Yerel Değerlerin Ümmete Olan Katkısı
Mevzii ve mahalli yani yerel ve bölgesel değerlerin ümmete katkısı iki şekilde ele alınabilir ve yorumlanabilir. Şöyle de denilebilir:
“Ümmetin Yerel Değerlere Katkısı”
Yukarıdaki iki başlık birbirini tamamlar zira ümmetle yerel değerler arasındaki ilişki tek taraflı değildir. Etkileşim iki taraflıdır.
Önce ümmet kavramına ve bunun tarifini bakalım: Kur’ân-ı Kerîm’de ve hadis-i şeriflerde ümmet kelimesi çeşitli anlamlarda kullanılmıştır. Din, mezhep, cemaat, çeşitli canlılar ve bunların türlerine de ümmet denildiği olur. Ümmet, kendilerine peygamber gönderilen cemaate denir; gerek iman etsin gerek etmesinler.
Her Resûl’ün bir ümmeti vardır. Ona iman eden gibi onu inkar eden de onun ümmetidir. Buna göre ümmet, peygamberinin davetini kabul edip bu davete icabet eden veya gönderilen Resûl’ün Allah elçisi olduğuna inanmayan, onun davetini reddeden olmak üzere iki çeşittir: İcabet ve davet ümmeti. Genel anlamda ümmetin, bazı peygamberlerin davet ve tebliğleri mevzii ve mahallidir yani yereldir; belli bir bölgeyle ve kavimle sınırlıdır. Bazılarınınki geneldir, evrenseldir; bütün kavimleri, bölgeleri ve belli zaman dilimlerini kapsar. Hz. Muhammed’in (sas) daveti ve tebliği umumidir, evrenseldir; son peygamber olması itibarıyla da zamanla sınırlı değildir.
Hz. Peygamber’in Arabistan’a komşu devletlere mektuplar göndererek onları İslâm’a davet etmesi onun sadece Arap kavmine gönderilen bir tanrı elçisi olmadığını gösterir. Âlemlerin Rabbi, Hz. Muhammed’i (sas) âlemlere rahmet olarak gönderdiğinden Müslüman toplumlar kadar gayrimüslim toplumlar da onun ümmeti kabul edilir. Yaşadığı bölge, konuştuğu dil ve soyu ne olursa olsun “Elhamdülillah ben Müslüman’ım.” diyen bütün bireyler mü’min ve Müslüman; bunların oluşturduğu toplumlar ise ümmettir. Kavim ve aşiret gibi farklı nesepler, farklı diller, farklı beldeler, memleketler, diyarlar ve vatanlar ümmet olmalarına engel değildir.
Bunların Rabbleri bir, peygamberleri bir, kutsal kitapları bir ve Kâbeleri birdir. Kardeşliği ve eşitliği olan; birlik, beraberlik, dayanışma ve yardımlaşma ümmetin yani en geniş anlamda İslâm toplumunun ayırt edici niteliğidir. Ümmete İslâm toplumu denildiği gibi İslâm âlemi de denebilir. Bugün irili ufaklı 57 İslâm devleti bulunmaktadır. Gerek bu devletlerde gerekse Rusya ve Hindistan gibi gayrimüslim toplumlarda ve devletlerde yüzlerce milyon Müslüman nüfus yaşamakta ve bunların sayısı 1 milyar 700 milyonu geçmektedir. Gayrimüslimlerin çoğunlukla bulundukları ülkelerde Müslüman nüfus bulunduğu gibi Müslüman nüfusun çoğunlukta bulunduğu ülkelerde de gayrimüslim nüfus bulunmaktadır. Türkiye’de, Mısır’da ve İran’da olduğu gibi ümmetin birlik, beraberlik, dayanışma ve yardımlaşma halinde olması esas iken esefle ifade etmek gerekir ki mezhep, etnik köken, vatan, çeşitli ideolojiler ve siyasi ihtilaflar sebebiyle bu durum mümkün olmamaktadır. Buna gayrimüslim toplumlardan gelen etkiler, baskılar ve provokasyonlar da eklenince hoşgörü ile karşılanması gereken ümmet arasındaki farklı görüş ve düşünceler, inanç ve eğilimler derin ihtilaflara dönüşerek iç savaş ve fitne haline dönüşmektedir. Irak’ta, Suriye’de, Yemen’de ve Libya’da olduğu gibi. 1.7 milyar Müslüman nüfusundan bahsettik. Bu nüfusun büyük kısmı 57 Müslüman ülkede yaşamakta ve birlik sağlamak için bir İslâm İşbirliği Örgütü adında teşkilatları da bulunmaktadır. Arap Baharı ile başlayan, daha sonra savaşa dönüşen ihtilaflarda bu örgütün kayda değer bir etkisi ve yararı ne yazıktır ki görülmedi. Endonezya’dan Fas’a, Kazan’dan Somali’ye kadar olan geniş bir sahada yaşayan Müslüman nüfus dil, ırk, kavim, kabile, toplum ve renk itibarıyla farklılıklar göstermektedir. Sadece Kafkaslardaki Müslüman kavim ve halkların soyları ve dilleri bile 50’den fazladır. Dünya ölçeğinde ise bu sayı binlerle ifade edilmektedir. Bu ahalinin ve toplumların kendilerine özgü bir tarifleri, dilleri, vatanları, örfleri, adetleri, ananeleri, yaşama tarzları, ilim ve sanat anlayışları, idare ve siyaset şekilleri mevcuttur. Bu hususlardan her biri o halkların kendilerine mahsus kültürleri ve değerleridir. Birbirinden az çok farkı olmaları itibarıyla da doğal olarak farklıdır. Biz bunlara yerel değerler diyoruz ve bunların İslâm toplumuna olan katkılarından ve kazandırdıkları hususlardan bahsediyoruz.
Bahsedilen mevzii ve mahalli yöresel ve yerel değerlerin İslâm ümmetine ne kazandırdığını görebilmek için bütün Müslüman kavimleri, halkları ve milletleri kapsayan İslâmî değerden kısaca bahsedelim:
Kıymet ve paha da denilen değer, bir şeyin önemini belirleyen soyut bir kavramdır. Değer, bir fikir, bir kanaat, bir görüş ve inanış olabilir. Birçok şeyin değeri kişiden kişiye değiştiği halde yüce değerler, dinî değerler ve ortak değerler bir toplumun büyük çoğunluğu tarafından önemli bulunur ve benimsenir. Bireysel ve kişisel değerler bir yana bırakılacak olursa dinî değerler, evrensel değerler, yerel ve yöresel değerler, değerlerin başlıcalarıdır. Çeşitli değerler de vardır. Bunları şu şekilde tasnif edebiliriz:
- İslâm’da insana ve ferde büyük önem verilir, ona yüksek bir değer biçilir. Dini, dili, ırkı, rengi ve vatanı ne olursa olsun her kişinin yüksek bir değeri ve buna bağlı olarak hakları vardır.
- Gayrimüslimlerin de insan olarak büyük değeri olmakla beraber mü’min ve Müslümanların da ayrıca kendilerine has birtakım değerleri mevcuttur. Tek bir yaratıcıya iman ve ibadet; O’nun meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine ve ahiret gününe iman ve itikat, bir mü’minin en ulvî ve kutsî değeridir. İbadet hayatı da böyledir.
- Ahlâk; İslâm’da ahlâk, Allah’ın kitabında, Hz. Peygamber’in sünnetinde ve hayatında yer alan imana ve ibadete bağlı yüce bir değerdir. İslâm ahlâkı kutsal kitaba dayanır ve Allah Resûlü’nü örnek alır ise akl-ı selîme ve insanın fıtratına, vicdanına önem verir. Ahirette hesap vermeyi öngörür.
- Ebeveynle evlatlarından oluşan çekirdek aile veya daha geniş büyük aile, önemli bir değerdir ve toplumun temel taşıdır. Eşlerin yek diğerine veya evlatlarına ve ebeveynlerine evlatlarına ve ebeveynlerin onlara karşı hak ve vazifeleri açısından aile önemli olduğu gibi adap ve erkân, talim ve terbiye bakımından da son derece önemlidir. Akraba ve komşuluk ilişkileri de aile hayatının bir parçasıdır.
- Her toplumun bir hukuk ve adalet kurumu olduğu gibi İslâm’ın da kendine özgü bir hukuku mevcuttur. Ümmet dediğimiz Müslüman toplumun ve büyük camianın hukuku içinde ve ona bağlı olarak Müslüman toplumların çeşitli zamanlarda ve bölgelerde oluşturdukları birtakım hukuk anlayışları vardır. Temel mezhepleri çerçevesinde oluşan bu söz konusu hukuk umumî mahiyetteki İslâm hukukunun bir parçası olmakla beraber aynı zamanda yerel bir değerdir. Mahkemelerde ve adalet kurumlarında uygulanan bu hukuk mezhepten mezhebe, beldelere ve zamana göre az çok değişebilen önemli bir değerdir. İslâm hukukunun evrensel hukukla bir bağlantısı mevcuttur.
- Memleket, diyar, yurt ve vatan dediğimiz toprak parçası üzerinde barındırdığı Milletler ve halklar ayrıca onların kültürleri itibarıyla önemli bir değerdir. Vatanı sevmek imandandır. Hicret esnasında Mekke’den ayrılan Allah Resûlü dönüp Kâbe’ye bakmış ve: “Allah’ın beldelerinin bana en sevimli olanı sensin. Beni buradan çıkarmasalardı ben burayı terk etmezdim.” buyurmuşlardır. Bir vatan olmadan bağımsızlıktan, hâkimiyetten, hürriyetten hukuk ve eşitlikten özellikle de siyaset ve devletten söz edilemez. Üzerinde yaşadıkları mescid ve camiiler inşa edip ibadet ettikleri coğrafya mü’minlerin anavatanıdır. Mü’min kavim ve toplumların yaşadıkları topraklar, onların yavru vatanları olup anavatanın parçalarıdır.
- Siyaset ve devlet önemli değerlerden biridir. Mü’minlerin bağımsız bir devlete sahip olmaları hem hakları hem vazifeleridir. Kısmen veya tamamen gayrimüslimlere bağımlı olan bir devlette mü’minler özgür bir şekilde Müslümanca yaşayamazlar. Bağımsız bir devlette yerel ve bölgesel yönetimler devletin gücüne güç katar. Can ve mal güvenliği siyaset ve devlet sayesinde sağlandığı gibi hukuk ve adalet de bu sayede anlam kazanır.
- İktisat ve geçim tarzı hayatın olmazsa olmazı olup doğal ve zorunlu bir değerdir. Temel esaslar sabit kalması şartıyla (zamana, mekâna, farklı bölgelere ve iklimlere göre değişiklik gösterebilir) ziraat, sanat, ticaret, memuriyet ve işçilik başlıca ekonomik faaliyetler ve geçim yollarıdır. İklim farklılığı üretim ve tüketim çeşitliliğine yol açar. Bu çeşitlilik de iktisadî hayatı olumlu yönde etkiler.
- İlim, tâlim, eğitim, öğretim, marifet, irfan, mektep ve tekke Müslüman toplumların önemli yerel ve bölgesel değerleridir. Aslında bazı ilimler evrenseldir; bunların dini, milleti, bölgesi ve vatanı olmaz. Hikmet mü’minin yitik malıdır, nerede bulursa oradan alır. Aklî, tecrübî, beşerî ilimler de insanlığın mirası ve ortak değerleridir. Bu hususlarda İslâm’ın da kendine özgü bir ilim irfan anlayışı, tâlim ve şekli vardır. Ayrıca tefsir, hadis, fıkıh, kelam, siyer ve tasavvuf gibi ümmete özgü ilimler de mevcuttur ve bunların sayıları az da değildir. Farklı beldelerde ve memleketlerde yaşayan Müslüman kavimler söz konusu ilimleri ihtiyaçları nispetinde ve az çok farklı şekillerde yorumlar ve geliştirirler. Bu yorumların bazıları gelişir, yerel olmaktan çıkar, ümmetin tamamını kapsar. Keşifler ve icatlarda olduğu gibi. Hatta bunların evrensel boyuta ulaşanları da vardır.
- Sanatlar, fenler, teknolojiler ve zanaatlar da son derece önemli ve paha biçilmez yüce değerlerdir. Bunların da dülgerlik, marangozluk, terzilik gibi el ustalığı gerektiren şekilleri vardır. Ayrıca şiir, hitabet, mûsikî ve mimarî gibi güzel (bedii, estetik) denilen kısmı var. Bu zanaat, sanat, maharet, hüner, marifet ve mesleklerin çoğu bölgesel ve yöreseldir. Her töre, bölge, toplum ve kavim bunlara kendine göre bir şekil tarz ve renk verir. Bu zanaat ve sanatlarda üretilen aletler ve edevatlar kullanılarak harika eserler vücuda getirilir. Böylece yöre ve bölge halkları bu aletleri teknoloji ve usulleri kullanarak ihtiyaçları olan mal ve hizmetleri üretirler. Bu tür sanatların gelişmesinde Müslüman memleketlerin de azınlık olarak yaşayan zimmilerin yani gayrimüslimlerin katkıları da önemlidir.
- Örf, adet ve gelenek, başlı başına bir değerdir. İslâm dini vahye dayanan semavi dinler zincirinin bir halkasıdır. Kur’ân’da, Hz Peygamber’e “İbrahim’in dini olan hanif İslâm dinine tabi ol.” önceki peygamberler bahis konusu edildikten sonra Hz. Peygamber’e “Onların yürüdükleri doğru yolu tut ve kendilerine örnek al.” diye hitap edilir. Hz. İbrahim zürriyetine “Müslüman olarak vefat edin.” tavsiyesinde bulunmuştur. Allah Resûlü, putperest Arapların İslâm akaidine, ibadet şekline, hukuk ve adalet anlayışına muhalif olmayan İslâm öncesi cahiliye Araplarının geleneksel muamelelerini ve hayat tarzlarını değiştirmemiştir. Hac ve umre ibadetinde olduğu gibi bu tür hususları şirk geleneğinden arındırmak istemiştir. Örf ve adetler genel de özel de olabilir. Nas bulunmayan yerde örf ve adete göre hareket edilir ve hüküm verilir. Bu itibarla yerel ve bölgesel gelenekler ve görenekler önemli ve asla vazgeçilmez değerlerdir. Kadir Gecesi hariç diğer kandil geceleri mevlüt ve benzeri hususlar Asr-ı Saâdet’te ve Sadr-ı İslâm’da bilinen şeyler olmamakla birlikte alışılagelen şekliyle usulüne göre ifrat etmeden ve abartılıya kaçmadan yapılırsa bidat-ı hasenenin hükmüne tâbi olan dini geleneklerdir. Bunların toplumdan topluma değişen şekilleri mevcuttur ve bunlar da değerlerimizdir. Gayrimüslim toplumlardan gelen kültür istilasının yoğunluk kazandığı bir zamanda sözü edilen türden dinî geleneklerle uğraşmak anlamsızdır ve sakıncalıdır.
Yukarıda kısaca sıralamaya çalıştığımız değerlerin genellikle üç boyutu vardır: Evrensel boyutu, İslâmî boyutu ve yerel boyutu. İtikat ve ibadetlerin ifa ve icra edilmeleri bakımından evrensel boyutu yok gibi görünse de aslında onların da böyle bir boyutu vardır. Zira İslâm, âlemşümul bir dindir. Ümmet dediğimiz Müslüman toplum ve camia ile Müslüman kavimler, halklar, milletler ve toplumlar arasında küll-cüz, bütün-parça ilişkisi vardır. Bütünün parçasına ihtiyacı vardır zira onlardan oluşur. Parçanın bütüne ihtiyacı vardır zira onun parçası olup özelliklerini taşımaktadır.
Ümmet genel bir kavramdır; Müslüman kavimler ve milletler ümmetin alt grupları ve birimleridir. Ümmet bir merkez; gruplar, cemaatler, mezhepler, tarikatlar, topluluklar merkezin bir çemberidir. Her biri diğerine muhtaçtır. Ümmet eksen, dini cemaatler ve toplumlar bu eksenin çevresidir. Her biri varlığını diğerine borçludur. Bu itibarla İslâm âlemindeki cemaatleri ve fırkaları doğal hatta zaruri görmek lazım. Esasen diğer dinlerde de durum başka türlü değildir. Yapılması gereken, mezhepleri, tarikatları, fırkaları ve cemaatleri ortadan kaldırmak gibi bir hayal peşinde koşmak değil; bu parçalarla birlikte barış ve güven içinde birlikte yaşamaktır. Müslüman devletlerin ve hanedanlıkların farklı inanç grupları ile iyi ilişkiler kurarak barış ve güven ortamında birlikte yaşama gibi bir tecrübeleri ve gelenekleri var. Osmanlı Devleti bunun güzel bir örneğidir. Bugün Hindistan’da, Rusya Federasyonu’nda, Çin’de ve Avrupa ülkelerinde milyonlarca Müslüman’ın, gayrimüslim yönetimlerin altında yaşadıkları ve yerel kültürlerini ve değerlerini korumaya çalıştıkları bilinen bir husustur. Yerel ve yöresel kültür ve değerlerin ümmete katkısı önemlidir. Buna “Paha biçilemez, ümmet varlığını söz konusu değerlere ve kültürlere borçludur.” desek mübalağa etmiş olmayız. İslâm ümmeti binden fazla dil, lehçe, şive ve ağız kullanmaktadır. Örfleri, adetleri, ananeleri, tarihleri, renkleri, etnik kökenleri de bu kadar farklı ve çeşitlidir. Her birinin üslubu, şekli ve tarzı da envai türlüdür.
Bu çeşitlilik ve farklılık ümmet için bir zenginliktir. Yerel değerler onun güç kaynağıdır. Tarihte böyle olduğu gibi günümüzde de böyledir. Kendi mezhebi dışındaki mezhepleri, tarikatları ve cemaatleri yermemek, hor ve hakir görmemek kaydıyla bir kimsenin mezhebini, tarikatını ve cemaatini samimi surette benimsemesi ve yaşatmaya çalışması en tabî hakkıdır. İş hoşgörü sınırını aşıp taassuba dayandı mı o zaman tehlike çanları çalmaya başlar. Bir kimsenin kendi kavmini ve milletini sevmesi, ona hizmet etmesi, onu güçlü ve itibarlı hale getirmek için gayret etmesi de onun en tabî hakkıdır ama iş ırkçılığa vardı mı kavga ve savaş başlar.
Bütün ideolojilerin aşırı ve bağnaz şekilleri için aynı şey söylenebilir. Bütün ümmet için de yerel değerler için de en büyük tehlike ve tehdit yerel kültürleri ve değerleri aşındıran, yıpratan, zayıflatan, etkisiz ve itibarsız hale getiren globalizm denilen küreselleşmedir. Yerel değerlerin etkin bir şekilde katkıda bulunması küreselleşmenin hızını kesmeye veya azaltmaya bağlıdır.
Semaların ve arzın yaratılması, renklerinizin ve dillerinizin farklı farklı olması da O’nun âyetlerindendir. Şüphesiz ki bunda (fıtratı ve hikmeti bilen) âlimler için âyetler vardır.” (Rum, 30/22)
Süleyman ULUDAĞ
Siyer İlim, Kültür ve Tarih Dergisi Nisan-Mayıs-Haziran 2020/14 Sayı
İrtibat ve Detaylı Bilgi İçin: 0212 550 0 571
Whatsapp Abone Hattı: 0531 660 50 18
www.siyerdergisi.com