Muhteşem Ahlak dersinde bu hafta Muhammed Emin Yıldırım Hocamız, Vahdet Ahlakı’nı anlattı. “Tevhid Olmadan Vahdet, Vahdet Olmadan Ümmet Olmaz!” serlevhasında, vahdetin önemi ve gerekliliği üzerinde duran Hocamız, ‘farzlar üstü bir farz olan vahdetin’ nasıl gerçekleştirilebileceği konusunda önemli açılımlarda bulundu. Bugün İslam Ümmeti’nin neden vahdete ulaşamadığı meselesine de somut örnekler üzerinden değindi.
Dersten Cümleler
Bilgi öncelikli değil, amel öncelikli bir ilim yolculuğuna çıkmalıyız!
Menfaat öncelikli değil, merhamet öncelikli bir azığı kuşanmalıyız!
Asabiyet öncelikli değil, adalet öncelikli bir hassasiyeti hayata hâkim kılmalıyız!
İhtilaf öncelikli değil, ittifak öncelikli bir kardeşlik ahlakını esas almalıyız!
Dünya öncelikli değil, ahiret öncelikli bir hedef belirlemeli ve o hedefe doğru koşturmalıyız!
Aidiyet öncelikli değil, ümmet öncelikli bir hizmet anlayışını hem edinmeli hem de topluma kavratmalıyız!
Tevhid olmadan Vahdet, Vahdet olmadan Ümmet olmaz!
Bu ümmetin vahdeti farzdır. Hem de efrazdır; farzlar üstü bir farzdır.
“Ey Ömer! Boşuna endişeleniyorsun. Seninle fitnelerin ne işi var. Sen olduğun müddetçe fitneler olmayacak!”
“Fitne kapıları açılacak mı, yoksa kırılacak mı?”
Aşere-i Mübeşşere’den Sa’d b. Ebi Vakkas’ın oğlu Âmir b. Sa’d babasından naklediyor. Efendimiz (sas) bir gün şöyle buyurmuştur: “Rabbimden üç şey istedim. Bana ikisini verdi. Birini vermedi. Rabbimden ümmetimi açlıkla helak etmemesini istedim, onu bana verdi. Rabbimden ümmetimi suda boğmakla helak etmemesini diledim, bunu da bana verdi. Ümmetimin felaketlerini kendi aralarında vermemesini diledim. Bunu bana vermedi.” (Müslim, Fiten, 20)
Allah kaderi yazdığı için mi biz O’nun yazdığını yapıyoruz, yoksa O bizim ne yapacağımızı bildiği için mi bizim yapacağımızı yazdı?
Biz yazılana mahkûm değiliz, yaptıklarımız yazılana muvafık…
Vâkid b. Muhammed babasından, o da Abdullah b. Amr İbni’l-As radıyallahu anhüma’dan anlattığına göre demiştir ki: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm, (bir gün) parmaklarını kenetledi ve dedi ki: “Ey Abdullah! Ahidleri bozulup şöyle karmakarışık hale gelen bir kısım ayak takımı kimselerle başbaşa kalırsan ne yaparsın?”
“Güzel bulduğun şeyi yaparsın, kötü bulduğun şeyi de terk edersin. Kendi yakınlarının hallerini düzeltmeye yönelirsin. O ayak takımı ile de, onların cemaati ile de uğraşmayı terk edersin.” (Buhari, Salât, 88, Fiten, 13; Ebû Davud, Melahim, 17)
“Ben güzele güzel demem, güzel benim olmadıkça!” değil; “Ben güzele güzel demem, Allah güzel demedikçe!”
Akidede/İmanda vahdetin adı tevhid, sosyal hayatta tevhidin adı vahdettir.
Tevhid, saffettir. Saflaşmak, durulaşmak, fıtrata dönmektir.
Saffet olmayana kadar tevhid, tevhid olmayana kadar vahdet olmayacaktır.
Evleri Darü’l-İslam kılmayana kadar, toplum Darü’l-İslam olmayacaktır.
Nefsini ayaklar altına almayan adam, dava adamı olamaz.
‘Gelin birleşelim!’ diyoruz, ‘Gelin birleşelim!’ demeden gerçek manada vahdet olmayacaktır.
“El-Ar, hayrun mine’n-nar/ Utanmak ateşten daha hayırlıdır!”
Hakkını olanı istemek değil, hakkın olandan vazgeçecek bir vahdet anlayışı…
“Allah ve Resûlü’ne itaat edin, birbirinizle çekişmeyin; sonra korkuya kapılırsınız da kuvvetiniz gider. Bir de sabredin. Çünkü Allah sabredenlerle beraberdir.” (Enfal, 46)
Ebû Sa’lebe el-Huşenî (ra) rivayet ediyor. Bu rivayet Ebû Davud’un Sünen’inde Cihad babında geçiyor.
“Dağlara ve vadilere dağılıp ayrılmayınız. Sizin bu şekilde vadilere ve dağlara dağılmanız ancak şeytan işidir.”
“Öyle birbirlerine yaklaşmışlardı ki onların üzerine bir örtü atılsaydı, hepsini kaplayacaktı.” Onların bu hali Efendimiz’in hoşuna gitti ve Resulullah (sas) tebessüm etti.” (Ebû Davud, Cihad, 97)