Ümmet, lafız bakımından tekil, anlam bakımından çoğul olan Arapça bir kelime olup “e-m-m” kökünden türemiş bir isimdir ve çoğulu “ümem”şeklinde gelir.[1] “Emm”kökü yönelmek, niyet etmek, talep etmek, bir şeyi hedef almak, öne geçmek, başı çekmek, bir topluluğun önünde olmak, sevk ve idare etmek gibi anlamlara sahiptir.[2] Ümmet kelimesinin Arapça asıllı bir kelime olduğuna dair dilcilerin genel bir kabulü olmasına rağmen bazı oryantalistler söz konusu kelimenin aslının İbrânîce, Aramca veya Akadca olabileceğini ileri sürmüştür.[3] Ancak İslâm âlimleri, bu iddiaları maksatlı ve temelsiz bulmuş ve kelimenin aslının Arapça olduğu hususunda ittifak etmiştir.[4]
“Emm” kökünden türeyen “ümm”, “ümmî” ve “imam” kelimeleriyle “ümmet” kelimesi arasında anlam yakınlığı bulunmaktadır. “Ümm” kelimesi asıl, kök, kaynak, ana, çocuk doğuran kadın anlamlarına gelir.[5] Bir şeyin vücut bulmasına, terbiyesine, ıslahına veya başlangıcına esas olan her şeye “ümm” denmiştir. Hatta Hz. Âdem’in eşi Hz. Havva’ya, insanlığın ilk meydana gelişine vasıta olan kaynak olduğu için insanlığın annesi (ümmü’l-beşer) denmesi de bundandır.[6] Ümm kelimesinin, “etrafındakilerin kendisine bağlı bulunduğu merkez” ya da “herhangi bir şey etrafında toplanan topluluk” anlamlarını ihtiva etmesi bakımından “toplanma” ve “aynı cinsten bir şey etrafında buluşma” şeklindeki anlamı ümmet kelimesiyle yakından ilişkilidir. Yine ümm ya da ümmet kelimesinden mensubiyet bildiren “ümmî” sıfatı da okuma yazma öğrenmemiş, tahsil görmemiş, bilgisiz; bildiklerini ya da inanıp söylediklerini yazılı bir kaynaktan almamış kimse anlamına gelir.[7] Ümmî, ümmet kelimesinden türediği takdirde, bağlı bulunduğu topluluğun arasında yetişmiş, şahsiyeti doğuştan getirdiği melekelerle ve çevresinden aldıkları ile şekillenmiş kimsedir.[8] İmam ise önder, arkasından gidilen kişi ve etrafında toplanılan kimse anlamındadır. Ümmet kelimesinin anlamı dikkate alındığında bir lidere, peygambere vb. tabi olan topluluk anlamını ifade ettiği görülür[9].
Ümmet kelimesini bazıları “immet” şeklinde de okumuşlardır. Sözlükte saltanat, nimet, din, âdet, yol, hal, durum gibi manalara gelen “immet” kelimesi, ümmet kelimesi ile bazı ortak anlamlar içermektedir.[10] Şu halde lügatlerde ümmet kelimesinin din, topluluk, millet, cemaat, peygamber gönderilen toplum, peygamberlerden birinin kavmi, belirli bir gaye etrafında toplanan cemaat, bir dinin mensupları, aynı zaman diliminde yaşayan topluluk, rehber, önder, yol, ana, nesil, canlı türlerinden bir grup, hayvan cinslerinden biri gibi anlamlara geldiği belirtilmektedir. Bununla birlikte kelimenin daha çok bir din, gelenek, durum, zaman veya mekân gibi sebeplerle bir araya gelmiş grup, cemaat veya topluluğu ifade ettiği anlaşılmaktadır.[11]
Kur’ân-ı Kerîm’de ümmet kelimesi oldukça geniş bir anlam yelpazesine sahiptir. Bu kelime kırk ikisi Mekkî, on beşi Medenî toplam elli yedi ayette; elli bir tanesi tekil, on üç tanesi çoğul olmak üzere yirmi beş sûrede, toplam altmış dört yerde geçmektedir.[12] Genel olarak topluluk ve özellikle insan topluluğu anlamına gelmekle birlikte millet, önder, zaman, yol, hayat tarzı ve din anlamlarında da kullanılmıştır.[13] Kur’ân’daki kullanımları dikkate alındığında ümmet kelimesinin içeriği şöylece tasnif edilebilir:
(ı) Belli özelliklere sahip olan büyük topluluklara ümmet denilmiş; bu bağlamda insan topluluklarının yanı sıra hayvan ve cin topluluklarına da ümmet denilmiştir. “Yeryüzünde yürüyen hayvanlar ve (göklerde) iki kanadıyla uçan kuşlardan ne varsa hepsi ancak sizin gibi bir ümmettirler (toplulukturlar).”[14] Kur’ân’da benzer inanç ve hayat tarzına sahip olan insan topluluklarına da “İnsanlar bir tek ümmet idi. Sonra Allah müjdeleyici ve uyarıcı olarak peygamberleri gönderdi…”[15] âyetinde olduğu gibi ümmet denilmiştir. Ayrıca bir peygamberin etrafında toplanan ve onun getirdiği esasları kabul eden topluluklara da ümmet denilmiştir ki bu aynı zamanda kelimenin en yaygın kullanım şeklidir.[16]
(ıı) Ümmet kelimesi, büyük bir topluluk içindeki özel bir zümreyi ifade etmek için kullanılmıştır. “Sizden hayra çağıran, iyiliği emredip kötülükten meneden bir topluluk (ümmet) bulunsun.”[17], “Ehl-i Kitap içinde doğru bir grup (ümmet) vardır ki gece saatlerinde secdeye kapanıp Allah’ın ayetlerini okurlar.”[18], “Mûsâ’nın kavminden gerçekten doğru yolu gösteren, onunla adil davranan bir zümre (ümmet) vardır.”[19] Bu ve benzeri âyetlerde ümmet kelimesinin büyük bir topluluk içindeki küçük ve özel bir zümreyi ifade ettiği görülmektedir.
(ııı) Bazı âyetlerde ümmet kelimesi din, inanç sistemi ve yol anlamlarında kullanılır. “İşte sizin bu ümmetiniz bir tek ümmettir…”[20] âyetinde dinleri bir olan topluluğun tek bir ümmet olduğu, yani Müslüman oldukları belirtilmektedir. Öte taraftan, “Hayır! Sadece, biz babalarımızı bir din (ümmet) üzerine bulduk, biz de onların izinden gidiyoruz, derler.”[21] âyetinde olduğu gibi inkârcı toplulukların da kendi içlerinde bir ümmet olduğu belirtilmiştir.
(ıv) Hidayet önderi, hayrın öğreticisi ve örnek insan anlamında kullanılmıştır. “İbrahim, gerçekten Allah’a itaat eden, tevhid ehli (başlı başına) bir ümmet idi.”[22] âyetinde Hz. İbrahim’in hidayet önderi ve tüm iyiliklere sahip bir kimse olması anlamında tek başına bir ümmet olduğu belirtilmektedir.[23]
(v) Ümmet kelimesi bazı âyetlerde “zaman, müddet ve devir” anlamında kullanılmıştır.[24] “Andolsun ki biz onlardan azabı sayılı bir müddet (ümmet) kadar geciktirsek mutlaka ‘Onun gelmesini alıkoyan sebep nedir?’ derler.”[25]
İslâmî literatürde ümmet terimi, “kendilerine peygamber gönderilmiş topluluk; bir peygambere nispet edilen ya da tâbi olan topluluk; aynı hedefe yönelen, bir gaye etrafında toplanan insan topluluğu; bir din ya da hayat tarzını benimsemiş olanlar; benzer vasıflara sahip insanların oluşturduğu topluluk veya diğer canlılar; birtakım sıfatların ve ayırıcı özelliklerin bir araya topladığı bütün canlı topluluklar; sahip olduğu özellikler sebebiyle muhtelif gruplara önderlik yapan cemaat” gibi benzer şekillerde tanımlanmıştır. Bütün bu tanımlar bir tasnife tâbi tutulacak olursa ümmet kavramının muhtevasını peygamber merkezli, gaye merkezli ve önder cemaat ya da imam merkezli olmak üzere üç ana başlık altında toplamak mümkündür:
(ı) Peygamber faktörünü merkeze alarak bu kavramı tanımlayanlara göre ister inansın ister inanmasın, Allah’ın gönderdiği bir peygambere muhatap olan veya ona inanan insanlar topluluğuna ümmet denilmektedir. Burada ümmet teriminin bir peygambere nispet edildiğinde biri genel, diğeri de özel olmak üzere iki anlamının olduğu görülür. Bunlardan ilkine göre ümmet, ister inansın isterse inanmasın kendilerine peygamber gönderilen insanlar topluluğudur. Bu manada ümmet, peygamberin davetine muhatap olan, mü’min ya da kâfir bütün insanları kapsamaktadır. Bu tanımlamaya uygun olarak ümmet-i Muhammed (Muhammed ümmeti) tabiri, Hz. Muhammed’in (sas) davetine muhatap olan bütün insanlığı içine almaktadır. Bu tanımlama, Hz. Muhammed’in bütün insanlığa gönderilmiş evrensel bir peygamber olduğu ön kabulüne dayanır. Buna göre ister mü’min ister kâfir olsun, ister Hz. Muhammed döneminde yaşasın, ister ondan sonraki dönemlerde yaşasın, isterse günümüzden kıyamete kadar yaşayacaklar arasında olsun, bütün insanlar Hz. Muhammed’in davetinin muhatapları olmaları açısından onun ümmetidirler. Terimin bu anlamı dikkate alındığında sadece Müslümanlar değil; Yahudiler, Hıristiyanlar, diğer dinlere mensup olanlar veya herhangi bir dine inanmayanlar dâhil olmak üzere bütün insanlar Hz. Muhammed’in ümmeti (ümmet-i davet) olarak kabul edilirler.
Peygambere nispet edildiğinde ümmet teriminin ikinci ve hususî anlamına ise bir peygambere iman edip tâbi olanlar, onun getirdiği dine inanan mü’minler şeklindedir. Bazı âlimler, bir karışıklığa meydan vermemek için peygamberin davetine muhatap olanların tamamına ümmet-i belâğ; bu davete icabet eden müminlere ümmet-i icabet; söz konusu davete muhatap olup da bu davete icabet etmeyen kâfirlere ise imana davet edilen toplum anlamında ümmet-i da’vet ifadesini kullanmışlardır.[26] Bununla birlikte Muhammed ümmeti tabiri mutlak olarak kullanıldığında, bununla sadece Hz. Muhammed’e inanıp onun peygamberliğini tasdik eden müminler topluluğu, yani İslâm ümmeti kastedilir. Nitekim kelimenin Kur’ân ve hadislerdeki kullanımları arasında bu anlamın öne çıktığı görülmektedir.[27] Hz. Peygamber’in “Ümmetim dalâlet üzerinde ittifak etmez.”[28] sözü, ya da kıyamet gününde, “ümmetim, ümmetim”[29] buyuracağı şeklindeki rivayetlerde ve benzeri yerlerde geçen ümmet kelimesinden Hz. Muhammed’in peygamberliğini kabul eden mü’minler topluluğunun kastedildiği kesindir.
Kur’ân’daki kullanımı dikkate alındığında Muhammed ümmetinin bazı vasıflarına dikkat çekildiği görülür. “İşte böylece sizin insanlığa şahit olmanız, Resûl’ün de size şahit olması için sizi mutedil bir ümmet kıldık…”[30] âyetinde “vasat ümmet” tabiri geçmektedir. Mâtürîdî, âyetteki vasat kelimesine “âdil- adaletli” anlamını verirken[31] müteahhir âlimler ise kelimeye “her türlü aşırılıktan uzak, dengeli, ölçülü, seçkin, hayırlı” gibi manalar yüklemiştir.[32] Kur’ân’ın vahyedildiği zaman dilimindeki Yahudiler ve müşrik Arapların dünyevileşme yönündeki aşırılıkları, Hıristiyanlar gibi bazı grupların da ruhbanlaşması dikkate alındığında “vasat” kelimesinin aslında bu iki aşırı tutumdan uzak durmayı ifade ettiği sonucuna varılır.[33] Öte taraftan “İçinizden hayra çağıran, iyiliği emredip kötülükten meneden bir grup (ümmet) bulunsun.”[34] ayetinde de Muhammed ümmeti içindeki bir topluluğa özel bir vazife tevdi edilmiştir. Buradaki ümmet kelimesinden maksat Müslüman topluma önderlik edecek özel bir topluluk olup hayra çağırmak, iyiliği emredip kötülükten menetmek onların en belirgin vasfıdır.
(ıı) Gaye merkezli tanımlamaya göre ümmet terimi, belli bir gaye etrafında toplanan insanlar topluluğu şeklinde tanımlanmıştır. Aslında bu, peygamber merkezli tanımlamayı da içine alan daha kapsamlı bir tanımdır. Bu tanımlamaya göre Hıristiyanlık, Yahudilik, İslâm gibi belli bir din etrafında bir araya gelen topluluklar ümmet olarak isimlendirildiği gibi dinî amaçlı olmayan bir gaye için bir araya gelen topluluklar da ümmet olarak isimlendirilebilirler. Mesela Medine’de renk, ırk, din, kabile gibi farklılıkları bünyesinde barındıran, belli haklar ve sorumluluklar çerçevesinde huzur ve barış içerisinde yaşama esasına dayalı sözleşmeyi (Medine Vesikası) onaylayan toplumdan Hz. Peygamber ümmet diye söz etmiştir.[35] Hz. Peygamber’in bu ifadesi, Medine’deki inanan-inanmayan, Müslüman-Yahudi bütün kesimleri içine almakta idi. Medine vesikasında yer alan “Bu vesikayı deklare edenler, diğer insanlardan ayrı bir ümmet (topluluk) teşkil ederler.”[36] maddesinden anlaşılacağı üzere Hazret-i Peygamber, Medine ve civarında yaşayan ve bu anlaşmanın hükümlerini kabul eden kabile ve grupları dil, din ve ırk ayırımı gözetmeksizin hepsini bir ümmet olarak kabul etmiştir. Sözleşmede geçen ümmet kelimesi, anlaşma hükümlerini kabul eden grup ve toplulukları ifade etmektedir. Bu toplulukları bir araya getiren ortak hedef din birliği olmayıp Medine’de belli hak ve yükümlülükler çerçevesinde barış içerisinde yaşamak ve Medine’yi her türlü saldırıya karşı savunmaktır. İnsanların bir araya gelmesi bir din, bir yaşam biçimi, belirli bir mekân veya zaman dilimi veya herhangi bir durum olabilir. Bir araya gelmeleri kendi tercihleri ile olsun veya olmasın yine ümmet adını alırlar.[37] Bu tanıma göre aynı din ve inanca mensup insanlara, aynı çağda yaşamış veya yaşayanlara, aynı bölge veya ülkede yaşamış veya yaşayanlara, aynı ırka veya aynı memlekete mensup insan topluluklarının her birine ümmet denilebilir. Yine aynı şekilde aralarında dil, ırk, renk, meslek ve menfaat birliği olan insanlar da birer ümmet teşkil ederler. Ancak Müslümanların bir ümmet olarak isimlendirilmesi aynı renk, ırk, dil ve ülkeden olmaları veya ekonomik çıkarları sebebiyle değil, aynı din ve aynı peygambere mensup olmaları sebebiyledir.[38]
(ııı) Önder cemaat ya da imam merkezli tanımlamaya göre de ümmetin belli bir amaç için bir lider etrafında toplanmış bilinçli bir topluluk olduğu anlaşılmaktadır. Bu topluluğun yol gösterme, kendisine uyulma, örnek ve önder olma gibi özellikleri bulunmaktadır. Bu tanımlamaya göre belli özellikler taşımak şartıyla küçük bir gruba ümmet denildiği gibi büyük bir topluluğa da ümmet denilebilmektedir. Nitekim Elmalılı, ümmeti öncülük eden bir cemaat şeklinde tanımlamıştır.[39] Ayrıca insanları bir araya getiren, onları toparlayan önder ya da imama nispetle de onun etrafında oluşan insan topluluğuna da ümmet denilmektedir.
Sonuç olarak, Kur’ân’da ümmet kelimesi başta insan topluğu olmak üzere, diğer canlı topluluklarını ifade ettiği gibi yol, sınıf, tür, nesil, zaman dilimi, toplum içindeki iyiliğe çağıran kötülükleri engelleyen zümre, bütün hayırlı halleri kendinde toplayan önder insan, din veya inanç sistemi gibi anlamlara geldiği de görülmektedir. Anlam dünyası gayet geniş olan ümmet kelimesinin “bir sebebe bağlı olarak bir arada bulunan toplulukları” ifade ettiği söylenebilir. Bununla birlikte ümmet kelimesi “İslâm ümmeti” ya da “Muhammed ümmeti” şeklinde terim anlamında kullanıldığında “isteyerek ve inanarak Hz. Muhammed’in önderliğinde bir araya gelen ve aynı temel inançları kabul eden Müslüman toplumu” ifade ettiği açıktır. Şu halde ümmet kavramında asıl belirleyici unsurun inanç birliği olduğu rahatlıkla söylenebilir. Aynı temel inançlar etrafında birleşen ve aynı hedefe doğru ilerleyen Müslüman toplum, kökenlerinin farklı olmasına, konuştukları dillerin farklılığına, sahip oldukları farklı sosyal statülere ve seviyelere, icra ettikleri farklı mesleklere, keza yaşadıkları farklı zaman ve çağlara bakılmaksızın “İslâm ümmeti” olarak isimlendirilmiştir.
Prof. Dr. Halil İbrahim BULUT
Siyer İlim, Kültür ve Tarih Dergisi Nisan-Mayıs-Haziran 2020/14 Sayı
İrtibat ve Detaylı Bilgi İçin: 0212 550 0 571
Whatsapp Abone Hattı: 0531 660 50 18
www.siyerdergisi.com
Kaynakça
– Abdülbâkî, M. Fuad, el-Mu‘cemü’l-müfehres, İstanbul 1990.
– Afzalur Rahman, Siret Ansiklopedisi, (trc. Komisyon), İstanbul 1996.
– Ali el-Kârî, Tefsîru Molla Ali el-Kârî, (thk. Naci es-Suveyd), Beyrut 2013.
– Âsım Efendi, Kâmusu’l-Muhît Tercemesi, İstanbul 2013.
– Ateş, Süleyman, Yüce Kur’an’ın Çağdaş Tefsiri, İstanbul 1988.
– Bulut, Halil İbrahim, “Ümmet”, DİA, 2012, 42: 308-309.
– Cevherî, İsmail b. Hammâd,Tâcü’l-lüğa ve sıhâhu’l-Arabiyye, (thk. Ahmed Abdülgaffâr Attar), Beyrut 1984.
– Çetin, Nihat, “Ümmet”, İslâm Ansiklopedisi (İA), İstanbul 1986.
– Ebü’l-Bekâ, el-Kefevî, el-Külliyyât, (nşr. Adnan Derviş-Muhammed el-Mısrî), Beyrut 1993.
– Fahreddi Râzî, Tefsîrü’l-kebîr, Beyrut 1997.
– Ferâhidî, Halil b. Ahmed, Kitâbü’l-ayn (thk. Mehdi Mahzumi, İ. Samerrai), Beyrut 1988.
– Hamidullah. Muhammed, Mecmu’atü’l-vesâiki’s-siyâsiyye, Beyrut 1987.
– İbn Abbâd, İsmail, el-Muhît fi’l-lüğa (nşr. M.Hasan Âl-i Yasin), Beyrut 1994.
– İbn Manzûr, Lisanü’l-’Arab, Beyrut 2000.
– Jeffery, Arthur, The Foreing Vocabulary of the Qur’an, Kahire 1937.
– Kurtubî, el-Cami li-ahkami’l-Kur’an, Mısır, trs.
– Mâtürîdî, Ebû Mansûr, Te’vilâtü’l-Kur’an (nşr. B. Topaloğlu), İstanbul 2005.
– Öz, Ahmet, Kur’an’ın Önerdiği Vasat Ümmet, SÜSBE, (Doktora Tezi), Konya 2006.
– Râgıb el-İsfahânî, el-Müfredât, İstanbul 1986.
– Reşîd Rızâ, Tefsîrü’l-menâr, Beyrut 1999.
– Taberî, Cami’ul-beyan, Beyrut 1995.
– Wensinck, el-Mu’cemu’l-müfehres, İstanbul 1988.
– Yazır, Muhammed Hamdi, Hak Dini Kur’an Dili, İstanbul 1971.
İstanbul Üniversitesi İlahiyat Fakültesi, Temel İslâm Bilimleri Bölümü. hibulut@istanbul.edu.tr
[1] Cevherî, Tâcü’l-lüğa,“emm” md.,; İbn Manzûr, Lisânü’l-’Arab, “emm”.
[2] İbn Manzûr, “emm” md.; Âsım Efendi, Kāmusu’l-Muhît Tercümesi, V, 4853.
[3] Jeffery, The Foreing Vocabulary of the Qur’an, s.70.
[4] Çetin, “Ümmet” md., İA, 13: 102. Ayrıca bkz. Bulut, “Ümmet”, DİA, 2012, 42: 308-309.
[5] İbn Manzûr, Lisanü’l-’Arab, “emm” md.
[6] Isfahânî, el-Müfredât, “emm” md.
[7] Bkz. Mertoğlu, “Ümmî”, DİA, 2012, 42: 309-310.
[8] Cevherî, Tâcü’l-lüğa,“emm” md.; Asım Efendi, V, 4853.
[9] Ferâhidî, Kitâbü’l-’Ayn, VIII, 428; Asım Efendi, V, 4853.
[10] İbn Abbâd, el-Muhît fi’l-lüğa, X, 460; Ferâhidî, Kitâbü’l-’Ayn, VIII, 428.
[11] Çetin, “Ümmet”, İA, 13: 102.
[12] Abdulbâkî, Mu’cem, “emm” md.
[13] Bkz. Ahmet Öz, Kur’an’ın Önerdiği Vasat Ümmet, s.34-38.
[14] el-En‘am 6/38; ayrıca bk. el-A‘raf 7/38.
[15] el-Bakara 2/213.
[16] Bkz. er-Ra‘d 13/30; en-Nahl 16/36; el-Hac 22/67.
[17] Âl-i İmrân 3/104.
[18] Âl-i İmrân 3/113.
[19] el-A‘raf 7/159.
[20] el-Mü’minûn 23/52; ayrıca bk. el-Enbiya 21/92.
[21] ez-Zuhruf 43/22.
[22] en-Nahl 16/120.
[23] Bkz. Taberî, Câmi‘u’l-beyân, VII, 660-661; Kurtubî, el-Câmi li-ahkâmi’l-Kur’an, X,197-98; Fahreddin er-Râzî, Tefsîrü’l-kebîr, XX,283-84.
[24] Fahreddin er-Râzî, Tefsîrü’l-kebîr, XVII, 321; XVIII, 464.
[25] Hud 11/8; ayrıca bk. Yusuf 12/45.
[26] Ebü’l-Bekâ, Külliyyât, s.176.
[27] Abdülbâkî, Mu’cem, “emm” md.; Wensinc, Mu‘cem, “emm” md.
[28] Bkz. İbn Mâce, “Fiten”, 8.
[29] Buhârî, “Tevhîd”, 36.
[30] el-Bakara 2/143.
[31] Bkz. Mâtürîdî, Te’vilâtü’l-Kur’an, I, 260.
[32] Bkz. Ali el-Kârî, Tefsîr, I, 128; Ateş, Yüce Kur’an’ın Çağdaş Tefsiri, II, 252-53.
[33] Reşîd Rızâ, Tefsîrü’l-Menâr, Beyrut 1999, II, 4-5.
[34] Âl-i İmran 3/104.
[35] Hamidullah, Mecmu’atü’l-vesâiki’s-siyâsiyye, s. 59.
[36] Hamidullah, a.g.e., s.59.
[37] Ebü’l-Bekâ, Külliyat, s.182-83.
[38] Afzalur Rahman, Siret Ansiklopedisi, III, 170.
[39] Yazır, Hak Dini Kuran Dili, 1, 508.