İlk Müslüman Türk devletine ev sahipliği yapan Doğu Türkistan, kadim tarihten bu yana insanlığın medeniyet ve kültür merkezlerinden biri olmuştur. İpek Yolu’nun önemli bir güzergâhı olması, stratejik konumu, yer altı ve yer üstü zenginlikleri nedeniyle tarih boyunca çok önemli bir cazibe merkezi olmuştur.
Doğu Türkistan, Orta Asya’nın tam kalbinde dünya üzerinde denizlere en uzak noktada yer alan, Tanrı dağları ile Tarım ve Cungarya havzaları olarak iki iklim bölgesine ayrılan, kuzeyde Altay güneyde dünyanın en yüksek dağlarından olan Pamir ve Altın dağları ile çevrili ve 1.828.418 km2 büyüklüğündedir. Yer altı ve yerüstü zenginlikleri bakımından dünyada ender bulunan zenginlik ve çeşitliliğe sahip Doğu Türkistan’da tam 138 çeşit maden tespit edilmiştir. Özellikle enerji kaynakları açısından çok zengin olan bu topraklardan çıkarılan petrol ve doğalgaz Çin’in toplam üretiminin % 35’ini teşkil etmektedir. Bunun yanında Çin’in kömür rezervlerinin yarısı bu bölgededir. Ayrıca tarih boyunca Çinlilerin sömüre sömüre bitiremedikleri altın yatakları hâlâ varlığını devam ettirmektedir. Bölgede çıkarılan diğer önemli madenler arasında uranyum, krom, demir, bakır sayılabilir.
Doğu Türkistan’ın nüfusu Çinliler tarafından çok sıkı bir şekilde kontrol altında tutulmakta ve gerçek rakamlar dünya kamuoyundan saklanmaktadır. Çin resmi rakamlarına göre 1940’lı yıllarda yapılan sayımda Doğu Türkistan’daki Çinli nüfus sadece %2,5 iken, 2000’li yıllara gelindiğinde bu rakam %43,1’e ulaşmıştır. Günümüzde Çinli nüfus daha fazla bir hale gelmiştir. Rakam telaffuz etmek gerekirse Doğu Türkistan’ın nüfusunun 35-40 milyon olduğu söylenebilir.
Tarihin bilinen en eski döneminden beri; Türk yurdu, İskit, Hun ve Göktürk federasyonlarının güçlü ve önemli bir müttefiki; Karahanlı, İdikut, Sarı Uygur ve Saidiye devletlerinin yönetim merkezi olan ve X. asırdan beri İslâm beldesi olan Doğu Türkistan, binlerce yıl bağımsız olarak yaşadıktan sonra, 1758 yılında Çin işgali altına girmiştir. Çinliler işgalin ilk günlerinden itibaren sistematik bir asimilasyon politikası yürütmüşlerdir. Bu politikalar Çin’de yönetim şekli ne olursa olsun, özü değişmeden devam etmiştir. Yani Mançu İmparatorluğu, Milliyetçi Çin Cumhuriyeti ve Komünist Çin Halk Cumhuriyeti dönemlerinde rejimler, ideolojiler ve söylemler farklı olsa da amaç ve eylemler hep aynı kalmış: Doğu Türkistan’ın dinî ve millî kimliğinin yok edilip, onları Çinlileştirmek temel hedef olmuştur.
Bu politika Mancu İmparatorluğu döneminde çok sert ve acımasızca uygulanmıştır. Bilahare 1934-1944 yılları arasında Doğu Türkistan’da yönetimi Stalin’in desteğiyle elinde tutan Şın Şı-sey tarihte eşine az rastlanır bir zulüm ve tedhiş uygulamış, ayrıca halkın elindeki bütün para ve altına çeşitli yöntemlerle el koymuştur. Tarihimizdeki diğer büyük bir zulüm dönemi ise 1949 yılında Komünist Çin rejiminin gelmesiyle başlamış ve Mao’nun ölümüne (1976) kadar devam etmiştir. Bu dönemde milyonlara insan hapsedilmiş, toplama kamplarına atılmış ve katledilmiştir.
Çinlilerin Doğu Türkistan ekonomisi ile ilgili yürüttükleri temel politika ise sömürüdür. Başta altın, petrol, doğalgaz ve kömür olmak üzere Doğu Türkistan’ın yer altı ve yer üstü zenginlikleri sömürülmüş ve yerel halk bu nimetlerden hiçbir şekilde yararlandırılmamıştır. Doğu Türkistan’a yapılan yatırımlar, Çinlilerin uyguladıkları asimilasyon politikasının en önemli silahı olan göçmen Çinli nüfusun çoğalmasıyla orantılı olarak artmış ve bu yatırım artışından esasen sadece oraya yerleştirilen Çinli göçmenler yararlanmıştır. 1934-1944 yılları arasında defacto Genel Vali olan Şın Şı-sey bölgeden ayrılırken yanında götürdüğü altınlar yaklaşık 40 kamyon yükü tutmuştur.
“İdeolojisi komünist, ekonomisi kapitalist, ruhu faşist” mevcut rejim, Xi Jin-Ping’in 2012 yılında iktidara gelmesiyle baskı ve asimilasyon politikaları son safhaya çıkarmış, kitlesel terör ve tedhiş kampanyalarına hız vermiştir. Dünyanın şu anda içinde bulunduğu siyasî ve askerî durum, sahip olduğu ekonomik güç nedeniyle kendisini durduracak kimsenin kalmadığını düşünen Çinliler; Ağustos 2016 tarihinden itibaren Doğu Türkistan’da tam anlamıyla bir soykırım uygulamaya başlamıştır.
Benzeri sadece İspanyol Engizisyonunun Endülüs’te yaptığı soykırıma eşdeğer bu yok etme politikası altında yaşayan kardeşlerimiz, bütün insani haklarından mahrum, kendisi gibi olmayanı insan olarak görmeyen ve hiçbir canlıya merhameti olmayan bir zihniyetin yönetiminde; can ve mal güvenliği, hürriyet ve hane mahremiyeti gibi en temel haklarından, masumiyet karinesi, keyfi ve yargısız tutuklanmama, adil yargılanma, kendini savunma, suçun şahsiliği gibi hukuki korumadan, milli ve dini kimliğini yaşama, dilini kullanma ve kültürel varlıklarını koruyup yaşatma özgürlüğünden mahrumdur.
Yargısız infaz, İşkence, kötü muamele, zorla çalıştırılma, alıkonma veya yaşadığı yerden sürülmenin, ayrımcılık, zorla evlendirilme, mal varlığına el konmanın en ağır koşulları altında varlık mücadelesi vermektedir.
Doğu Türkistan’da yüzbinlerce insan keyfi bir şekilde tutuklanmış, yıllar önce yaptıkları, o dönemde serbest olan, dini faaliyetler veya sadece hakkını aradığı için cezalandırılmış, hapishanelere atılmıştır. Hapishane dendiğinde aklınıza insanların ranzalarda yatıp, vakit öldürdüğü yerler gelmesin. Oralar işkencenin, kötü muamelenin en ağır şeklinin yaşandığı, 40 kişinin 25 m2 yerde yaşadığı ölüm çukurlarıdır. Çin zindanlarının nasıl bir yer olduğunu öğrenmek isteyenler varsa binlerce şahit var, onları dinleyebilir.
Milyonlarcası, Mao, Hitler, Stalin ve bütün zalimleri kıskandıran, 21. yüzyılda tekrar hortlatılan toplama kamplarında, tecrit edilmiş, işkenceye tabi tutulmuş, sürekli gözetim altında, insani onur ve haysiyetleri çiğnenmiş, dinlerini ve millî kimliklerini inkara zorlanmıştır. Bu insanlar buralarda herhangi bir yasal suçla itham edilmeden, yargılanmadan ve ne kadar kalacakları belirsiz bir şekilde potansiyel suçlu olarak tutulmaktadırlar. Tek amacı Müslüman ve Türk kimliğimizi yok etmek olan bu kamplarda her yaştan, kadın erkek, fakir, zengin, eğitimsiz, profesör, sanatçı, futbolcu gibi toplumun bütün katmanlarından insan vardır. Özellikle akademisyen, sanatçı, yazar gibi iyi Çince bilen hiçbir eğitime ihtiyacı olmayan insanların varlığı ve can damarlarımız olan alimlerimizin, aydınlarımızın, zenginlerimizin ve gençlerimizin buralarda sistematik bir şekilde öldürülmesi, bu kampların soykırım amacını deşifre etmektedir. Kamptan kurtulup hür dünyada şahitlik yapan onlarca kişiden öğrendiğimize göre buralarda sürekli işkence ve tecavüz yaşanmakta, kampta kalanlara ne olduğunu bilmedikleri hap ve iğneler yapılmaktadır.
Anne ve babaları kampta olan sahipsiz, çocuklarımızın bedenlerini su kanalında ve buzların arasında donmuş veya boğulmuş olarak buluyoruz. Aylan bebek için dünyayı ayağa kaldıranlar konu Doğu Türkistan’daki çocuklar olunca kör ve sağır ölü taklidi yapmaktadır. Toplama kamplarına insanların gönüllü gittiğini söyleyen Çin yalan makinasına ve onun dünyanın her tarafındaki işbirlikçilerine sormak istiyorum. Hangi anne baba çocuklarını böyle sahipsiz bırakıp buralara gider? Hangi vicdan ve akıl sahibi bu yalana inanır?
Bunların yanında milyona varan çocuklar, anne babalarından zorla alınarak, kreş adı altında zorla tutuldukları yerlerde, dini ve milli kimliklerinden uzak, Çinliler olarak yetiştirilmektedir. Türkiye’deki onlarca anne baba, çocuklarını Çin’in propaganda videosunda teşhis etmiştir. Ey ehli vicdan! gözünüzden sakındığınız çocuklarınız elinizden zorla alınıp, dinsiz komünist olarak yetiştirilseydi siz ne hissederdiniz.
Dışardakiler ise hayatlarının her alanında gözetim teknolojisinin son ürünlerinin kontrolünde, tepelerinde her daim sallanan tutuklanma veya öldürülme korkusuyla tam bir Açıkhava hapishanesinde yaşamaktır.
İslâm’ı Çinlileştireceğini alenen açıklayan komünist rejimde herhangi bir dini özgürlükten bahsetmenin abesle iştigal olduğu açıktır. İslam düşmanlığı o haddeye gelmiştir ki, en ufak bir İslami sembole tahammülsüz bu soykırımcılar, mezar taşlarındaki dini ibareleri katranla sıvanmaya ve Müslüman mezarlıkları yıkmaya başlamıştır.
Sadece Doğu Türkistan halkını değil, onların tarih ve kültürünü yok etmek isteyen Kızıl Terör devleti, aralarında 800 yıllık camilerin de olduğu binlerce cami ve tarihi eseri yıkmış, Milli kültürümüzün can damarlarımı olan alimlerimizi, akademisyenlerimizi ve sanatçılarımızı çeşitli bahanelerle ile tutuklayıp, bir kısmını katletmişlerdir.
Xi Jin-Ping yönetiminin zorbalık ve asimilasyon konusunda Mao’dan bile ileri gittiğini gösteren sözde “Kardeş Aile” uygulamasının temel amacı ise, evlerin mahremiyetinde Müslüman kimliğin muhafaza edilmeye çalışılmasının ve çocukların bu yönde yetiştirilmesinin önüne geçmektir. Bu sözde misafirler, ev halkının herhangi bir dini faaliyette bulunmadığından, domuz yiyip içki içtiğinden emin olmak zorundadır. Aksi halde ev sahipleri hapse ya da toplama kampına atılır.
Doğu Türkistan’da bu soykırım yaşanırken, BM, İnsan hakları örgütleri, dünyanın bütün ana akım medyası ve en önemlisi binlerce, yüzbinlerce Müslüman kardeşinin şehadeti varken, zulmü konuşmak yerine, meseleyi Amerika köpürtüyor diyenler var. Yüzbinlerce Müslüman kardeşinin şahitliği yerine, kızıl terör devletinin yalanlarını tercih edenler için söyleyeceğimiz tek şey İnşallah her şeyin sahibi olan O Zat’ı Zülcelal sizi bugün kimin yanında durduysanız ahirette de onlarla beraber haşretsin!
Çinin yaptığı bu soykırım sadece Doğu Türkistan’a değil bütün İslam âlemine karşı yapılmıştır. Çünkü Kızıl terör devleti İslam’ı tedavi edilmesi gereken bir akıl hastalığı olarak görüyor. Buna rağmen İslam alemi Doğu Türkistan’a karşı bir ölüm sessizliğine bürünmüş durumda. Sanılmasın ki bu terör sadece Doğu Türkistan’la sınırlı kalır. Sizce Hindistan Keşmir’de yaptıkları için nereden cesaret aldı?
Tam üç yıldan uzun bir süre geçti. Her saniyesi azap olan bu hayat başlayalı, bu derdin ülkenin bir numaralı gündemi olması, milyonların sokağa dökülmesi gerekirken, sesimiz Taklamakan çölünün kızgın kumlarında yok olan nehirler gibi bir kör karanlıkta kayboluyor. Bir duvar var, ne yapsak onu yıkamıyoruz. Biz kimseye Çine karşı savaş açın demiyoruz. Bu haykırışlara bu feryatlara, bu gözyaşlarına karşı kayıtsız kalmayın bu soykırımı önlemek için bir ses verin. Hiç değilse Çin malı kullanıp, kardeşinize sıkılan kurşun olmayın diyoruz. Hangi âli menfaat, ekonomik veya siyasi çıkar için susuyorsanız, etmeyin. Doğu Türkistan’a bugün ses vermeseniz yarın çok geç olabilir. Doğu Türkistan’a bugün sahip çıkmazsanız yarın sahip çıkacak bir Doğu Türkistan bulamayabilirsiniz.
Doğu Türkistan’a her ne için olursa olsun sessiz kaldığımız yerde hiç kimseyi söz söylemeye hakkımız olamaz. Biz Çin ile ilişkilerimiz nedeniyle Doğu Türkistan’a susarsak, başkası Hindistan’la ticareti nedeniyle Keşmir’e ses çıkarmaz, beriki Amerika ve İsrail’den korkup Filistin’i görmezden gelir. Sonuçta herkesin bir bahanesi olur ve yeryüzündeki bütün mazlumlar kendi başlarına kalır. Müslüman’ın ölçüsü Kur’ân, rehberi ise Hz. Peygamber’dir. Dolayısıyla Müslüman kardeşlerimizden dileğimiz o dur ki: Mazlum kardeşlerinin haline baktıklarında karar mercii hiçbir zaman ticari kaygıları, uluslararası ilişkiler veya en basitiyle cüzdanları değil; maşeri vicdanımız olan Kur’ân ve Sünnet olmalıdır.
Ahir kelam, hapis ve kamplarda ağır işkence altında yaşayan milyonlar, oralarda işkencecisine “Beni öldürün!” diye yalvarmak zorunda kalan genç kızlar, sahipsiz kalıp bir su kanalında cansız yatan çocuklar ve gökyüzüne bakıp “Meta Nasrullah/Allah’ın yardımı ne zaman!” diye ağlayan 35 milyon mahzun yürek size mahşerde “Bize bunlar yapılırken siz neredeydiniz?” diye sorduğunda. Onlara verecek bir cevabınız olsun.
Abdullah Oğuz
Siyer İlim, Kültür ve Tarih Dergisi Nisan-Mayıs-Haziran 2020/14 Sayı
İrtibat ve Detaylı Bilgi İçin: 0212 550 0 571
Whatsapp Abone Hattı: 0531 660 50 18
www.siyerdergisi.com