İstanbul 2007.
Yusuf el-Karadavi, Tebliğ ve Davet Müslümanın Temel Kültürü, Çev. Mehmet Akbaş, Nida Yay. İstanbul 2008.
Dr. Necdet Subaşı
Siyer İlim, Kültür ve Tarih Dergisi Ocak-Şubat-Mart 2020/13 Sayı
İrtibat ve Detaylı Bilgi İçin: 0212 550 0 571
Whatsapp Abone Hattı: 0531 660 50 18
www.siyerdergisi.com