Hz. Yusuf, nasıl peygamberler içerisinde iffet gömleğinin en iyi giyinilmiş ve korunmuş hali ise Hz.Osman’da (ra) sahabe içerisinde bu gömleği en iyi koruyanlardan biri olarak öne çıkmıştır. O bu ümmetin Yusuf’u, hayânın, edebin ve iffetin abidevi bir şahsiyetidir.
Hz. Osman (ra), Mekke’nin en meşhur ailelerinden olan Benî Ümeyye’ye mensuptu. Bu ailenin ilk iman edenlerinden biri olarak, çok büyük zorluklar çekmiş, iman adına ve iman yolunda binbir bedel ödemiştir.
Hz. Osman’ın, Efendimiz’e (sas) olan sevdasına gelince, yaşadığı uzun ve bereketli hayat (Hz. Osman, iman ettiğinde 33, vefat ettiğinde 82 yaşlarında idi. Hakkında daha fazla bilgi için bkz: Yıldırım, Muhammed, Emin, Hz. Peygamber’in Albümü, s. 166-168 ) içerisinde bizi hayran bırakan ve bize mesajlar veren yüzlerce tablo ile karşılaşırız. Bunlardan sadece iki tanesini biz burada aktarabileceğiz.
İslami davetin sesi Mekke sokaklarında yankılanmaya başlamadan kısa bir zaman önce amca Ebû Leheb: “Benim evime Muhammed’in kızları gelin olarak girmeli.” demiş, Utbe ve Uteybe isimli iki oğluna, Rukiyye ve Ümmü Gülsüm validelerimizi istemiş, aralarında nişanvari bir söz kesme olmuştu. Tebbet Sûresi nazil olup, Kur’an’ın sert ifadesi ile Ebû Leheb ve hanımı Ümmü Cemil zemmedilince Ebû Leheb, çılgına dönmüş; iki oğluna da nişanlarını bozmaları için baskı yapmıştı. Oğulları babalarını dinleyerek nişanlarını bozunca, Ebû Leheb: “Muhammed şimdi de iki genç kızın derdini çeksin de aklı başına gelsin.” diyordu. İşkencelerin, baskıların, hakaretlerin çoğaldığı o günler, peygamberin evinde bir anda böyle bir sorun da baş göstermiş, Efendimiz ve Hz. Hatice, iki kızlarının bu zor hallerine de katlanmak durumunda kalmışlardı. İşte bu zor günler; yüreğinde Hz. Peygamber’e karşı derin bir muhabbet besleyen Hz. Osman (ra), kendi kendine şöyle bir düşünceye kapılmıştı: “Acaba, gitsem ve Efendimiz’in o kızlarından birine talip olsam biraz olsun o evin hüznünü giderebilir miyim? Acaba böyle yaparsam Efendimiz’i (sas) memnun edebilir miyim?”
Hz. Osman aklından geçen bu düşünceleri varıp, Efendimiz’e (sas) açtığında, Efendimiz öyle memnun olmuştu ki orada kızlarından büyük olan Rukiyye’yi, ona vermiş, Osman’ı kendisine damat yapmıştı. Bu evlilik zamanında Mekke’de en fazla konuşulan olaylardan biri olmuştu. Günlerce insanlar ve o devrin gazetecileri olan şairler bu evliliği konuşup durmuşlardı. Tabi, yapılan evliliğin bu kadar gündem olması, Hz. Osman’ı (ra) çok zora sokmuştu. Mekke’nin en sayılı tüccarı olan, pazara çıkmayana kadar alışverişin başlamadığı zengin ve soylu insanı olan Affan’ın oğlu Osman, artık Mekke’de yaşayamaz bir hale gelmişti. Bunun üzerine Nübüvvetin 5. yılı hanımı Rukiyye’yi de yanına alarak, deniz aşırı bir ülke olan Habeşistan’a doğru yola çıkmak zorunda kalmıştı. Efendimiz (sas) bu kutlu aileyi Habeşistan’a yolcu ederken, gözyaşlarını tutamayacak: “Selam olsun Osman’a ve ehline… Vallahi! Lût’tan sonra risaletin davası uğruna ailesi ile hicret eden bir iman ailesidir, onun ailesi…” diyecektir. (Beyhakî, Delâil, c. 2, s. 297; İbn Kesîr, el-Bidaye ve’n-Nihaye, c. 3, s. 66 )
Hz. Osman (ra), yüreğindeki derin iman ve o imanın kendisine kazandırttığı derin muhabbet sayesinde zorlu hicret yollarını aşacak, her türlü ağır yüke rağmen tam sekiz yıl Habeşistan’da yaşayacaktı. Daha sonra Medine’ye, Habeşistan’da doğan Abdullah isimli çocuklarını da alarak üç kişi olarak dönecek, Hicret’in 2. yılında da hanımı Rukiyye’yi ebedi âleme yolcu edecekti. Hz. Osman hanımını kaybetmenin derin hüznünü yüreğinde taşırken, Efendimiz’in (sas) yeni bir müjdesi ile biraz teskin olacaktı. Allah Resulü diğer kızı Ümmü Gülsüm validemizi, Hz. Osman’a vererek, onu Zinnureyn/İki nur sahibi yapacaktı. Bu evlilikle Hz. Osman (ra), peygamber evine ikinci kez damat olma şerefini kazanacaktı. Ancak bu da çok fazla sürmeyecek; Hicret’in 9. yılı Ümmü Gülsüm validemiz de vefat edecekti. Hz. Osman’ı teskin etme işi yine Efendimiz’e düşecekti; Ümmü Gülsüm validemizin vefatı ile adeta yıkılan Hz. Osman’a: “Vallahi, on kızım olsaydı onu da arka arkaya vefat etseydi ben onları peşi sıra Osman’a verirdim.” (İbn Esir, Usdü’l-Ğabe, c. 3, s. 579 ) diyecekti.
Hz. Osman’ın, Efendimiz (sas) nazarındaki yeri işte böyle bir yerdi. Onun hayatındaki peygamber sevdasını bize anlatan ikinci örnek ise Tebûk Gazvesi sırasında yaptığı inanılmaz infakıdır. İnfak, nifakın en büyük ilacı, imanın en büyük göstergesidir. Yine infak bir iddia olan sevginin de en büyük ispatıdır. Çünkü gönlün sevmesi, elin vermesi ile ancak mümkündür. Kuru kuruya seni seviyorum demek ve sevdiğinin yolunda hiçbir şey yapmamak, işi sadece lafta bırakmak demektir. Ama Hz. Osmanbize; vererek, infak ederek, feda ederek, göze alarak, gözden çıkararak nasıl gerçek manada peygamber sevilirmiş bunu göstermiştir.
Hicret’in 9. yılı, Efendimiz Tebûk Gazvesi için insanları, hazırlanacak orduyu donatma adına yardıma teşvik ediyor. Bir imtihan alanı olan bu gazve, meşhur ifadesi ile “Ceyşü’l-Usra/Zorluk Ordusu” idi. (İbn Hişam, Sîre, c.4, s. 161 ) Mevsimler yaz ve tam hasat zamanı, (Tebûk Gazvesi’nin zamanı, Efendimiz’in Medine’den çıkışı; Hicri, 9. yılın Recep ayının başında, Miladi olarak, 13 Eylül 630’da, dönüşü ise Hicri, 1-5 Ramazan 9, Miladi, 11-15 Kasım 630’dadır. ) gidilecek yer Medine’den 780 km. uzaklıkta, karşılaşılacak düşman hem kalabalık hem de güçlü bir ordu…. Bu kadar şey üst üste gelince, Efendimiz (sas) çok güçlü bir ordu ile Medine’den çıkmak istiyordu. 30.000 kişilik bir ordu planlanmıştı; ancak bu kadar büyük bir ordunun donatılması çok da kolay olmayacaktı. Bundan dolayı Efendimiz Medine’deki herkese: “Kim cennet karşılığında zorluk ordusunu donatacak?” diye haykırıyordu. Efendimiz’in bu davetine rağmen kimselerden ses çıkmıyordu. Çünkü elde avuçta bir şeyleri olanlar zaten vermiş, münafıklar ise bu daveti hiç üzerlerine almamışlardı. Bu sefer Efendimiz (sas) aynı haykırışı Mescid’de, hutbede yenilemişti. Yine kimselerden ses çıkmıyor, ancak utangaçlığı ile bilinen Hz. Osman(ra), ayağa kalkıyor ve ordunun donatılması için infakta bulunuyordu. Onun her infakı ile Efendimiz memnun oluyor, bir daha çağrısını yeniliyor; Hz. Osman (ra) vermeye doymayarak bir daha veriyordu. Öyle bir hâl oldu ki, 30.000 kişilik ordunun neredeyse 10.000 askeri, Hz. Osman’ıninfakı ile donatılacak bir hale geliyordu. Böyle olunca da insanlar artık; “Ceyşü’l-Usra/Zorluk ordusu değil, Ceyşü’l-Osman/Osman’ın Ordusu” diyorlardı. (Dimaşkî, Subul el-Hüda, c. 5, s. 467 ) Asıl sözü ise Efendimiz söyleyecekti. Diyecekti ki: “Bu infaktan sonra Osman ne yaparsa yapsın, kendisine hiçbir zarar dokunmayacaktır.” (Tirmizi, 3701)
Efendimiz’in bu sözü ne anlama geliyordu? Anlamı şu idi: Hz. Osman öyle bir infakta bulunmuştu ki hayatta iken varislerine bırakmadan ıskatını yani günahlarının kefareti olacak hayrı kendi elleri ile yapmıştı. Öyle büyük bir hayrın altına imza atmıştı ki o günden sonra yapacağı her türlü eksikliğin ve noksanlığın kefareti olabilecek bir amel ortaya koymuştu.
Hz. Osman’a (ra) bunları ve burada daha bizim anlatamadığımız onlarca takdire şayan ameli yaptıran en önemli şey, onun imanının derinliği ve bu derinliğin ona kazandırttığı sevginin ve muhabbetin ne kadar büyük olduğudur.
Hz. Osman’ın hayatı ile bize söylediği söz şudur: “Yürekte var olduğu iddia edilen sevginin en büyük ispatı elde olanları verebilmektir. Elde olanları veremeyenler, ne kadar dilde seni seviyorum deseler de o sevgi sadece sözde kalan bir sevgidir. Sevgi ise sadece söz ile olmaz, önce öz ile sonra söz ile olur. Sevginin özde olduğunun en büyük delili ise infaktır.” Muhammed Emin Yıldırım